Hani günlerdir ‘turpların büyükleri heybede’ diye bir söz gündeme oturdu ya, bunu söyleyenin hangi ‘uzsöz’ümüzü doğru bir biçimde dile getirdiğine tanıklık ettik ki, şimdi düzeltmeye kalkalım.
Kaldı ki Türkçe’yi doğru kullanan yurttaş sayımız da giderek azalmakta.
En saygın medya kuruluşlarında bile, örneğin ‘telefon görüşmesi gerçekleştirdi’ gibi, aptalca ve Türkçe olmayan bir sözde ‘dil’ yerleşmiş bulunmakta.
Telefon görüşmesi ‘gerçekleştirilmez’ a aymaz, ‘yapılır’, Tanrı seni nasıl istiyorsa öyle yapsın e mi?
O arada benim yazılarımdaki klaviye hatalarını, yazı yayınlandıktan sonra gördüğümde, yüzümün nasıl kızardığını anlatamam diyerek geçiyorum.
Gelelim ‘Turpun büyüğüne’.
Eğer günlerdir ‘Apo gelip Meclis’te konuşsun’ sözüne bir ‘turp’ diyecek olursak, ‘turpun büyüğü’nün ne analar ağlamasın ve ne de Hakkari dağlarında kekik nevruz toplama hayalleri olmadığını söyleyebiliriz.
Turpun büyüğü Kuzey Suriye’de bir ‘Kürt antitesi’nin doğmuş bulunmasıdır.
Kim ne derse desin, Kuzey Suriye’deki Kürt nüfusun bir ‘statü’ kazanmış olduğu yadsınmaz bir gerçekliktir.
AK Ordu’nun kocamış ‘turp’ları on yıldan fazla bir süredir yanlış bir ‘strateji’ uygulayarak durumu içinden çıkılmaz bir hale getrimiş bulunmaktadırlar.
Burada, ‘vekalet savaşları’ denilen yeni ‘askeri konsept’in de yanlış anlaşılıp yanlış uygulandığını söyleyeceğim.
Varsayalım ki, Suriye’de bir ‘vekalet savaşı’ uygulamak zorunluluğu doğmuş bulunsun.
Ve varsayalım ki, Hatay’dan Halep’e kadar bir Türkmen nüfus yoğunluğu vardır.
Eğer gerçekten bir Türk Ordusu var ve onun başında yetkin komutanlar olsaydı, öncelikle bu Türkmen nüfusu örgütleyip silahlandırırlardı.
Ancak Tuğrul Türkeş’in ‘vallahi de billahi de’ diyerek yeminle söylediği gibi, Hakan Fidan’ın MİT’i, Türkmenler yerine IŞİD artıklarına silah ve para yardımı yaptılar.
Yani Irak-Şam İslam Devleti kurma hayali taşıyan Orta-Çağ özentili teröristleri sözde ‘el altından’ ama gün gibi apaçık bir biçimde desteklediler.
Dönemin Dış İşleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ve Jandarma Genel Komutanı Yaşar Güler, Hakan Fidan’la birlikte, Türk Ordusu’nun mühimmat fabrikalarını IŞİD’ın emrine verdiler denilse yeridir.
Kaldı ki, sözüne ‘AK Bakan’ların tümünden fazla güvenilen Sedat Peker bunu dillendirmişti.
Olayların ayrıntısına girmeden, daha geniş bir perspektiften bakarak söyleyeceğim şu ki; MİT’i, ‘Emniyet’i, ‘Ordu’su ve ‘Yargı’sını ele geçiren Cumhuriyet Düşmanı kesimler, Şam’a şekere giderken Halep’teki Türkmenler’den olmuşlardır.
Suriye’de, Esad’ların kimlik bile vermedikleri Kürtler, nasıl bir ‘akıl’ kullanmış olurlarsa olsunlar, bugün bir ‘kimlik’ ve ‘statü’ kazanmış bulunmaktadırlar.
Ve ‘Turp gibi’ ayaktadırlar.
Türkiye’de ise, söylemeden geçmeyeceğim, Memduh Bayraktaroğlu kadar ‘aklı’ olanlar ile Devlet Bahçeli kadar Türkçü olanlar, hem Türkiye içindeki ‘Türkçülük’ü ve hem de yurtdışındaki ‘Türk soylular’ı korku ve endişeye sürüklemişlerdir.
‘Apo’nun ipine sarılmak’ konumuna düşmüşlerdir.
Toparlayacak olursam, konu ne ‘analar ağlamasın’ ve ne de ‘barış gelsin’ edebiyatı olmayıp, Türkiye’yi göz göre göre batırdıkları bataklıktan nasıl çıkarırım telaşıdır.
O arada, turpun en büyüğü de, yirmi iki yıldır işlediği suçları affettrimek için bir ‘gerekçe’ arayışındadır.
O nedenle DEM’li belediyeleri bırakıp CHP’li belediyelere saldırmaktadır.
‘Ümit Özdağ vak’ası’ ise, özünde bir ‘turpçuk’tan başka bir şey değildir.
Ama onu da ‘Yeni Ergenekon Davası’ diye köpürterek, dikkatleri başka tarafa çekeceklerdir.
Oysa, Suriye’de sürdürdükleri ‘çapulcu yağması’, ‘vekalet-mekalet’ denilse de tükenmiştir.
Suriye’de kazanılacak bir tek adet akide şekeri bile kalmamıştır.
Suriye’nin imarı için ağızlarından salya akan ‘Yağmacı sermaye’nin de, bir süre sonra akılları başlarına gelecektir.
Ama hem Türkiye’deki Türkler ve hem de Suriye’deki Türkmenler ne kadar çok şey kaybettiklerini çok daha sonra anlayacaklardır.
Ama artık heybelerinde ‘turp-murp’ kalmamış olacaktır.
Eğer zaman zaman ‘tarihten ders çıkarmak’ gibi bir yola başvurulacak olursa; Sovyet’leri dağılmasının ardından Türkiye ve Türkler’e gün doğdu, artık ‘Orta Asya Türkleri ile buluşulacak ve Türkiye Orta-Asya’nın yıldızı olacak denilmişti.
Turgut Özal ve Özalcı’ların parlattıkları ‘yıldız’ın sonradan nasıl söndüğünü hep birlikte görmüştük, değil mi ama?
Hakan Fidan ise o günlerin TİKA başkanı mı ne idi?
Tarih değişiyor ama ‘zihniyet’ ve hatta ‘kişi’ler değişmiyor sanki.
O zaman ‘zihniyet’i değiştirmeye ‘kişi’lerden başlamak gerek desek, yanlış mı olur acaba?
Yani önce şu ‘turp’un değişmesi gerekiyor, bence yerine ‘şalgam’ da gelse olur.