Suay Karaman

Suay Karaman

12 Kasım 2024 Salı

KKTC  

KKTC   
0

BEĞENDİM

ABONE OL

 

19 Ekim Pazar günü Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde (KKTC) yapılan ikinci tur cumhurbaşkanlığı seçimini, oyların %51,7’sini alan Başbakan Ersin Tatar kazandı. KKTC’nin beşinci cumhurbaşkanı olan Ersin Tatar, kurucu cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ın çizdiği yolda yürüyecektir. Bu zorlu dönemde, Türkiye ile dayanışma içinde Kıbrıs Türklerinin özgürlük mücadelesine emek vereceğine inanıyor ve başarılı olmasını diliyoruz.

KKTC’de cumhurbaşkanlığı seçiminde iki taraf vardı. Birinci taraf, iki farklı bağımsız devletin olduğunu söylüyor, tarihi, kültürel, sosyal, etnik, dinsel ve ekonomik bağlar nedeniyle Türkiye ile güçlü ilişkiler geliştirilmesini istiyordu. İkinci taraf ise, federasyonu savunuyor, Rumlara ve Avrupa Birliği’ne yakın olunmasını dile getiriyor; bu yolda önemli tavizler vermeyi bile kabul ediyordu. Kıbrıslı Türkler, “federasyonu görüşmeye devam edelim” diyen mevcut cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’yı değil, “artık masada başka çözüm olmalı” diyen Ersin Tatar’ı cumhurbaşkanlığına getirerek, yeni bir sayfa açtılar.

Türkiye’nin Ege’ye ve Akdeniz’e açılan kapısı Kıbrıs, özellikle son yıllarda Akdeniz’deki enerji kaynaklarının gündeme gelmesiyle, daha önemli bir konuma gelmiştir. 1960 yılında imzalanan Londra ve Zürih Antlaşmalarıyla Türklerin ve Rumların egemen eşitliği ilkesine dayalı olarak kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti hiçbir zaman barış ve istikrar adası olamadı. Çünkü Rumlar, Kıbrıs Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Mihail Hristodulu Makarios’un (1913-1977) öncülüğünde planlanan ve Akritas adı verilen kanlı eylem planlarıyla Türkleri güç kullanarak Kıbrıs’tan tasfiye etmeyi amaçladılar. Bu planlarını 21 Aralık 1963 tarihindeki kanlı Noel eylemleriyle hayata geçirmeye başladılar. Makarios’un şu söylemi yıllardır Rumlar için değişmeyen bir eylem biçimi olmuştur: “Türkleri Akdeniz güneşinde tereyağı gibi eriteceğiz.”

Türkiye’nin, Kıbrıslı Türkleri Rum saldırılarına karşı korumak amacıyla başlattığı hazırlıklar, 1964 yılında ABD tarafından engellendi. Böylece Rumlar 1960 yılında imzalanan Londra ve Zürih Antlaşmalarını fiilen geçersiz kılarak Kıbrıslı Türkleri devletteki tüm görevlerinden uzaklaştırdılar ve yönetime el koydular. Rumların silah zoruyla devleti ele geçirme girişimlerine sessiz kalan ABD ve Avrupa ülkelerinin tutumu sonucunda Kıbrıs sorunu bir çözüme ulaştırılamadı. 1960 Londra ve Zürih Antlaşmalarına dayanan ve garantörlük haklarımıza uygun olarak 20 Temmuz 1974 tarihinde Türkiye’nin yaptığı Barış Harekâtı Kıbrıs’ta fiilen barışı ve huzuru sağlamıştı. Kıbrıs Barış Harekâtı ile Kıbrıslı Türkler can ve mal güvenliğine kavuşturulmuş ve Kuzey Kıbrıs’ta demokratik, laik ve bağımsız bir cumhuriyetin kurulması sağlanmıştır.

Kıbrıs sorununun çözümü için yapılan görüşmelerde Rumlar, sürekli yeni tavizler kopartma peşinde koştular ve Kıbrıs’ın tamamında egemenlik hakları için çalıştılar. Bunun yanında Türkiye’deki siyasi iktidar geçmişte federasyoncu, Rumların ve Avrupa Birliği yanlılarının tarafında yer alarak, Rauf Denktaş’a düşmanlık etmişti. 2004 yılında “yes be annem”cileri destekleyerek, Annan Planı’na evet demişti. Daha fazla taviz alabilme gerekçesiyle Annan Planı’nı reddeden Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ise, 1960 Londra ve Zürih Antlaşmaları açıkça ihlal edilerek Avrupa Birliği’ne üye yapıldı.

Emperyalizm bütün dünyada bölünmeyi desteklerken, Kıbrıs’ta farklı etnik, dinsel, kültürel kökenden gelmelerine ve farklı dili konuşmalarına karşın Türkler ile Rumlar arasında bütünleşmeyi istemesini sorgulamayanlar, federasyonculuğa sıcak bakmaktadır. Kıbrıs’ta iki toplumu bütünleştirmeye çalışmak iyi niyetli bir girişim değildir. Buradaki asıl amaç Türkiye’nin, Kıbrıs gibi jeopolitik bir yapıyla buluşmasını engellemektir. Böylece Kıbrıs’ta yaşayan soydaşlarımız zaman içinde asimilasyona ve göçe uğratılacaktır, azınlık olarak yaşama hakkı verilecektir.

7 Temmuz 2017 tarihinde İsviçre’nin Crans Montana kentinde yapılan görüşmelerde Rumlar, Türkiye’nin Kıbrıs’tan bütün askerlerini geri çekmesi ve garantörlük haklarından vazgeçmesi gibi koşullar öne sürdü. Böylece görüşmeler başarısızlıkla sona erdi.

İçişleri, Dışişleri ve Adalet Bakanlığı yapmış olan İngiliz İşçi Partisi milletvekili Jack Whitaker Straw, 1 Ekim 2017 tarihinde The Independent gazetesine yazdığı “Kıbrıslı Türkler ve Rumlar Arasındaki İhtilafı Ancak Adanın Bölünmesi Sona Erdirebilir” adlı makalesinde özetle şu görüşü dile getirmişti: “Yaz başında Kıbrıslı Türkler ve Rumlar arasında bir anlaşma sağlamak amacıyla onbirincisi gerçekleştirilen uluslararası girişimler, daha önceki bütün gayretler gibi Kıbrıs Rum Hükümeti tarafından reddedildi. Şartları ne olursa olsun, bundan sonraki çabalar da ondan sonrakiler de böyle olacak. Artık Adayı “iki bölgeli, iki toplumlu” bir hükümet oluşturarak birleştirmenin mümkün olabileceği saçmalığına son vermenin zamanıdır. Çözüm Adanın taksimi ve kuzeydeki Kıbrıs-Türk devletinin tanınmasıdır.” Yıllardır uluslararası alanda sürüncemede kalan bu sorunun çözümü için, Kıbrıs’ta iki devletli bir çözümden başka yol kalmadığı ortaya çıkmıştır.

Türkiye Cumhuriyeti ve KKTC birbirinden kopmadan, birbirilerinin içişlerine karışmadan, birlikte hareket etmek zorundadırlar. Doğu Akdeniz sorununun tam merkezinde olan Kıbrıs, daha da önem kazanmıştır. Türkiye için Kıbrıs Türklerinin güvenliği ve ekonomik esenliği ne kadar önemliyse, adanın jeopolitik ve stratejik konumu da özellikle bugünlerde çok önemlidir. Türkiye Doğu Akdeniz’deki dengeleri iyi hesaplayarak, düşmanlık politikası yerine yeni dostlar kazanmak ve yeni işbirlikleri kurmak yolunu seçerse KKTC’nin tanınması kolaylaşır. Bu aşamalardan sonra KKTC’nin adının da Kıbrıs Türk Cumhuriyeti olması gündeme getirilmelidir.

26 Ekim 2020.