Zeki Sarıhan

Zeki Sarıhan

01 Mayıs 2024 Çarşamba

Hayatı Hakikiye Sahneleri-5

0

BEĞENDİM

ABONE OL

zek zeki

ŞÖYLE KIZARMIŞ TAVUK GETİR

Ayhan’ın benden beş yaş küçük kardeşim olduğunu okuyucular başka yazılarımdan hatırlayabilirler.

1983’te ikimiz birden 1402’lik olmuştuk.  Hem Öğretmen Dünyası’nda, hem Öğretmen Yayınlarında görevliydik. Ben ayrıca Kütüphanelerde araştırma yapıyordum.

3 Aralık 1984’te İstanbul’dan bir adres sormak için derginin başında bulunan Kifayet Özaydın’a telefon ettiğimde  “Ayhan gözaltına alındı!” dedi. Hemen İstanbul’daki işlerimi bırakıp Ankara’ya döndüm.

Yıl uğursuzundu! Türkiye tam bir polis devletiydi. Sevgili kardeşime ne yapacakları belli mi olurdu? Ankara Emniyet Müdürlüğündeki DAL’a  (Derin Araştırma Lâboratuarı) alınıp da işkenceden geçmeyen yoktu. Arkadaşımız Avni Maviş’i polis komiseri olan amcaoğlu, eliyle teslim edip işkence yapılmayacağına söz aldığı halde Avni bundan kurtulamamış. Baki Özilhan da kendisine işkence yapanlara gazeteci olduğunu söylediği halde “Allah olsan fayda yok!” cevabını almıştı.

Devlet Başkanı Kenan Evren, resepsiyonlarda elinde viski kadehiyle Türkiye’de işkence olmadığını, bunun Türkiye’yi kötülemek için dışarıda uydurulduğunu söylüyordu…

Ayhan’ı alıp nereye götürmüşlerdi acaba? Emniyetle ilgili kimi bulduksa, her kanalı deneyerek bilgi almaya çalışıyorduk. Hiçbir yerden sağlıklı bir haber alamıyorduk. Emniyet’in üst katlarına çıkarak oralarda olup olmadığını sordum. Yoktu! Bir de zemin kattaki DAL‘a sormalıydım. Kapının deliğine yaklaşarak koridordaki polise seslendim. Ayhan’ın orada olduğunu öğrendim. Kardeşi olduğumu söyleyerek ne durumda olduğunu öğrenmek, çamaşır vermek istediğimi söyledim.  İşkencecilerden olduğu apaçık olan polis, hem burada herkesin devletin “şeyi” altında bulunduğunu, dışarıdaki söylentilere inanmamamızı söylüyor,  hem de beni de içeri almakla tehdit ederek “Seni de alalım içeriye de gör nasıl bir yer olduğunu” diye tehdit ediyordu. “Ayhan’ı görmek istiyorum” dediğimde de “Gösterelim de bizi şikâyet et öyle mi” diyerek içeridekilerin ne durumda olduğunu itiraf ediyordu.

Bir insanın yakınlarından biri günlerce işkence altındayken çektiklerini, her dakikasının ona zehir olduğunu, gece uykuları uyuyamadığını tahmin edebilirsiniz. Hele anaların… Köydeki annemi avutmak için ona “Durumu iyi imiş, yakında çıkacakmış” gibi mektuplar yazıyordum.

Burası uzun hikâye. Ayhan bu olayı “Düşe Kalka” ve “Unutmayacağız,  Barışmayacağız, Affetmeyeceğiz” adlı kitaplarında yetkin bir dille yazdı. Ben burada basit gibi görünen bir olaya değineceğim.

TAVUK HIRSIZI

Günlerce süren aramalarımızdan, sorup soruşturmalarımızdan sonra Ankara Emniyet Müdür Yardımcısı Attila Bey, telefonla Ayhan’ın DAL ‘da olduğunu doğrulayarak, birkaç gün sonra Mamak’a gönderileceği bilgisini verdi. Kendisiyle görüşme isteğimizi de kabul etti. Günlerdir hazır beklettiğim çamaşır torbasını aldım, bir taksiye atlayarak Attila Bey’in makamına çıktım. Bana sigara ve çay ikram etti! “Kötü bir dönem geçirdik. Geçirmez olaydık” dedi. “İnşallah yakında çıkar” diye ekledi. Yanıma bir görevli katarak beni DAL grubuna gönderdi. Önümdeki görevli, “Bizi Attila Bey gönderdi” diyerek kapıdan girdi, ardından da ben. Böylece ilk barajı geçmiş olduk. İkinci baraj olarak salonda bir komiserin oturduğu masa önümüze çıktı. İki taraftaki hücreler arasında görevliler dolaşıyordu.

Yetkililerden biri beni görünce fena halde sinirlendi. Telaşa kapıldı. Nasıl buraya kadar girebildiğimize hayrat ederek beni dışarıya attılar. Ancak çamaşır poşetini şu notla Ayhan’a götürdüler. 1 kazak, 1 gömlek, 1 atlet, 1 don, 1 uzun yün don, 1 çift yün çorap, 1 havlu, iki paket sigara. Ayhan’dan bunları aldığına dair bir not geldi.

20 Aralık günü Fatsa’dan ağabeyim geldi. Gene Attila Bey’in izniyle DAL’ın kapısına dayandık. Amacımız Ayhan’ın peşinde olduğumuzu ileterek ona moral vermekti. Polis ona iletilmesini istediğimiz pusulayı veremeyeceğini, yalınız kendisine okuyabileceğini söyledi. Dediğine göre öyle de yaptı.

Ayhan’ın bir şeye ihtiyacı var mı diye sordurduk. Polis Sesini alçaltarak:

“Yiyecek kuru bir şeyler getirin. Ben veririm. Hani şöyle ekmek içinde tavuk gibi. Sigara da getirin. Kibriti de unutmayın” dedi.

Sevinç içinde soluğu Ulus’ta aldık. Fırsat bu fırsattır diye bir piliç kızartması ve yanına çörek, süt, daha başka kullanım eşyasıyla 10 paket sigara aldık. (Birinin markası Dunhill’di. Ciğerleri bayram etsindi zavallının!) DAL’ın kapısının penceresinden Doğan adlı polise verdik. Gitti, geldi, “Verdim!” dedi.

Emniyet binasından az çok rahatlamış olarak döndük. Olayı anlattığımız arkadaşlar,  tavukla sigaranın Ayhan’a ulaşma şansı olmadığını, bunları polislerin iç etmiş olabileceğini söylediler de inanmadım. Nasıl olurdu, onlar yaptıkları işkence karşılığında maaşlarını alıyorlardı zaten…

Ayhan, 25 Aralık günü 20 günlük sakalla çıkıp geldi. Karanlık bir hücrede tutmuşlar. Tabii işkence yapmışlar ve hepsine dayanmıştı. Zaten saçma sapan bir sorgulamaydı. Mamak’tan bırakılmış.

Söz arasında kızartılmış tavuğu alıp almadığını sordum. Tavuk, çörek, süt yüzü görmemişti…

İşkence yapan bir ekibin en adi hırsızlıklar için kullanan “tavuk hırsızı” olması da beklenebilirmiş demek ki… Bir kere insanlıktan çıkmaya görsün…(Fatsa,Beyceli 15 Eylül 2016)