Soyutlama üzerine (6)

Soyutlama üzerine (6)

ABONE OL
11 Aralık 2023 16:03
Soyutlama üzerine (6)
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Habip Hamza ERDEM

İyi ya da ‘gerçek soyutlama’nın doğrudan bir ‘öz’ ya da ‘gerçek’in (vrai) kendisi olduğu söylenemez.

O sadece, ‘soyut’un sabitlenmiş ve ayrılmış bir ‘önerme’sinin belirlenmesi olup, ancak gerçeğin yine soyut bir ‘süreç’ olarak tüm diyalektik süreçle çakışmasıyla sonlanacaktır.

Böylece ‘bilgi anı’na ulaşıldığında, o artık ‘soyutlama’ olmaktan çıkarak ‘tanıma’ ya da ‘bilgi’nin (savoir) kendisi olacaktır.

İşte ‘somut düşünce’ ya da ‘düşüncenin somutlaşması’nın gerçekleştirilmesi demek tam da bu demektir.

Demek ki, diyalektik bir kavram olan ‘soyutlama’, her dünyasal gerçekliğin bütünselliği içinde yer alıp, anlağın bütün bu çelişkiler karşısında anlama güçlüğünü aşmada bir geçiş, bir aşama, onları birbirlerine bağlayan bir süreç olmaktadır.

“Diyalektik, diyor Hegel, tekdoğrusal yapıya içkin olan ve anlağın tanımasını sınırlayan, yani onların olumsuzlamasını bir aşma olup, ilerlemenin motorunu oluşturmaktadır. Bilimin yapısından gelen bağ kurma ve zorunluluk ilkesi olup, aynı zamanda, genelde sadece kendisinde olan gerçeğe ulaşma ilkesidir.”(1)                                 Böylece sıradan adlandırma (nominalizm) soyutlamaları tümden reddedilmiş olmaktadır.

Çünkü bu tür adlandırmaların gerçekle herhangi bir ilişkisinin olduğu söylenemez.

Marx, Hegel gibi ‘soyutlama’ ile ‘düşünce’yi birbirlerinden ayırma konusunda görüş birliği içinde olduğu gibi, Hegel’in gerek nominalizm ve gerekse soyut akılcılığa karşı yürüttüğü mücadeleyi de başlangıçta savunmuştu.

Ancak Marx, Hegel’den farklı olarak, ‘gerçek soyutlama’nın, daha kesin bir somuta ulaşmada kendisine özgü bir dizi sıradüzenli düzeylerden geçeceğini ileri sürecektir.

O nedenle, öncelikle, Türkiye’de gelişigüzel yerlerde dillendirilen ‘düzey’ kavramına açıklık getirmek durumundayız.

Düzey deyimi öylesine çabuk genelleştirilmiştir ki, doğa bilimleri ile toplumsal bilimlerinin geçerli deyimleri arasına girmiştir.

Ne var ki, bu ampirik deyimin herhangi bir bilimsel açıklayıcılığı yoktur.

Önce bürokraside olduğu gibi sıradüzeni (hiyerarşi) açıklamak için kullanılmaktaydı.

Şef düzeyinde, müdür düzeyinde gibi.

Mevki’ler (instance) hem düzeyler ve hem de sıradüzeni göstermekteydi. Ordudaki ‘kıdem’ (échelon) gibi.

Yoksa toplumun sıradüzenleştirilmesi ve bürokratlaştırılması mı, bu kaba deyimi toplumsal bilimlere soktu diye düşünmeden edemiyor insan.

Ancak, kimi zaman iyi niyet gibi öznel olarak, kimi zaman atomik düzey, moleküler düzey gibi nesnel olarak, kimi zaman da bilinç-altı gibi hem öznel ve hem de nesnel olarak bir arada kullanılmaktadır.

Örneğin Lévi-Strauss, ‘katılım düzeyi’ ya da ‘yerellik düzeyi’ gibi, pek açık olmayan bir biçimde kullanmaktadır.

Kaldı ki, derece (degrés), plan, yön ve görünge (perspectif) gibi daha bir dizi, üstelik birbirleriyle pek ilgisi olmayan yerlerde de kullanılmaktadır.

Oysa, düzey, gerçekliğin bir yönünü (aspect) betimlemektedir ama bu gerçekliğe bakışa (prise de vue) indirgenemez.

Bir görüngeye, bir bakış açısına, gerçekliğin bir görünümüne olanak verir ve hatta onun görüngüselliğine olanak verir ama, ona nesnel bir içerik kazandırarak yapar bunu.

Örneğin bir sembol ya da model vb gerçekliğe daha bir sağlamlık katarak onu göz önünde canlandırabilir.

Daha iyi anlaşılması ise ancak ‘düzeysizlik’ ya da ‘düzeyini yitirme’ durumuna bağlıdır. Bu bozuk düzeyde çok değişik düzeyler, derin iniş-çıkışlar, farklılıklar, ayrıklıklar olacaktır ki, ancak o zaman ‘düzey’ çok daha belirgin biçimde anlaşılabilsin.

Genel çerçeve, globalité ya da toplam (ensemble)’dan da ayrı bir anlamı vardır.

Demek ki, düzey deyimini belirlemek için bir çözümleme gereksinimi vardır.

Ama bu çözümlemenin bir sonucu olmayacaktır. Çünkü o zaten vardır. Ama bir bütün’de, bütünün oluşturan bir birim olarak varlığını sürdürmektedir.

Böyle olunca, derece ya da sıradüzen gibi statik değil ama diğer düzeylerle etkileşim içinde olan, birbirlerini etkileyen ve değiştiren birimler olarak vardırlar.

O zaman belirli ve ayrı ayrı düzeylerin yapısal birliğinden söz edilemeyecektir. Yani oluşum ve devinim halleri gözüne alınmadan bir düzey tanımı yapılamayacak demektir.

Öyle ki, güncel yaşam düzeyi ile tarihsel düzey birbiriyle kesişebilecektir.

Demek iki, düzey deyiminden söz edildiği andan itibaren, sadece bütündeki farklılıklar değil ama ayrılıklar da kabul edilmiş olacaktır.

Aslında, düzey kavramı içerme teriminin somutlaştırılmasından başka bir şey değildir.

Her düzey diğerlerini içermektedir; farklı iki düzey arasında, çözümlemeyle ortaya çıkarılmış yeni düzeyler keşfedilebilecektir. Birinden diğerine çözümleme sonunda bir ‘eşik’ bulunacaktır ki, ancak işte bu eşik, düzeyi tanımlamaya olanak verecektir.

Askeri ve bürokratik sıradüzenden evrensele açılabilecektir.

Ancak bu katı bir yapı olmadığı gibi akan bir su gibi de olmayacak, atom-altından galaksilere, mikroskobik canlılardan canlı varlıklara, mikrodan makroya, küçük toplumsal gruplardan ‘uygarlık’ gibi büyük toplumsal-kültürel biçimlenişlere değin heybetli bir düzeyler kesişmesi (interaction) olacaktır.

Gücül olarak sonsuz, ama sayı ve rakamlar gibi sonlu…

Belirlenmesine olanak veren ise ‘eşik’ olmaktadır.

İşte, ‘soyutalama’da aşılan her ‘eşik’ bir düzey oluşturmaktadır diyeceğiz.

(Sürecek)

(1) Hegel, Encyclopédie des sciences philosophiques, traduction B. Bourgeois, 1970, p. 189, aktaran A.Tosel, a.g.m.

En az 10 karakter gerekli


HIZLI YORUM YAP