Selma Erdal

Selma Erdal

29 Şubat 2024 Perşembe

Bir sayrılık… Ölmeden yaşamdan ayrılık…

Bir sayrılık… Ölmeden yaşamdan ayrılık…
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Selma ERDAL

Son yılların sayrılığı; Alzheimer…

Kısaca bu sayrılık; “günlük yaşamsal aktivitelerde azalma ve bilişsel yeteneklerde bozulma ile karakterize, nöropsikiyatrik semptomların ve davranış değişikliklerinin eşlik ettiği nörodejeneratif bir hastalık” olarak tanımlanıyor. Sayrılığın pençesine düşen; gerçekten de Zombi gibi yaşayan ölü oluyor.

Ve bu sayrılığa yakalanmamak için de, yine karşımıza çıkıyor beslenme… Ama sağlıklı ve özel bir beslenme biçimi…

Bu sayrılıktan korunmak için yöntem yeterli değil; yalnızca düzenli olarak yemeli et ve yumurta ve de illa ki süt içilmeli…

En önemlisi; beyni sağlam ve sağlıklı tutmak, stresten uzak kalmak…

Ardından bedeni çalıştırmak ki günde 60 dakikalık bir yürüyüş gerekli…

Beslenmede;

Avokado, kiwi; pazar tezgahlarının yeni güzelleri…

Fındık, ceviz yenecek avuç, avuç…

Elbette ki salatada olacak kesinlikle yeşillikler ve havuç…

En önemlisi de; hem gözün, hem beynin körlüğüne karşı önlem Somon balığıyla belirlenecek sofralarda gündem…

Olmasın istiyorsan varlığın Zombi,

Ve tutmasınlar diyorsan; bedenim yaşarken, ölen beynim için matem

Eyvallah yeriz badem

Amma ve lakin; illaki bir de alınmalı vitaminlerden B 12…

Bir kez daha yinelenmelidir ki bu sayrılığı önlemek için öncelikle SOMON BALIĞI, öncelikle ZEYTİNYAĞI gerekli…

Derken…

Kuruyemişçide kilosu 300, 400 TL iken badem…

Nasıl yesin Adem? Bu sorunsala ayrıca kafa yorulmalı…

Üstelik de “denizden babam bile çıksa yerim” sözleri duyulmaz olmuş,

Çünkü kirli denizlerde balıkların soyu kurumuş…

Zeytinyağının anası; zeytin ağaçları, yapılaşmaya kurban edilmiş…

Havuçlar; GDO’lu olarak kimliğini yitirmiş…

Ülkede yaşanan olumsuzluklar bağlamında; STRES sinir sistemimizde kronikleşmiş…

Hekim efendiler; televizyon yansılarından uyarsa da halkı…

Egemenler sürdürdükçe bu olumsuz gidişatı…

Bilinmelidir ki Alzheimer şu AK-ümmetin fıtratında olacaktır.

 

Devamını Oku

Bugün ülkem için ne yapabilirim?

Bugün ülkem için ne yapabilirim?
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Selma ERDAL

Bundan çok yıllar öncesinde, 20 Ocak 1961’de yaptığı bir konuşmasında şu sözleri söylemiş bir Demokrat olan eski Amerikan başkanlarından J.F. KENNEDY:

– My fellow Americans, ask not what your country can do for you. Ask what you can do for your country…

Türkçesi’yle demiş ki bu ünlü KENNEDY:

– Sevgili Amerikalılar; ülkem benim için ne yapabilir diye değil, ben ülkem için ne yapabilirim diye sorun!

Gerçek Amerikan düşüncesi, bizim onları algıladığımızdan ne denli başka… Fırsatlar ülkesi olarak tanımlanan bu ülkede, bir başkanın sözleriyle, Amerikalılar’ın ülkelerine bakışı… Ve bizlerin “fırsatlar ülkesi” tanımının altında, ne tür düzenlerle, düzmecelerle, aldatmacalarla paralar kazanılıp; devlete, ulusa nasıl zarar verilip, bencilliklerini doyurduklarını, kendilerini kalkındırmayı amaçladıklarını sanışımız. İşte gerçek Amerikan düşüncesi; devletin bireyler için ne yaptığından önce, bireylerin devlet için ne yaptığının öneminin vurgulandığı bir ülke, bir ulus…

Devletten hizmet bekleyenlerin, bu hizmetlerin bedeli olan vergisini peşin, peşin ödemelerinin önemi… Üstelik Dünya’nın her yöresinden göç etmiş, eskilerin deyimiyle “yetmiş iki buçuk millet”ten insanın oluşturduğu bir ulusun aynı ereği paylaşmaları, aynı amacı ilke edinmeleri… Sonuçta da; “Amerikan Rüyası” denilen bir düşün peşine düşmeleri…

Bizlere gelince, Anadolu geleneğimizden gelen paylaşımcı, hoşgörülü toplumsal yapımız savıyla sözde ulusçuluğumuz, sözde devletçiliğimiz (Ergenekoncu yaftası yapıştırılma korkusu yayılmadan öncesinde de değişmiyordu durum). Gerçekteyse; Batı toplumlarından önde giden bireyciliğimiz, bencilliğimiz…

Düşünün bir kez; bugün ülkemizde kaç kişi “Bugün ülkem için ne yapabilirim?” sorusunu doğrudan ve de dürüstçe kendine yöneltebilir?

Oranı yüksek bir yüzde ile olumlu bir yanıt verebileceğinizi hiç sanmıyorum. Çünkü bizler Osmanlı’dan bugünlere taşıdığımız “Devlet Baba bizi düşünür, düşünmelidir” anlayışından uzaklaşmış değiliz ki “Bugün ülkem için ne yapabilirim?” sorusuna yanıt arayarak güne başlayabilelim.

Tartışmaya gerek yoktur ki günümüzde bu soruyu soramayan ulusların, liberal ekonomi politikalarını izleme, kalkınmış ülke düşleri görme hakları olamaz. Örneğin; “Bugün çalışma saatlerini gerçekten de üretken bir biçimde geçireceğim, iş verimimi arttıracağım” sözünü vererek güne başlayan kaç kişi tanıyorsunuz ya da kaç kişiden; “Bugün devlete ödemekle yükümlü olduğum verginin son kuruşunu bile ödemiş olmanın huzur ve kıvancı içindeyim” sözlerini duyuyorsunuz?… Tersine pek çok kişi, devletten önce kendi bencilliklerini, çıkarlarını, kişisel yararlarını doyurmanın/sağlamanın mutluluğu içinde gece yatağına giriyor. Buna karşın yine de Batılı ülkelerle yarışabilme düşleri görüyor.

Yaşamak çok güzel, yaşam çok kısa… Şu Dünya’dan gelip, geçeceğiz.  Kuşkusuz çoğumuzun amacı, iyi yaşamak, iyi işler yapmak, dolayısıyla ardımızdan da iyi izler bırakmaktır. Bunları gerçekleştirebildiğimizde; yarınlara güvenle bakabiliriz.

Önemli olan bir ülkede yaşanan bireysel mutluluklar değil, kitlesel mutluluklardır. Bu düzeyde mutluluğa ulaşabilmek için de; gelişmiş ülkelerdeki ussal örneklerden, onların deneyimlerinden yararlanmasını bilmeliyiz. Bu bağlamda, daha iyi yarınlar için; “Bugün ülkem için ne yapabilirim?” sorusuyla güne başlamayı alışkanlık edinmeliyiz, edinmeliyiz ki “Bugün ülkem için ne yapabilirim?” sorusuyla ülkemizi yöneten siyasetçileri de seçme, denetleme, eleştirme, onlara hesap sorma hakkımız olabilsin.

1950’lerden beri Küçük Amerika düşleri görenler… Bu ülkeye BAŞKAN olmak için girişimde bulunanlar… Belki sizlere çok uzak böylesi düşünceler ve duygular ama Amerikan Başkanları “Bugün ülkem için ne yapabilirim?” sorusuyla başlıyorlar ülkelerini yönetmeye…

 

Devamını Oku

Var

Var
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Selma ERDAL

Herkesin dilinde Doğa’yı seviyoruz üzerine söylemler… Ve Doğa’nın bağrında yaşattığı çocuklarını da… Ve de en uzağımızdaki yabanından, en yakınımızda duranına değin Doğa’da yaşayan her türü, her canlıyı… Çünkü onların varlığı; varoluşumuzun güvencesi…

Yaşamının sürdürülebilirliği için Doğa’daki türlerden birisi olan İNSAN; bunu çok iyi bilmeli ve onların da yaşamlarını sürdürmelerini gerçekten istemeli… Tek bir canlı türü yok olup, gitmemeli bu gezegenden diyerek…

İşte bu gerçeği bile, bile… Özellikle de anlam veremiyorum nedense Doğa’nın çocuklarını canından sıyırıp, soymaya; tenine, kürküne bürünmek için… Kıymak, katletmek, katil olmak…

Ama ne yazık ki…

Tüyleri, kürkleri için; devekuşuna, tavus kuşuna, timsaha, tilkiye, vaşağa, samura… Hele ki anasının karnındaki astragan için; hem anasına, hem de yavrusuna saldıran acımasız eller VAR.

Daha başka neler VAR?…

Cumhuriyet’in en önemli yatırımları teker, teker yok ediliyor. Önce Sümerbank Merinos fabrikaları… Bugün de şeker fabrikaları… Ne de olsa zehir üreten CARGILL VAR.

Tarlalar da talan… Yakında zehirli tohum üreticisi MONSANTO da gelir. Sözüm ona PKK/PYD/LPG/LGBT; türet türetebildiğine, örgüt mü yok karşımıza çıkarılacak düşman olarak sürekli ülkemizi savaşa zorlayan?… Gerçekte Amerika ile üstü örtülü bir savaşımız VAR. Ama üzerimize düşmüyor bombalar diye; demeyiniz “hadi canım sen de!”…  Amerikalı zaten zehirliyor ülkemizi; tepemizden bombalar yağdırsa daha pahalı olur maliyeti… Nasılsa ülkemize girmiş onca GDO’lu mercimeği, buğdayı, tahılı, mısırı, cevizi, hepsi artık soframızda VAR.

Küre ısınıyor, kaynaklar yetmiyor. Dünya egemenleri; senin ülkeni yönetenleri oyuna getirmek için her türlü entrikanın peşinde, acımasızca, ötekileştirdiklerine hiç merhamet etmiyor.

Savaş; onlar için çelik çomak oyunu… Sam Amca sanıyor ki bu ülkenin halkı yemleyebileceği aptal koyunu… Dört yapraklı yonca yetiştirmeğe kalkışıyor senin otlaklarında… Çünkü biliyor ki o yoncaların arasında kullanabileceği pek çok işbirlikçi, kaypak, dönek VAR.

15 Temmuz 2016 gününe kadar; FETOŞ’un peşine düşenler, onun aşkıyla coşanlar, çocuklarını onun okullarında okutanlar, bir de ne görelim; 16 Temmuz 2016 sabahı ansızın AKP’li oldular, gerçekte korku belasına yandaş maskesi taktılar.

Bir gün öncesine kadar savundukları Efendileri’ni ertesi sabah terk ettiler. Ve Hazreti İsa’nın Havarileri gibi, yoldaşlıklarını inkar ettiler.

Ne derdi bizden öncekiler?… İnkar yiğidin kalesi… Bence yanlış bir söylem… İnkar; yavşağın/döneğin/kaypağın kalesi…

İşte bu ülkede bu türden pek çok yavşak, kaypak, dönek VAR; anında değerlerini, çıkarları uğruna satacak fırsatçılar, kurnazlar VAR.

Ve bilindiği gibi 1981 tarihli Anayasamız’a göre kurulan, siyasal yelpazedeki sağdan, sola her partiye; ileri, geri ya da aksak demokrasimizde yer VAR. Bu bağlamda diğer partilere olduğu gibi, ülkesi için, ulusu için siyaset yapan AKP’lilere saygımız VAR. Ama ne yazık ki onların arasında, üstelik de partilerine oldukça zarar veren, AKP maskeli FET-ÖCÜ-LER VAR.

Velhasıl…

Bu ülkede ne istersen VAR. Örneğin maçlarda televizyon başında hakem VAR; orta ve yan hakemlerin kararlarına karşılık, son sözü söyleyen “var hakem” VAR.

İşsizlik VAR. Enflasyon VAR. Yokluk VAR. Çevre sorunları VAR. Suriyelileri istemeyenler VAR. Ama insafsızca, hayasızca insan kaçakçılığı yapanlar da VAR. Yıllarca yakılması yasaklı olan karbonmonoksitli kömürü hava kirliliğine aldırmaksızın yakanlar VAR. Yaya geçitlerinde geçiş üstünlüğü yayalarda olmasına karşın; araçlarını canavarca yayaların üzerine sürenler VAR. Hırsızlık VAR. Dolandırıcılık VAR. Halkın arasında kutuplaşmalar VAR. Yarın korkusu, güvensizlik, endişe VAR. Üretmeden çokça tüketmek isteyen aylak takımı VAR. Ülkenin ormanlarını acımasızca yok edenler VAR. Tarım topraklarını yapılaşmağa açanlar VAR. Bu ülkede kazandıklarını, yaban ülkelere kaçıranlar VAR.

Kuşkusuz kadın katilleri VAR. Çocuklara, hayvanlara tecavüz eden sapkınlar VAR.

Bütün bunlara karşın; yine de bu ülkeyi seven, halkının güzel yarınlarda yaşaması için söz söyleyen, emek veren, çalışan yurttaşlar da VAR ki Tengri onların yokluğunu göstermesin!… Amen !…

 

 

 

Devamını Oku

Başa sarmak

Başa sarmak
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Selma ERDAL

CD’lerden önce kasetler verdi; müzik dinlediğimiz kasetçalar denen araçlarda kullanılan… Bazen takılır, bazen silinir, bazen kopardı kasetlerin içindeki bantlar…Ve onları düzeltmek için de boşluklarına kalem geçirilir ve başa sarılırdı, geçici de olsa çözüm bulunur, sevilen ezgiler yeniden dinlenebilirdi.

Günümüzde ülke ekonomisinin genelinde, özellikle de tarım işkolunda yaşanan sorunlar nedeniyle; sanırım başa sarmak gerekiyor. Belki de yalnızca tarım işkolunda değil, ülkede her ne varsa, kurumsal, tarımsal, eğitimsel, yaşamsal her ne varsa… Dönmek gerekiyor; Cumhuriyetimiz’in ilk on yılında bu ülkede oluşturulan ne varsa, onlarla yeniden, sil baştan buluşmağa, başa sarmağa gerek var. Öncelikle de TARIM İŞKOLU bağlamında… Aç kalmamak için…

Cumhuriyet yönetimine; Osmanlı’dan Ziraat Bankası ile birlikte bir kaç tarım okulu ve bir kaç kooperatif kalmış. Bununla birlikte; öncelikle köylünün, tefecinin elinden kurtulması amaçlanmış. Kamu kuruluşuna dönüştürülen Ziraat Bankası ile sayıları arttırılan tarım kredi kooperatifleri aracılığıyla köylüye tarımsal kredi sağlama yoluna gidilmiş. Bu kooperatifler salt kredi sağlama yönünde değil, aynı anda tarımsal ürünleri işleme ve pazarlamaya yönelik çalışmalar yapmış.

Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında; tarım teknolojisini geliştirmek amacıyla, bazı kuruluşlar da oluşturulmuş. Bitkisel tohum ve hayvan ırklarını ıslaha, Türkçesi ile iyileştirmeğe yönelik Devlet Su İşleri ve Toprak Su Genel Müdürlükleri o dönemin kuruluşlarıdır. Yine de tüm bu uğraşlara ve özendirmelere karşın; tarımsal üretim ancak “geçimlik” düzeyde olmuş, dış pazara yönelik ve ülke ekonomisine katkıda bulunabilecek üretim sağlanamamış. Ekili alanlar da tüm tarıma elverişli alanların ancak altıda birinden oluşmuş.

O dönemde ulaşım ağının yetersizliği, tarımsal ürünlerin pazara ulaşamaması nedeniyle ürün artışına da olanak sağlanamamış. Bu artış ancak demiryollarının geçtiği yörelerde ve deniz kıyılarına yakın yerlerde, pazara ulaşım kolaylığı nedeniyle gerçekleşebilmiş.

Sonraki yıllarda ekonominin tüm sektörlerinde olduğu gibi BEŞ YILLIK KALKINMA PLANLARI’nda; toprak sorunlarının Anayasa çerçevesinde çözümlenmesine ilişkin önlemler alınmış ki tarımsal ürünlerin işlenmesi ve pazarlanması ile ilgili kooperatifçiliğin desteklenmesi… Güneydoğu Anadolu Projesi’ni (GAP) geliştirmek için ilgili kuruluşlarla çalışmalar yapılması… Hayvancılığın ve hayvansal ürünlerin geliştirilmesi ve bu işkoluna dayalı dışsatımın desteklenmesi gibi…

Tarım işkoluna Beş Yıllık Kalkınma Planları’nda yer verilmesi ve GAP’ın en birinci proje olarak değerlendirilmesi de hükümetlerin tarım işkoluna ne denli önem verdiklerinin göstergesi olmuştur.

Bu çalışmaların yaşandığı süreçlerde; Türkiye, Dünya genelinde tarımsal üretim açısından kendine yeterli 7 ülkeden biri olmuştur 90’lı yıllara kadar…

Ama ne yazık ki daha sonraları tarımsal destekleme politikaları terk edilmiş. Kooperatifçilik uygulamasından vaz geçilmiş…Çiftçinin bankası olan Ziraat Bankası; çiftçiye değil, başka işkollarına hizmet eder olmuş… Mazot, gübre, tohum ve toprak için kaygılanan üreticinin çığlıklarına kulaklar sağır, sorunlarına duyarsız olunan dönemler gelmiş. Sonunda “ithal ikamesi” denilen yöntemle Türk Tarımı yok edilmiş, tarım işkolunda çalışanlar işsizliğe tutsak edilmiş ve en önemlisi de kendi, kendine yetebilen bu ülke halkının karnını doyuramaz olmuş ve yabanın arpasına, buğdayına, darısına el açmış…

Bugün bir kez daha, Cumhuriyetimiz’in ilk yıllarında olduğu gibi, yeniden tarım işkoluna önem verilmeli, bu işkolu desteklenmeli, tarım toprakları başka amaçlar için kullanılmamalı, özellikle de yapılaşmağa açılmamalıdır.

Bu ülkeye egemen olanlar; ATAM gibi traktöre binip, tarlaları sürmeli, köylüyü yeniden bu ulusun efendisi konumuna getirmek için, ona her türlü desteği vermelidir. İşte o zaman bu ülke kalkınır, yabana avuç açmaz, yeniden tarlada saban sürmeğe başlanıldığında… Otlaklarında, meralarında kuzular meleşip coştukça, bebeler de tok karınlarla yürür giderler aydınlık ve güvenli yarınlara…

Dolayısıyla bir kez daha tarımsal seferberlik için haydi kolları sıvamağa! Topraklar ekilsin, meralar yeşersin, koyunlar süt versin. Bebeler de, dedeler de tok karınla girsinler yataklarına… Bu ulus düşmesin yoksulluk bataklarına…

Bu nedenle öncelikle tarım işkolunu destekleme kararları almak için iş düşüyor TBMM’de oturanlara…

 

 

Devamını Oku

Siz güzelleşmenize bakın!

Siz güzelleşmenize bakın!
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Selma ERDAL

Kıllarınızı, tüylerinizi yolun, kaşlarınızı alın; güzelleşin!…

Şu cicileri giyin. Yüksek topuklularla gezin. Taze çiçekler, baştan çıkarıcı baharatlar gibi kokun. Sürme gözlü ceylanlar gibi bakın. Şu mücevherleri takın. Tırnaklarınızı cilalayın, parlatın ya da isterseniz kınalar yakın.  Siz güzelleşmenize bakın!…

Üstelik kim daha güzel diye aranızda yarışın. Esmerleriniz olsun sarışın, pembe-beyazlarınızsa neden tenim bronzlaşmıyor diye yakının ve kremlerle, sütlerle gün boyu güneşin altında yatın. Siz güzelleşmenize bakın!…

Yaşınız ilerlese de kır düşmesin saçlarınıza… Kırışmasın boynunuz, gerdanınız ve oluşmasın kaz ayakları gözlerinizin çevresinde… Yaşlılık izleri bedeninize bulaşmasın; kestirin, biçtirin derinizi, çektirin, emdirin yağlarınızı… Siz güzelleşmenize bakın !..

Kalırsanız yarışma dışı; yaşlılık, bakımsızlık, derbederlik, pasaklılık, çirkinlik nedeniyle, “ayol bu nasıl kadınlıktır?” gerekçesiyle birbirinizi kıskanın. Bunca uğraşınızın arasında ola ki sıkılırsa canınız; boy, boy çocuklar doğurun. Çocuklarınızı ve elbette ki erkeğinizi beslemek için hamurlar yoğurun. Sakın unutmayın; “erkeğin gönlüne giden yol midesinden geçer” ama siz de yerseniz yaptığınız pastaları, börekleri, sonrasında da şişirirseniz kalçaları, göbekleri erkeğiniz sizden kaçar. Tombul bedeninizdeki yağlar, erkeğinizle aranızı açar; her zaman sofradan aç kalkın. Açlığınızı da kocanızla sevişirken bastırın; her gece kocanızın koynunda yatın.

Dikiş, nakış, örgü… Adab-ı muaşeret, çağdaş görgü… Olsa da kapınızda, pencerenizde sürgü; çıkmayın olur, olmaza dışarıya, süslenerek, püslenerek siz yalnızca evinizde dolaşın.

Toplaşın, bir araya gelin; misafir günleri, konken partileri, gelin hamamı, gelin kınası, çeyiz sergisi, loğusa mevlidi… Siz kadınca yaşayın!…

Dükkan, dükkan gezin; en büyük aşkınız ayakkabı, öyle buyuruyor tüketim toplumu kuramcıları…

“Kanlı, canlı ve de heyecanlı erkekler varken; biz ne zaman aşık olduk ayakkabıya?” diye öyle salakça bir soru sormadan, rengarenk, alçak ya da yüksek topuklu ayakkabılar satın alın. Özellikle de yüksek topuklular, sizi daha zarif yapar, kaslarınızı da çalıştırır diyen moda gurularına inanın. Ve düşe, kalka, zorlana, darlana yürüyün taşlı, topraklı yollarda ama rahatınıza, konforunuza değil; zarafetinize bakın. Topuksuzlarla koştura, koştura nereye yetişeceksiniz ki sanki?… Keklik gibi sekerek, yürüdüğünüz yolları aşın. Ama sakın ola ki elinizin hamuruyla, erkeklerin işine karışmayın!… Siz yalnızca ve yalnızca kadınlık saltanatınızı sürmeye bakın.

Nenize gerek sizin; siyaset, ekonomi, çevre… Yormayın kafanızı böylesi gereksizliklerle… Sizin için oluşturulan güzelliklerle; yaşamdan kadınca haz alın. Size kalmamış dünyayı yönetmek… Siyasi kararlar almak, ekonomik kurallar koymak, velhasıl böylesi yorucu işlerle o güzel başınızın içindeki küçücük beyninizi çürütmek… O işleri erkeklere bırakın; siz güzelleşmenize bakın!…

Bunca uğraşınız varken, yine de boş zamanınız kalıyorsa, kendinize ulvi ve de uhrevi işler yaratın. Özellikle de menopoza giriyorsa bedeniniz, akmıyorsa kanınız; alın elinize kutsal kitapları, öğrenin orada zikredilen hitapları, iyicesine çekin elinizi, eteğinizi dünya işlerinden, öbür dünyanıza yatırım yapın, gerekirse yatağınızı bile ayırın erkeğinizden, ama onun için bir cariye de arayın.

Sakın, sakın ola ki ve de zinhar; erkeğin işine karışmayın!… Dilediğince siyaset yapsın, sömürsün dünyayı ve dünyalıyı… Savaşlarla kana bulasın dünyayı, bombalar üretsin, ürettiği bombaları paraya dönüştürmek için savaşlar türetsin. Öldürsün “yarattığı düşman” ülkenin; çocuklarını ve kadınlarını… Sormadan, sorgulamadan; silin erkeğinizin elindeki kanları ve kahramanınız olarak karşılayın onları… Ve siz; dünyada olup, bitene değil güzelleşmek için aynanıza bakın…Üstelik aynanız; dünyadaki en güzel kadının siz olduğunu söylemek yerine, “savaşlar nedeniyle ölen, yaralanan, sakatlanan, tecavüze uğrayan kadınlar varken, güzelleşmek, güzelleşmeyi düşünmek senin neyine ?” dese de, siz aynanıza aldırmayın, o bile kıskanıyor güzelliğinizi, işte bu nedenle siz güzelleşmenize bakın !…

Ve sizler emekçi taifesi; İğneci Sabriye, Terzi Mualla, Berber Saniye, Ağdacı Emine, Ebe Hanife, Temizlikçi Zarife uslu, uslu durun olduğunuz yerde… Sizler de ekmek yiyeceksiniz güzelleşen şu kadınlar sayesinde… Geri kalanınız; külliyen odalık ve cariye… Elbette ki eline kutsal kitap alanlarınız; iki dünyada da huriye…

Bunca işiniz, uğraşınız varken; karışmayın erkeklerin işine… Üstelik durduk yere “Gökyüzünü yarısı bizindir” diye haykırmak da niye?… Siz yalnızca güzelleşmenize bakın!…

 

Devamını Oku