Tülay SÜKÜN

Tülay SÜKÜN

29 Mart 2023 Çarşamba

Solcu – Devrimci

Solcu – Devrimci
0

BEĞENDİM

ABONE OL

DÜŞÜNDÜREN DÜŞÜNCELER

Tülay SÜKÜN

Devrimci, SOSYALİST devrimi gerçekleştiren, solcu, SOSYALİST devrim yapma niyetinde olan kişi olarak algılanmalıdır.

SOSYALİZMİN ÖZÜ İSE SINIFSIZ BİR TOPLUM YARATMAKTIR.

Che ve Kastro solcu değil, DEVRİMCİdir.

BİZLER, henüz SOLCUYUZ.

Atatürk ise sınıfsız bir toplumu benimsemediği için SOSYALİST devrim yapma niyetinde olmadı, yani hiç SOLCU olmadı.

Sınıfsız bir toplumu benimsemeyen Atatürk, sınıf farkını ortadan kaldırmadığı için hiçbir zaman DEVRİMCİ de olmadı.

SOSYALİST olmak, sınıf farkını ortadan kaldırmayı düşünmekle olur.

Ekim 1917 Devrimi’ ni benimsemeden, sosyalizmi bir hedef olarak görmeden, sadece “Köylü milletin efendisidir. ‘diyerek, SOSYALİST olunmaz.

Bu nedenle hem solcu olup hem Atatürkçü ya da Kemalist yapıda bir kimlikle dolaşılmaz.

Solcu ve SOSYALİST devrim niyetli bir kişiden Atatürkçü ve Kemalist, Atatürkçü ve Kemalist birinden de SOLCU bir kimlik doğmaz.

Sınıfsız toplum, bir tek yöne bakma ile gerçekleşir. Ya vardır ya yoktur.

Ya solcusunuzdur ya da solcu değil.

Solculuğun bir siyasi partisi olmaz, çünkü karşıtı vardır, alternatifi bulunmaz.

Özetle az solcu, yarım solcu, devrimci solcu, demokrat solcu, liberal solcu, İslami solcu, koyu solcu, doğru solcu, yeşil solcu söylemleri de olamaz.

Ortaokul ve lise yıllarımda, 1980 öncesi solcularını ben de tanıdım.

Fransızlar nasıl uygularsa uygulasın, sol olmayı, SOSYALİSTLİK ile bağdaştırdıklarını iyice öğrendim.

Solun içinin ince ince nasıl boşaltıldığını, 43 yılda iyice gözlemledim.

Bugünkü siyasi durumun da oldukça farkındayım. Bugünkülerden kurtulunur ise yerine gelecek siyasi ve ekonomik sistemi, mevcut sistemin yumuşatılmış olarak devamı niteliğinde olacağı için de beğenmiyorum…

Yeni kurulacak siyasi ve ekonomik sistemin temeli, kavramlar yerine oturtulmadan atılırsa bu kez sistemin bozulma sürecinin, yüz yılı dahi bulamayacağı, hitabe yazmaya gerek olmadan zaten şimdiden görülüyor…

Matematik gibi, fizik gibi, kimya gibi önce yanlış nerede ve problem nedirin, tam tanımı yapılmadan, üretilecek tüm çözümlerin sonucu, ‘A aaa sen öyle mi demiştin, oysa ben böyle anlamıştım o senin dediğini!’ şekline dönüştürülecek…

Benim işim insan ve insanın özü de iletişim… İletişim için de karşılaşılan problemlerde, önce sorunun özüne genel bir bakılacak, sorun, tam anlamıyla ortaya konacak, sorunun, tüm çözüm önerileri tek tek gözden geçirilecek, oluşturulacak beyin fırtınası ile probleme en uygun çözüm uygulanacak, sonra karşısına geçip, sıkı bir değerlendirme yapılacak…

‘Faşizm ve yobazizm, bu ülkeye öylece birdenbire ve kendi kendine mi gelmiş? Gökten mi düşmüş, ne olmuşta bugün bu hallere gelinmiş?’ tüm bu sebepler, tek tek ortadan kaldırılmadan, yıkılacağı şimdiden görülen yeni bir sistemi mi önermek istiyorsunuz, önce bunu bir anlayalım, bilelim!

Türkiye İşçi Partisi (TİP), ne zamana kadar halkın sigortası olabilecek?

Toplumsal olarak, asıl bu günlere gelişin sebepleri çözülecek ki sağlam temeli olacak ve canı isteyen tarafından yıkılamayacak, batıdan devşirme değil, kendi ortak aklımız ve bilgimizle hem de kurtarıcısız, gıcır gıcır bir siyasi ve ekonomik sistem, kurulabilsin!

Aksi halde, şimdi mavi olan bunlardan kurtulunur, yarın sarı olan bunların engellerine takılınır…

Kapitalizmin ne oyunu biter ne de tarafların çatışan oyuncuları! Saç saça baş başa bu durumlar, daha ne kadar süre böyle sürüp gidecek?

Problemim çözümü için önce hedef belirlenecek, o hedefe ulaşmadaki problemler, sıra ile ortadan kaldırılacak…

Yangında ilk kurtarılacakları kurtarıp, selin içine mi atacaksınız?

Panik halindeki tilkinin (Köylü ya da Şark kurnazlığı) bakış açısı ile bu günlerin de daha beterine düşürülmek var sonuçta!

Timsahlar, ağzı açık ve beklemedeler…

Devamını Oku

Konuşamadık!

Konuşamadık!
0

BEĞENDİM

ABONE OL

DÜŞÜNDÜREN DÜŞÜNCELER

Tülay SÜKÜN

Konuşmayıp sustuğumuz her konuda, ülkece hep birlikte zararlar görüyoruz…

Uygun bir dille her konuyu konuşup, tartışmalı; anlayış, algı ve hoşgörü göstermeliyiz ki bir bütünün farklı parçaları ya da organları olabilelim…

Bu şekilde devam edersek, insanın bütünlüğünü göz önüne alındığında; kol, bacağı kabul etmiyor, bacak, mideye kızıyor, midenin sorunu böbrekle, böbrek, kalbe kafa tutuyor, konular da böylece uzayıp gidiyor…

Oysa gerçeklikler bilinerek davranılsaydı, bütünlük bozulmayacak, insan ve canlıdan yana olabilmek için özelimiz hariç hemen her olguyu KONUŞABİLECEKTİK.

Konuşamadık!

Konuşa konuşa, bir diğerimizin varlığını içimize sindirecek, kabul edecek, empati yapacak ve de hoşgörülü olacaktık…

Konuşamadık!

Başka çözüm önerisi yok, bu kadar farklı KÜLTÜRDE olup, bir arada yaşayan insanlara…

Konuşamadık!

Olur mu hiç diğer inanışları görmezden gelmek? Her kültüre saygılı olmak zorundaydık… Konuşamadık!

Yarınlar, bu günden kurulacak sonuçta!

Sorunun, gerçekte siyasi sistem olduğunu, dün kabul edebilmiş olsaydık, rant yaratmayan bir siyasi sistemde; bugünkü binlerce hasarlı ve ölümlü bu deprem felaketi de yaşanamayacaktı, DEĞİL Mİ?

Konuşamadık!

Toplumca konuşup, sorunun, siyasi sistem olduğu gerçeğini bugünden kabul edebilseydik, yarınları da bugünden kurtarabilecektik…

Konuşamadık!

Özellerimizi konuşmaktan, toplumu ilgilendiren en önemli konularda, toplumca, konuşturulmadık, konuşamadık!

Twitter’da paylaşılmış;

“Sadece asrın felaketi değil, aynı zamanda asrın bilimsizliği, asrın aç gözlülüğü, asrın liyakatsizliği, asrın aymazlığı, asrın sorumsuzluğu, asrın vicdansızlığı olsa da asrın kenetlenmesi, yardımlaşması olacak, bu umursanmayıp yol açılan felaket!”

KAPİTALİST sistemin her felaketinde, ne kadar aciz kalındığını, hep birlikte defalarca yaşayıp, gördük…

Her kafadan bir ses çıktı ama dinleyen olmadığı için konuşamadık!

Yıllar önce 1939 ve 1999 deprem felaket ağırlığını, yine bu siyasi sistem yaratmamış mıydı?

Baskı, şiddet ve dayatmalar yüzünden bunları da değerlendiremedik, özgürce konuşamadık!

Bu günkü felakette, binlerce yıkım ve can kaybına yol açan, yine bu siyasi sistemin ta kendisi değil de ne?

Konuşamadık!

İnsanlar, diğer insanların yaptığı rant içeren beton inşaatlar nedeniyle yok olup gitti…

Birbirimizin kuyusunu kazıp, masum insanları yok ettik bu KAPİTALİST demokrasili siyasi sistem yüzünden ama konuşamadık!

Niye bir başkasına saygılı olup, onu da kendimiz gibi korumuyor, zarar görebileceği ortamlardan uzaklaştırmıyoruz?

Niye bu kadar hoşgörüsüz ve anlayışsızız?

Konuşamadık!

Oysa bu dünya her birimizin… Hiç birimizin bir diğerlerinden hiç mi hiç farkı yok…

Niye herkesi kendimize benzetmeye uğraşıyoruz?

Yediğimiz içtiğimiz, paramız pulumuz, dinimiz inancımız, eşimiz cinselliğimiz, kutlamamız ve taziyelerimizin, özelimiz olup, sadece birinci derecede yakınlarımızı ilgilendiren ama başkalarını ilgilendirmeyen konular olduğunu, niye bilmiyoruz?

Birlikten kuvvet doğuyorken, toplumcu yönlerimiz yerine, özelimizi öne çıkarma bencilliklerimiz niye?

Niye, her yerde ve hep özelimizi konuştuk ve de konuşuyoruz?

Eşimizle ilgili olan özel konuları, ulu orta paylaşmıyorken, övgü ya da yergi içerikli inanç ve din dahil diğer tüm özel konularımızı, niye aile dışındakilerle konuşuyoruz?

Özelimiz, ailemizde kalsın! Tüm özellere saygı duyalım ve toplumsal gerçekliğe uygun olarak, varlıklarımızı sürdürelim…

Tabii ki özel konularımızı ortaya saçmayalım ama özel konularımız yüzünden de kesinlikle yargılanmayalım…

Bir başkasına zarar vermemiş konularda, hiç kimseye karışmayalım, onları oldukları gibi öylece kabul edelim, yadırgamayalım!

Başkalarını ilgilendiren konular, hep birlikte yapılabilecek etkinlikler, maddi ve manevi zararlı konular olabilir…

Eğitim, kültür, sanat, siyaset, spor, sağlık, genel inanç, eğlence gibi konularda düşüncelerimizi ise özgürce paylaşalım…

Ancak düşüncesini açıklayana da bir dayatmada bulunmayalım, kimsenin yoğurt yiyişine karışmayalım, hakaret etmeyelim ve kesinlikle suçlamayalım…

Birbirimize karşı saygılı ve hoşgörülü olalım ki aynı dünya toplumunda, uzun süreli, huzurlu ve mutlu dayanışabilelim…

Başkalarının bizi, bizlerin onları anlaması açısından gerçekleri görüp, özelimiz ile genel konuları birbirinden ayırmayı, öğrenmemiz gerekiyor…

Saygı sınırlarını aşmayan, kendi sahip olduğumuz hakların aynısına, diğer kişilerin de sahip olma hakları var, unutmayalım…

Hakkın farkında olan iyilik kültürlü insanlar olarak, rantsız, çıkarsız, silahsız, avrılıksız, cana kıymadan, şiddet göstermeden tüm canlılara aynı değer ve eşit hakları ön görerek yaşasak, ne olur?

Çocuklarımızı da hak ve iyilik kültüründe, karşısındakini düşünme öğretisi ile yetiştirsek, zararsızlık ruhu aşılasak, ne olur?

Bizden, hiç bir kimse hiç bir canlı hatta cansız, zarar görmese, içimizdeki iyi insan ölmese, ne olur?

Devamını Oku

Seçim…

Seçim…
0

BEĞENDİM

ABONE OL

DÜŞÜNDÜREN DÜŞÜNCELER

Tülay SÜKÜN

Kişi en iyi kendini tanır.
Oy kullanmak adına, bilip tanımadığı birini seçerse eğer, bilgili ve akıllı bir kişi mi yoksa cahil bir kişi Mİ sayılır?

Gerçekte her kişi, uzmanı olmadığı konularda cahil biri değil midir zaten?
Meslekler de bu nedenle yok mudur?
Eğer bir demirci değilsem ya da değilseniz, demirin nasıl dövüleceğini bilmediğimiz için o konuda cahiliz demektir…

İşte bu nedenle her kişi, bildiği konu hakkında söz söylemeli, uzmanı olduğu işleri yapmalıdır…

Yolcusu bin (1000) kişilik olan bir feribotta, kaç kişi gerçekten kaptanlık öğrenimi ve eğitimi almış olabilir?

Kaptanlık eğitimi almayanların, kaptanlık konusunda cahil olmaması mümkün müdür?

Ayrıca kaptanlık eğitimi alanların da bir süre çıraklık yapıp, gemiyi karaya oturtmadan, fırtınada devirmeden okyanusları geçirdiği görülüp, bundan da emin olunup, ‘Bu kişi, bu kaptanlık işinin ehlidir!’ denilip, daha sonra kaptan olarak ilan edilmesi gerekmez mi? Bu kaptanın, diğer kaptanlarla kıyaslanmasının sonucunda yapılacak bir seçimle daha iyi kaptanlık ünvanı verilebilir…

Kişi en iyi babasını annesini tanır ve kaptan olup olamayacağını görüp, anlar, bilir. Eğer onların kaptanlığıdan eminse ve diğer kaptanlardan çok daha iyi buluyorsa anne ya da babasını yönetici kaptan olarak seçer, değil mi?

Yine aynı şekilde, üretimde, işçi veya emekli sınıfındayken, NİYE tanımadığımız bir avukatı, eczacıyı, doktoru, müteahhidi, öğretmeni ya da iş adamını, bir yönetici kaptan olarak seçelim ki?

Bizim yollarımızdan geçmiş, yönetici kaptan olmanın gereklerini yerine getirmiş, çok iyi tanıyıp bildiğimiz bir işçiyi, bir emekliyi yönetici kaptan olarak seçelim!

Eğer kendi emek sınıfımızdan yönetici kaptan olabilecek nitelikte bir kişiyi tanımıyorsak, KAPİTALİST demokrasili bir cumhuriyet sistemimiz var diye, NİYE gidip oy kullanalım ki?

Bırakalım, öğretmeni öğretmenler, avukatı avukatlar, doktoru doktorlar, iş adamını da iş adamları seçsin! Her toplum, layık olduğu şekilde yönetilirmiş diyelim…

Aklımızı kullandığımız, ortak akılla oluşturduğumuz ve mantığımızla desteklediğimiz her olgunun felsefesi, en değerli varlığımızdır…

Sokrates 2500 yıl önce söyledi. DEMOKRASİ diye bir olgu yok!

Gerçekler ise bize, SINIF BİLİNCİ diye bir olgu olduğunu, gözümüze göstere göstere öğretti.

Emek ve alın terimizle mi karnımız doyuyor yoksa kapitalimiz yani paramızla mı paralar kazanıp, yemeği önümüze getirtiyoruz? Olayımız bu!

Çalışan mıyız, patron muyuz?
Toplumdaki yerimiz nerede, sınıfımız neresi? Aklımızı kullanalım, SINIFIMIZIN bilincinde olalım, buna göre davranalım…

Şimdi bu SEÇİM için ne düşünelim, NASIL davranalım?

SINIFIMIZIN FARKINA VARIP,
sayımız arttığında;

Bir kurtarıcı olmadan ortak akılla,

Seçme ve seçilmenin bulunmadığı,

Yönetimde her kişinin sırasıyla görevler aldığı,

Tüm insanların alın teri dökmeden emek vermeden geçinemediği,

Para ve silah çeşitlerinin olmadığı,

Her bireyin aynı haklara sahip olup, eşit bulunduğu,

Devlet de dahil hiç bir mülkiyetin görülmediği,

‘Ağaçlar ve toprak hiç kimsenin, meyveler ve sular herkesin!’ denildiği,

HACE Bektaş Veli’ nin adını koymadan uyguladığı, bir

“SOSYALİST SİYASİ TOPLUM SİSTEMİ”

kurabilir miyiz acaba?

Devamını Oku