Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Habip Hamza Erdem

‘Milet’in kökeni

Millet, ‘Devlet’in de ‘Ülke’nin de türümüdür (genèse) demiştim.

Büyük olasılıkla, kimileri bunda ne var diyecek ve kimileri de hiçbir şey anlamadığını itiraf edecektir.

O nedenle biraz açalım.

‘Türüm’, türemekten geliyor, arapçası ‘mahreç’ olabilir mi bilmiyorum.

Ama ‘ilk kaynak’, ‘çıkak’ veya örneğin su için ‘göze’ denilebilir.

Ve buradan, suyu temel alarak bir akılyürütme yapabiliriz.

Belli bir coğrafyanın kimi kesimlerinde su ‘göze’leri vardır.

Bu küçük sular, başka gözelerden gelerek ‘dere’ler oluştururlar.

‘Dere’ler ‘Çay’lara, çaylar ‘Irmak’lara, ırmaklar ‘Nehir’lere dönüşüp ya Van Gölü ve Hazar Denizi gibi iç denizlere açılırlar.

Son nokta ise ‘Okyanus’lardır.

Şimdi ‘İnsan toplulukları’ için aynı benzetmeden gidilirse, önce ‘Aile’, sonra ‘Akrabalık’, ardından ‘Aşiret’ ve giderek ‘Halkımsı’ (peuplade) veya doğrudan ‘Halk’ların (peuple) oluştuğunu söyleyebiliriz.

Peki ama ‘Millet’ ya da ‘Ulus’ (nation) ne zaman oluşacaktır?

İşte çoğu toplumbilimci veya ‘siyaset bilimci’nin aklının ermediği yer tam da burasıdır.

Geçen gün, televizyonun birinde, bir ‘siyaset bilimci’, ben ‘bilim adamıyım’ dedi ve ekledi; ‘Halkın düzeyine inilmez, olsa olsa çıkılır’.

En hafif deyimle bu sözde bilimcinin ‘düzey’ kavramını bilmediğini söylemeliyim.

Yaptığına ise, kötü anlamıyla ‘popülizm’ yani sözde ‘halk sevici’ denilebilir.

Doğadan veridiğimiz su örneğine döner ve bir ‘göze’den çıkan ‘su’ya ‘aile’ diyecek olursak, bu ailenin ‘halk’ aşamasına gelinceye değin, ‘dere’, ‘çay’, ‘ırmak’, ‘nehir’ gibi aşamalar geçireceği ve dolayısıyla bu aşamalardan hangi ‘düzey’ine inilip-çıkıldığını bu ‘siyaset bilimci’miz söyleyebilir mi?

Madem ki örneğimiz ‘su’dur, öyleyse her aşamaya ‘su’ deyip geçemeyiz.

İşte burada ‘bin yıllık’, beşbin yıllık ‘Millet’lerden söz edenler de bu kaba (vulgaire) tanımlamanın büyüsüne kapılmışlardır denilebilir.

Oysa ‘Millet’ olabilmek için, bir ‘doğal akış’ın belli bir noktada ‘insan iradesi’yle ‘dönüştürülmüş’ olması gerekiyor.

Buna da ‘baraj’ kurmak yani doğal akışa bir ‘set çekip’, değişik gözelerden, derelerden, çaylar, ırmak ve nehirlerden gelen suyun belli bir alanda ‘toplanması’ örneğini vereceğiz.

Bu ‘barajı kuran irade’ye ‘Devlet’ diyoruz.

‘Devlet’ barajın kendisi gibi de anlaşılabilir.

‘Dere’lerin, çay, nehir ve ırmakların belli bir noktada göllenmesi sonucunda ‘Devlet benzeri’ otoritelerin oluşmasına da ‘Devlet’in geçirdiği aşamalar diyelim.

Ancak ‘Modern Devlet’le birlikte, ‘Ulus’ denilebilecek bir baraj oluşturulacaktır ki, o barajda toplanan çok değişik dereler, çaylar, nehir ve ırmaklar ‘aynı koşullar’da aynı ‘yazgı’yı paylaşmış olacaklardır.

Yani her dere, çay, ırmak ye da nehir ‘kendi başına’ hareket etme yetisini, barajın bütününe vermiş olmaktadır.

Öyle benim suyum tatlı, benimki sıcak, benimki zengin madenler içeriyor diyemeyeceklerdir.

İşte son yıllarda moda olan ‘Devlet-ulus’ karşıtlığı, değişik kaynaklardan gelen suların, sözde ‘kültürel zenginlik’ adı altında, içinde yer aldıkları barajda bir ‘çatlak’ yaratıp farklı yöne akmak isteğine dayandırılmaktadır.

Ki, bu tür istekler, barajın o yaratılan çatlaktan patlamasına da yol açabilecektir.

Şimdi de, Türkçe’de yanlış bir biçimde dillendirilen ‘Ulus-Devlet’ kavramına gelelim.

Ulus-Devlet, aynı örneğimizden devam edecek olursak, tüm dere, çay, ırmak ve nehirlerin ‘insanlık’ denilen bir okyanusa ulaşması aşamasında söz konusu olabilecektir.

Bu aşamada ‘Ulus’lar, hangi barajlardan gelmiş olmasına bakılmaksızın, bir ‘insanlık okyanusu’nun  koşullarına ve yazgısına tabi olacaklardır.

O nedenle de, ‘tektipleştirme’ diye basite indirgenen ama gerçekte kendilerinin ‘uluslaşma’larını sağlayan ‘Devlet’leriyle birlikte anılabileceklerdir, ama artık kendileri de ‘Ulus’ olma bilinciyle ‘Devlet’lerini yönlendirebileceklerdir.

Yani, ‘Devlet’in ‘Ulus’u kurma, inşa etme ya da yaratma işlevi tamamlanmış olacak ve ‘Devlet’ ulusu değil ama ‘Ulus’ devleti yönetecektir.

Böylece ‘Ulus Devlet’ kavramı da haklı ve yerinde bir kavram olabilecektir.

Sözü uzatmanın anlamı yok.

Öncelikle ‘siyaset bilimci’ olarak ortalıkta dolananlar ile gerçekten ‘bilimci’ olmak isteyenler başta olmak üzere, o düzeyine inmeye çalıştığımız halkımızı bu ‘örnek’ üzerinde düşünmeye davet etmiş olalım.

Sadece bu ‘su’ örneğinden hareketle, ırk, halk, ulus gibi terimler üzerinde düşünmeye çalışsınlar diyeceğim.

O zaman, bin yıllık tarihleri ile son yüz, elli, yirmi ve hatta son on yıllık yakın tarihlerine yakından bakmak daha bir anlamlı olacaktır.

Ya da ‘uluslaşma süreçleri’ni tamamlayamadıkları için ‘Devlet’lerinin nasıl kendileriyle kedinin fareyle oynaması gibi oynadıklarını da görebileceklerdir.

‘Düşman’ diye gösterdikleri birine nasıl ‘dost’ diye sarılıp, ‘teörist’ diye savaştıklarını nasıl ‘kurtarıcı’ diye takdim ettiklerini daha iyi anlayabileceklerdir.

‘Devlet aklı’ diye kutsanan şeyin ise ‘akıl-makıl’ değil ama üç-beş aklı-evvelin ‘akılsızlık’ları olduğunu görebileceklerdir.

‘Devlet adamı’ diye bildiklerinin ise gerçekte birer ‘muşmula’dan başka bir şey olmadığına ikna olabileceklerdir.

Ve asıl gücün kendilerinde olduğunun ayırdına varabileceklerdir.

Çünkü kendileri ‘su gibi aziz’dirler, buna kuşku yok.

Ama gözdeki ‘su’ mudurlar, yoksa dere, çay, ıramak ya da nehirdeki su mudurlar veya barajda birbirlerine karışmış olan ‘su’ mudurlar, önce bunun bilinmesi gerekiyor.

Sonra, Devlet’e çok şey borçludurlar, çünkü onları biraraya getirerek büyük bir güç oluşturmuştur.

Ancak baraj kapaklarının yönetimini ele geçiren üç-beş zıpçıktı, kendilerini ‘insanlık’ denilen okyanusa yöneltmek yerine, Devlet benim diyerek kapakları istediği biçimde açıp-kapayarak, her gün bir başka bilinmeze yöneltmek istemesine bir dur demek hakkına sahiptirler.

İşte asıl soru da sorun da bundan başkası değildir.

Gerisi ‘siyaset bilimci’lerin fantezisine girer, ki zerre önemi yoktur.

 

 

 

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER