Habip Hamza ERDEM
ÖSO’dan SMO’ya dönüşen sözde ‘vekil’ milisler ile İŞID’lı gömleğini çıkardığını söyleyen Golanlı Ahmet’in başkanlığındaki ‘Heyet’, ‘Suriye Demokratik Devrimi’ne (SDD) yaklaştıklarını söylüyorlar.
Bu ‘Demokratik Devrim’in ‘Demokratik’liği nereden geliyor denirse; önce Devrim’in başat ögesi olan YPG’nin, on yıl önce, ‘Suriye Demokratik Güçleri’nin (Hêzên Sûriya Demokratîk) başına geçmesiyle başlıyor.
Suriye’deki ‘Heyet’in başındaki Golanlı Ahmet de, İŞID’lı ‘gömleğini çıkararak’ demokrat olmayı kabul etmiş olduğunu söylüyor.
Millîlik ise Yaşar (son gülen iyi) Güler’in içinde bulunduğu ‘Heyet’ten geliyor.
Bu ‘Heyet’ Türkiye’de ‘yerli’, Türkiye dışında ise ‘göçer’ millîdir.
Çünkü, Davutoğlu, Sinirlioğlu, Fidanoğlu, Kalınoğlu, Uçumoğlu ve ne kadar bilmem ne oğlu varsa bu ‘Heyet’in içinde ama Suriye’nin dışındadırlar.
Her ne kadar son anda akla gelse de, ÖSO’dan SMO’ya dönüştürülerek ‘Millî’lik eksikliği de, en azından şeklen tamamlanmış oluyor.
Buna da millî bir ‘gömlek giymek’ diyelim.
Peki ama, ‘Demokratlık’ ve ‘Millîlik’ sıradan bir ‘gömlek giyip çıkarmak’la olunabilecek şeyler midirler?
Kaldı ki, ‘Asıl’lar Suriye’nin dışında ‘vekil’ler içindedirler.
Yani Suriye’ye ‘demokrasi’ de ‘millîlik’ de dışarıdan getirilmektedir.
Zaten ‘Yerlilik’, Afrika’dan, Kafkaslara, Balkanlardan Orta Asya’ya uzanan uluslararası bir ‘yerlilik’ biçimindedir.
Böylece ‘Suriye Demokratik Devrimi’nin ‘etimolojik’ eksiği tamamlanmış olmaktadır.
Suriye’de, ‘Rejim’i devirmenin bir ‘Devrim’ ve hem de ‘Demokratik’ bir devrim olduğu ‘etimolojik’ olarak tamamlanmış olsa bile ‘epistemolojik’ olarak ‘Millî Demokratik Devrim’ grubuna sokulabilir mi?
Örneğin Türk Devrimi’yle uzaktan yakından bir benzerliğinden söz edilebilir mi?
Hemen belirtelim ki, tam anlamıyla bir ‘Millî Demokratik Devrim’ olan Türk Devrimi ve o günün benzer Millî Demokratik Devrimleri’nin birincil özelliği emperyalizme karşı olup ‘Ulusal Bağımsızlık’ hedefine yönelik olmalarıdır.
İkinci olarak yerel halka ve bu halkın örgütlenmesine dayanmaktadırlar.
Üçüncü ve onsuz olmaz bir özellik olarak, laik yani egemenliğin halka ait olduğu ilkesine dayanmalarıdır.
Burada ‘laiklik’i ‘din ve vicdan özgürlüğü’ gibi bir ‘zırva’ olarak gören çok bilmişlere ‘halk egemenliği’ni anlatacak değilim.
Onlara sadece top ve tüfekle de ‘egemenlik’ kurulabileceğini ama bunun bir ‘halk egemenliği’ olmadığını anımsatarak geçeyim.
Şimdi başa döner ve Suriye Demokratik Devrimi’ni tanımlamaya çalışacak olursak; yapılan işin sıradan bir ‘Darbe’ olduğunu ve kesinlikle ‘Devrim’ olamayacağını belirtebiliriz.
Yani yapılan iş, ‘asıl’lardan alına ‘akıl’, ‘ekmek’ ve ‘silah’la kendi öz ‘rejim’lerine ‘vekâleten’ bir ‘Darbe’den başka bir şey değildir.
Devrim’in öyle ‘don gömlek değiştirmek’le yapılacak kolay bir iş olmadığının bilinmesi gerekiyor.
Kısaca belirtilecek olursa; eğer kendi görüş ve ideallerinizi halka benimsetip, örneğin İdlip’ten başlayarak yüzbinleri bulan bir ‘Halk hareketi’yle Şam’a kadar gelse idiniz, sizi temin ederim Esad da, örneğin Binali gibi uçağına atlayıp nereye gidecekse oraya kaçardı.
Kaldı ki ne Mao ne de Gandi gibi ‘uzun yürüyüşler’ yapmanıza da gerek yok.
Çünkü, örneğin Türkiye’de Kılıçdaroğlu Suriye’nin kuzeyden güneye olan uzaklığının iki katını yürümüştür ama bunu bir ‘Devrim’e dönüştürememiştir.
Demek ki, yüzyıl önce olduğu gibi, öncelikle ‘Halk’ın ‘karar ve azmi’ni kazanmanız gerekiyor.
Böylece bir halkın ‘karar ve azmi’ kazanılmadıkça, ne ‘Demokratik’, ne ‘Yerli’ ve ne de ‘Millî’ bir ‘Devrim’ yapılamayacağı söylenebilecektir.
Ama Mossad’dan akıl, Amerika’dan silah, Avrupa’dan para, Türkiye’den ekmek alarak, onların ‘emir ve komutası’nda ‘Demokratik Devrim’ yaptığınızı söylerseniz, sizi ancak size ekmek verenlerin basın ve yayın organları parlatıp cilalayabilir.
Cilalı sunucuları, aptal gazetecileri ve aymaz akademisyenleri ne derlerse desinler, sizler gaddar çapulcular olarak anılmaktan kurtulamazsınız.
Ve yarın, size benzer bir başkaları gelip sizi devirebilirler.
Buna Türkçe’de ‘Haydan gelen huya gider’ denilmektedir.
Oysa ‘Devrim’ Tarih’e bir çivi çakmak gibidir.
Çivinin kalitesine göre kuşaklar hatta yüzyıllar boyu sürer gider.
Ve dünya halklarının her devirde yakalarına takmak istedikleri bir rozet gibi ışıldar.
Ki herhangi bir ‘hegemonist güç’ onun ışığını kesmeye yetmez.
YORUMLAR