Habip Hamza ERDEM
Kişisel yoksulluk veya zenginlerin lüks amaçları için ya da kapitalist olmayan, örneğin köylü, zanaatkâr vb’nin kredi alması durumunda, Marx, alınan borcu ödememe ya da ödeyememe konumuna düşebileceklerini söylemektedir (1).
Çünkü faiz (-riba) kapitalist ‘üretimin hücrelerinde’ yaşamını sürdürmektedir.
Fakat bu varlığını sürdürme, sadece Marx’ın kredinin kendi sisteminin ‘parasal baz’ı diye adlandırdığı şeyin varlığını sürdürmesi dolayısıyla olasıdır.
Tıpkı, sermayenin dolanım aşamalarının farklı olmasının, sanayi sermayesi ve finansal sermayenin karşılıklı bağımlılığına uyumlu olması ve ‘parasal sistem’in ‘kredi sistemi’nden farklılığının da ‘genel eşdeğer’ paranın rolü ve değer yasasına dayanan para ve kredinin karşılıklı bağımlığına uyumlu olması gibidir.
O nedenle, kredinin özgül yapılarının çözümlemesinin, faiz-riba olarak varlığını sürdürmesini ve modern kredinin kendi sistemindeki daralmaları anlamamıza olanak veren bir kredinin parasal kuramı çerçevesinde olabileceğini söyleyeceğiz.
Konjontürel dalgalanmalara ise daha ileride değineceğiz.
2° ‘Kredi Parası’
Ricardo’nun ‘Couurency School’ ve Thomas Tooke’un ‘Banking School’ (2) anlayışına karşıt olarak Marx, (altın ya da ikamesi olan değerli maden) olarak para ile konvertibl banka paralarını ayırmaktadır.
Ancak bu sonuncuların ‘kredi aracı’ olarak dolanımda yeraldıklarını ve dolayısıyla dolanım yasalarına bağımlı olacaklarını söylemektedir.
“Eğer dolanım ve ödemelerin hızı veri olarak alınacak olursa, malların fiyatları ve alış-veriş kitlesi tarafından belirlenen miktar dolanan paranın gerçek miktarı olacaktır” (3).
“Demek ki dolanımdaki banka parasının -banka parası ve altın miktarını etkileyen sadece ticari gereksinmeler olmaktadırlar” (4).
Bu iki nokta, yani para ile banka paralarının farkı ve banka paralarının parasal niteliği sırasıyla ele alınacak ve aralarındaki ilişkiyi anlamak, Marx’ın yaptığı gibi, ‘kredi sistemi’ ile ‘para sistemi’nin ayrılmasıyla mümkün olacaktır. Ve bu da, ancak kredi parasının parasal kuramı çerçevesinde anlam kazanacaktır.
Bununla birlikte Marx’ın gerek Ricardo ve gerekse Tooke’a karşı çıkarken, kendi kredi sistemlerine dahil ettikleri bir dizi ögeyi de dikkate aldığı söylenebilir.
Gerçekte, bankalar tarafından piyasaya sürülen banka paraları, tüccar ve sanayiciler tarafından kullanılan kredi araçlarından türetilmektedirler. Demek ki, ticari senetler, poliçeler, kambiyo senetleri (lettre de change), banknot ve çekler yani tüm alacaklı belgeleri, sadece kişiler arasında olsalar ya da bankalar tarafından para çevrilmiş olsalar bile dolanım aracı konumuna gelmekte olup, kredi sistemi içine girmektedirler.
Bununla birlikte, bu tek sistem içinde, ‘ticari kredi’yi ayırmak gerekmektedir. Yani yeniden-üretimle uğraşan kapitalistlerin karşılıklı olarak anlaştıkları kredi ile “temelden farklı bir işlem olan banka kredisi” ni (5) ayırmak gerekmektedir.
Birinciler “kredi sisteminin temelini oluşturup, tipik biçimi poliçe, yani belli süreli ödeme aracı olması”dır (6). Ki bir tüccardan diğerine iskonto yapılmadan el değiştirmektedir.
İşte bu ticari kredi, “kredinin gerçek temeli’ ni (7) oluşturmakta olup, kökenini basit dolanımdan almaktadır. Zaten böylece para, ödeme aracı olma işlevini, satıcı alacaklı ve alıcı da borçlu olarak geliştirecektir.
“Kredi parası, doğrudan kaynağını ödeme aracı olarak paranın işlevinden almaktadır. Satılan mallar için düzenlenen sertifikalar başka alacaklılar için kullanılmak üzere dolanıma girmiş olmakta, kredi sistemi geliştikçe, para da yavaş yavaş ödeme aracı olma işlevini yerine getirmektedir” (8).
Ticari kredi, demek ki, para sistemi ile kredi sistemi arasındaki sınırda yer almaktadır. Kredi sistemi ile bütünleşerek, paranın ödeme aracı olma işlevine içkin bir ‘çelişki’yi de beraberinde getirmektedir (9).
Çünkü parayı bir yandan metalik biçiminden kökten koparmakta ama onun içinde yeniden-canlanmış olarak yeralmaktadır.
Paranın metalik biçiminden ayrılması (dématérialisation), mallar ve paranın eşzamanlı değişimi tarafından ikame edilmesine yol açmakta, borçlu ve alacaklıların ‘meşru sözleşmeleri’yle paranın değer ölçüsü olduğu ve satılan malların fiyatını belirlediği kabul edilmiş olmaktadır.
Yani, para böylece hem hukuksal ve hem de ekonomik işlevi üzerinde uzlaşılmış niteliğine kavuşturulmuş olmaktadır.
Ödemeler denkleştirilidiğinde, sanki paraya gereksinme yokmuş gibi ortalıkta görünmemekte ve tüccarlar ve üreticilerin finansal bilançoları dengeye gelmiş olamaktadır.
Finansal işlemlerin denkleşmesi demek, toplamda borç ve alacakların biribirlerini götürdükleri anlamına gelmektedir.
(Sürecek)
(1) Ibid., tom e Il, pp. 259-260.
(2) ‘Currency School’ ve ‘Banking School’ klasik ekonomistlerin bugün de devamı olan ‘parasalcı’ (monétariste) ekonomistlerce savunulan ve enflasyondan kaçınmak için, piyasaya sürülen her türlü paranın karşlığının Merkez Bankalarınca altın olarak tutulması gerektiğini söylemektedirler.
(3) Ibid., p. 183.
(4) Ibid., p. 187.
(5) Ibid. , p. 141.
(6) Ibid.
(7) Ibid. , p. 64 .
(8) Le Capital, ouv. cité, li vre premier, tome I, p. 144.
(9) Ibid , p. 143.
YAZARLAR
15 saat önceYEREL HABER
16 saat önceYEREL HABER
18 saat önceYAZARLAR
2 gün önceYAZARLAR
2 gün önceYAZARLAR
2 gün önceYAZARLAR
4 gün önce