Suay Karaman

Suay Karaman

15 Nisan 2024 Pazartesi

Yerel seçim üzerine

Yerel seçim üzerine
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Suay KARAMAN

14 Mayıs 2023 genel seçimlerinden 10 ay sonra yapılan yerel seçimlerde, CHP’nin %37,8 oy oranıyla birinci çıkması çok önemlidir, başarıdır ve gelecek için umut olmuştur. CHP yöneticileri ve belediye başkanları bu başarıları ne kadar iyi değerlendirirlerse, önümüzdeki genel seçimlerde iktidar olma şansları o kadar yüksek olacaktır. 1961 Anayasası’ndan sonra yapılan genel ve yerel seçimlerde belediye başkanlığında CHP’nin birinci parti olarak oy aldığı seçimler aşağıdadır. Uzun yıllar başarılı olamayan CHP, şimdi umut sunmuştur.

Genel Seçimler Oy Yüzdesi
15 Ekim 1961

36,7

14 Ekim 1973

33,3

5 Haziran 1977

41,4

Yerel Seçimler Oy Yüzdesi
9 Aralık 1973

39,6

11 Aralık 1977

45,7

31 Mart 2024

37,8

 

 

 

 

 

31 Mart 2019 yerel seçimlerine katılım oranı %84,6 iken, 31 Mart 2024 yerel seçimlerine katılım oranı %78,5 olmuştur. İki seçim arasında seçmen sayısı yaklaşık 4.300.000 artmışken, 2024 seçiminde kullanılan oy sayısı yaklaşık 180.000 azalmış,  geçerli oy sayısı ise yaklaşık 470.000 azalmıştır. Sonuçta sandığa gitmeyen ve geçersiz oy kullananların toplamı yaklaşık 15.500.000 kişiye ulaşmış ve bu da seçmenlerin yaklaşık %25’ine denk gelmektedir. Bu oran seçimlerin sonucunu etkileyecek niteliktedir.

CHP’nin belediye başkanlığı kazandığı illeri 2019 yerel seçimleriyle kıyaslayınca, Muğla’da %18,9; Mersin’de %14,4; Ankara’da %9,2 ve Kırşehir’de %8 oranında oyunu arttırdığı görülmektedir. Buna karşılık Çanakkale’de %21,1; İzmir’de %9,3; Sinop’ta %7,4 ve Adana’da %7,1 oranında oyunun düştüğü görülmektedir. CHP yöneticilerinin oyların neden ve nasıl düştüğü konusunu çok detaylı bir şekilde incelemeleri gerekir. Ayrıca Kırklareli ve Tunceli belediye başkanlıklarının, CHP’den ayrılanların bağımsız olarak seçime girmeleri sonucu yitirilmesi de irdelenmelidir.

CHP, kazandığı 14 anakent belediye başkanlığıyla birlikte sadece Bursa hariç belediye meclislerinde de çoğunluğu almıştır. 21 ilde kazandığı belediye başkanlığında ise Edirne hariç diğerlerinde belediye meclisinde çoğunluk AKP ve MHP’dedir. Bu durum belki biraz sıkıntı yaratabilecektir. Ancak CHP’nin AKP’yi geçerek birinci parti olması, birçok algının kırılmasına neden olduğu gibi AKP’nin yenilmezliğini de sona erdirmiş oldu. İşte bu olgu umut doludur ve gelecek için heyecan vericidir.

Ülkemizde toplumun refah seviyesinin günden güne düşmesi, ekonomik sıkıntıların büyümesi, geçim derdiyle boğuşmanın yanında emeklilere asgari ücretin bile altında on bin lira maaş verilmesinin de seçim sonucunu etkilediği görülmektedir. Belirli ölçüde laiklikle ilgili kaygılar da seçim sonucu üzerine etkili olmuştur. Seçmen büyük oranda AKP karşısında güçlü gördüğü parti CHP’yi ve içlerine sinmese bile belediye başkan adaylarını destekledi. Böylece CHP birinci parti olarak, büyük bir sorumluluk üstlendi. Siyaset, toplumsal sorunları, doğru bir programla toplumun yararına çözmek, toplumu ikna edip, memnun etmektir. Bu başarıldığı zaman siyasal, ekonomik, eğitim gibi tüm sorunların da çözüleceği görülecektir. Ranta geçit vermeden toplumun yararına hizmet yapıldığı zaman başarılar gelecektir.

Bu sonuçlardan sonra iktidar için hazırlık yapması gereken CHP, Atatürk ilke ve devrimlerine sahip çıkarak, laik, çağdaş ve bilimsel eğitime önem vererek aydınlanma yolunda topluma ışık saçmalıdır. Tam bağımsızlık ve emperyalizm karşıtlığı ilkelerinde buluşan CHP’nin, kuruluş ayarlarına dönerek bunu başaracağına inanmak istiyoruz.

Devamını Oku

Yeni dönem

Yeni dönem
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Suay KARAMAN

31 Mart Pazar günü yapılan yerel seçimlerle birlikte yeni bir döneme girdik, bu yeni dönemin de zorluklarla geçeceğine şüphe yoktur. Yerel seçimlerde alınan sonuçları, özellikle ekonomik yönden büyük bir çöküntü içindeki toplumun zincirlerini kırması olarak görmek mümkündür. Bunun yanında Tayyip Erdoğan ile AKP iktidarının baskıcı ve duyarsız tutumlarını da eklemek gerekir.

Bu başarıyı sadece cumhuriyeti ve demokrasiyi savunan laik kesimin başarısı diye görmek yanlış olur. Çünkü on ay önce yapılan 14 Mayıs genel seçimlerde durum tam tersiydi. CHP’ye çok güvenildiği için değil, AKP’ye artık yeter demek için, seçmenler bu yolu izlemiştir.

Şimdi CHP yönetimine ve seçilen belediye başkanlarına büyük sorumluluk ve görev yüklenmiştir. CHP yönetimi en kısa sürede bir güne sığdırılmayan bir tüzük kurultayı toplamalıdır. Parti içi demokrasiyi hayata geçirmeli ve parti üyelerini güncellemelidir. Parti içi dahil olmak üzere tüm seçimlerde yargıç denetiminde ön seçim yapılmalıdır. İktidara hazırlanmak için bunların yapılması gerekmektedir. İktidar olmak için topluma güven verilmesi gereklidir. Seçilen belediye başkanları ranta yönelik işlerden uzak durmalı, halk için, toplum için gerekli hizmetleri yapmalı, özverili çalışmalarda bulunmalıdırlar.

Atatürk’ün partisi, devrimlere ve Altı Ok’a sahip çıkmalı, tam bağımsızlık ve emperyalizm karşıtlığına sarılmalıdır. Altı Ok, birbirinden ayrılmaz bir bütündür; bu okların bazılarını kaldıralım diyenler emperyalizmin hizmetinde olanlardır. Bunları iyi tanımalı ve gereken tepkiyi vermek zorunluluktur.

Atatürk’ün ölümünden sonra özellikle sistemli bir şekilde laiklik yok edilmeye başlandı. Bu konuda vurucu darbeler önce Adnan Menderes, sonra 12 Eylül 1980 darbesi ve ardından Turgut Özal ile yapıldı. Ardından Tansu Çiller, Necmettin Erbakan ve son olarak Tayyip Erdoğan ile laiklik yok edildi. Bugün anayasamızda laiklik yazmasına karşın eğitimde, yargıda, kışlada, devlet kurumlarında laiklikten eser kalmamıştır.

İşte bu durumla savaşması gereken öncelikli siyasi parti CHP’dir. Ama bugün CHP’li yöneticiler tarafından laikliğin çiğnendiğine tanık olmaktayız. İstanbul Anakent Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, seçim kazanma belgesini (mazbata) alınca makamında ailesiyle birlikte basına açık dua yaparak görevine başlamıştır. Beş yıl önce de aynısını yapmıştı. Belediye Başkanının makamı kamusal alandır, dua gerekliyse evde yapılması uygundur. CHP’nin Manisa Alaşehir Belediye Başkanı Ahmet Öküzcüoğlu da, ikinci dönemine Kuran’ı öperek başladı ve şöyle dedi: “Kutsal kitabın öngördüğü şekilde dinimizin tüm değerlerine sahip çıkacağım. Peygamber efendimizin söylediği gibi belediyenin her delikli kuruşunu devletin bir hırkası sayacağım.”

Bu olaylar açıkça laikliğe aykırı eylemlerdir. Bunu bir AKP’li yapsa haklı olarak eleştirirken, CHP’liler yapınca sessiz kalmak, tepki vermemek iki yüzlülüktür. CHP genel başkanı İzmir Bayraklı’da seçim konuşmasında kürsüden ayet okumuştu. Diyanet Akademisi’ne onay vermek, türban için yasa önerisi vermek, “Çevreme Duyarlıyım, Değerlerime Sahip Çıkıyorum” (ÇEDES) projesine gerekli tepkiyi vermeyerek laikliğin yok edilmesine giden süreçte AKP’nin yolu böyle açıldı. Zaten CHP’nin önceki genel başkanı da 21 Eylül 2010 tarihinde Berlin’de “laiklik tehlikede değildir” demişti. Eşsiz liderimiz Atatürk’ün kurup emanet ettiği laik cumhuriyetimizi sahiplenip, savunacağımız yerde, aksi yönde siyasal İslam’ın rotasında ilerlemek, açıkça ihanettir.

Bu laikliğe karşı olan tutum, CHP’ye oy veren, hatta üyesi olanları da etkilemiş görünmektedir. Sosyal medyada ve bazı sosyal medya gruplarında bu durum açıkça görülmektedir. Türbanı savunan, hayırlı Cuma ve kandil kutlamaları yapan, dini kullananlara övgü düzenlerin olduğunu görmek, toplumun geleceği açısından üzücüdür. Üstelik bunlara laiklik içinde gerekli yanıtı verince de bizleri din düşmanı, Atatürk karşıtı olarak nitelendirmektedirler. CHP üyesi bir kadın kendisini “muhafazakar solcu” olarak nitelemişti; halbuki solcu dediğiniz devrimci olur; tutucu değildir, yenilik, aydınlık yanlısıdır. Sözünü ettiğimiz kişi bu satırların yazarına; Atatürk düşmanı dedi ve benim laikliği dinsizlik olarak gördüğümü söyledi. Türbanın siyasi İslam’ın simgesi olduğunu söylediğimizde bir başkası Atatürk’ün annesinin de türban taktığını söyleyerek tarihten, devrim yasalarından ve eğitimden hiç paylarını alamadıklarını ortaya koydular. İşte bunun gibi durumlar geleceğin çok rahat olmayacağını göstermektedir. Çünkü laik, çağdaş ve bilimsel eğitim yok edilince, din odaklı eğitim ile bu şekilde sorgulamayan, düşünemeyen çarpık zihinler ortaya çıkmaktadır. O yüzden ülkemizin en önemli sorunu eğitimdir ve ciddiyetle, kararlılıkla üzerinde durulmalıdır.

Dinin siyasete alet edilmesi, laiklik ilkesine uygun bir durum değildir. Dinin siyasete alet edilmesi, devleti yönetenlerin toplumsal yaşamı dine göre şekillendirmesi, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın devletin tüm kurumlarında ve yaşamın her alanında boy gösterip fetvalar vermesi uygun değildir. Dinin siyasete alet edilmesi, halkı ayrıştırmış ve kindar bir nesil yetiştirdiği gibi insanları da dinden uzaklaştırmıştır. Din bir vicdan sorunudur ve bir insanın sadece kendi sınırları içinde kalmalıdır. Türkiye Cumhuriyeti bir din devleti değildir, laik bir devlettir. Üstelik Türkler sadece Müslüman değildir, başka dinlere inananlar da vardır.

Yeni dönem, yeni ve zorlu sorunlarla birlikte bizleri beklemektedir. Öncelikle laik, çağdaş ve bilimsel eğitime önem vererek, toplumu ortaçağ karanlığından kurtarmak gerekmektedir. Bu yüzden Atatürk ilkelerine bağlı CHP’ye büyük görev düşmektedir. Bunun yanında Atatürk ilkelerini özümseyen demokratik kitle örgütlerine de sorumluluk düştüğünü bilmeliyiz.

Azim ve Karar, 8 Nisan 2024.

 

Devamını Oku

Demlenme

Demlenme
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Suay KARAMAN

31 Mart yerel seçimleri yaklaştıkça partilerde bir demlenme gözleniyor. PKK/YPG’nin, TBMM’ndeki siyasi uzantısı yeni adıyla Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM) ile birlikte olmak isteyen partiler artık açık açık kartlarını oynamaya başladılar.

AKP, sürekli olarak CHP’yi DEM Parti ile ortaklık kurduğu için eleştirirken, bırakın geçmişte yaptıkları ihanetleri, bugün DEM partililer açık açık AKP’ye destek vermeye başladılar. CHP üst yönetimi, DEM Parti ile birlikte yerel seçimlere, bazı yerlerde aynı listelerle girerken, kurdukları kent uzlaşısı adı altında yaptıkları pazarlıkla da DEM Parti adayları için kampanyalara katılıyorlar. Hatta bazı yerlerde kendi adaylarını çekip, yerine DEM Parti’nin Kürtçülük yapan, bölünmez bütünlüğümüze aykırı söylemde bulunan adaylarını koyuyorlar.

DEM Parti’nin Mardin Anakent Belediye Başkan Adayı Ahmet Türk, 17 Ocak 2024 tarihinde Irak’taki Rudaw TV’ye konuk oldu ve AKP’nin MHP ile ittifakları olduğu müddetçe Tayyip Erdoğan ile bir araya gelmelerinin mümkün olmadığını söyledi. Ahmet Türk’ün konuşmasından bazı bölümler şu şekilde: ”AKP bu politikayla yürüyemez, gün geçtikçe kaybediyorlar. Politikalarını yeniden gözden geçirmek, değiştirmek zorunda kalıyorlar. Kürt halkına düşmanlık yaparak bu siyaseti devam ettirirlerse kaybederler. Bu nedenle yeni bir siyasetin ortaya çıkmasını umuyoruz. Doğrusu Kürt halkı kucaklanmalı. Kürt halkına düşman gözü ile bakarsanız Türkiye ne demokrasiye ulaşabilir, ne de ekonomik olarak da kalkınamaz. CHP, derin devleti ikna edemez. Tayyip Erdoğan edebilir. AKP ve Meclis’ten isimlerle görüşmeler yapıyoruz.”

DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, 15 Mart 2024 tarihinde Elazığ’ın Karakoçan ilçesinde partisinin düzenlediği Nevruz mitinginde “Dolmabahçe mutabakatına dönülmesi çağrısı yaptı ve “sarayın da duyacağı şekilde bir kez daha sözümüzü de çağrımızı da yineliyoruz” dedi.

16-17 Mart 2024 tarihinde İnsan Hakları Derneği’nin Diyarbakır’da düzenlediği “Kürt Meselesinin Çözümü ve Barış Konferansı”nın sonuç bildirisi açıklandı. Bildiride siyasi partilerin Kürt meselesinin çözümüne dair niyet ve program ortaya koymaları, Abdullah Öcalan’ın sürece dahil olması, sivil bir anayasanın gündeme alınması, Kürtlerin seçme ve seçilme ile temsil hakkını ortadan kaldıran uygulamalara son verilmesi, Kürt meselesinin demokratik yöntemlerle çözümü için Kürt ve muhalif siyasetçilerin siyaset yapmalarının önündeki engellerin kaldırılması; sivil siyasetin önünün açılması, Kürtçe’nin hayatın her alanında kullanılması gibi isteklerde bulunuldu.

Selahattin Demirtaş’ın 13 Nisan 2023 tarihinde sosyal medyadaki paylaşımı şöyleydi: “Halkımıza sözümüz olsun, çatışmadan beslenen Erdoğan rejimi sonrasında PKK’nin Türkiye’de tümüyle silah bırakması için elimizden geleni yapacağız ve mutlaka başaracağız.” 16 Mart 2024 tarihinde Diyarbakır’da düzenlenen konferansa mesaj gönderen Selahattin Demirtaş; “barışın muhatabı Öcalan’dır, Erdoğan’dır” dedi.

17 Mart 2024 tarihinde İstanbul Yenikapı’da DEM Parti’nin düzenlediği Nevruz Bayramı etkinliğinde PKK terör örgütünün çocuk katili başı Abdullah Öcalan lehine sloganlar atıldı ve posterleri taşındı. Etkinlikte konuşan DEM Parti İstanbul Anakent Belediye Başkan adayı Meral Danış Beştaş “her bir oy Demirtaş’ı özgürleştirecek” dedi. Leyla Zana, 21 Mart 2024 tarihinde Mardin’de Nevruz Bayramı kutlamalarında yaptığı konuşmada “1993’de Öcalan’ın başlattığı barış sürecinin yeniden başlamasını istiyor musunuz, bu yolun yeniden açılması için hazır mısınız?” diye sordu.

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Devlet Bahçeli, 17 Mart 2024 tarihinde partisinin 14. Olağan Büyük Kurultayı’nda yaptığı konuşmada “Bu benim için bir final, bu seçim benim son seçimim” diyen Tayyip Erdoğan‘a seslendi. Seslenişi şöyleydi; “Ayrılamazsın, Türk milletini yalnız bırakamazsın. Bunun için Cumhur İttifakı olarak yanındayız, beraberindeyiz. Yeni yüzyılın kurtarıcı lideri olarak sizi görmek istiyoruz.”

Aynı Devlet Bahçeli on yıl önce 8 Nisan 2014 tarihinde partisinin grup toplantısında şunları söylemişti: “Bu yüce makama seçilecek şahsiyetin şaibeden uzak, temiz sicile sahip olması şarttır. Türk milleti kral seçmeyecek, sultan atamayacak. Peki ne yapacak? Cumhuru temsil edecek, milli kimliğe saygı duyup benimseyecek hakkında şaibe olmayan kişiye onay verecektir. Önce özerkliğe, arkasından Kuzey Kürdistan’a açık kapı bırakandan cumhurbaşkanı olmaz. Türkiye’yi birbirine düşürmeye çalışandan cumhurbaşkanı olmaz, bebek katili ile müzakere edenden, teröristlere kucak açandan cumhurbaşkanı olmaz, adaletten kaçandan, rüşvetçilere kol kanat gerenden cumhurbaşkanı olmaz, evdeki paralarını sıfırlarken haysiyeti sıfıra düşürenden cumhurbaşkanı olmaz, milliyetçiliği ayaklar altına alandan Türkiye Cumhurbaşkanı olmaz, olamayacak. İki yanlıştan bir doğru çıkmaz. Tekeden süt sağılmaz. Recep Tayyip Erdoğan’dan cumhurbaşkanı olmaz.”

Bu yapılan açıklamalarda doğrular olduğu kadar, yanlışlar çoğunluktadır. Türkiye Cumhuriyeti’nde hiç kimse Kürt kökenli yurttaşlarımıza düşman gözü ile bakmaz çünkü toplumun böyle bir sorunu yoktur, Türkiye Cumhuriyeti “ayrıcalıksız yurttaşlık” tanımı üzerine kurulmuştur ve bu tanım anayasada da yer almaktadır. DEM partililerin istekleri emperyalizmin dayatmasıdır, bunları anlamadan demokrasi havarisi kesilenler, toplumu aldatmaktadır. Toplumun her kesimi anayasa gereği ayrıcalıksız olarak her türlü hakka sahiptir. Emperyalizm tarafından dillendirilen ve ayrıştırıcı bir vurgu olan “Kürt sorunu” ifadesinin kullanılması, Kürt kökenli yurttaşlarımızı ötekileştirmektedir; Kürt kökenli yurttaşlarımız da ülkemizin eşit ve onurlu yurttaşlarıdır. Ülkemizde Kürt sorunu değil, Kürtçülük ve PKK terör örgütü sorunu olduğunu açıkça dillendirmeliyiz.

Türklüğü reddedip Türkiyelilik kavramını kullananlar, sözde Ermeni ve Rum soykırımına destek olanlar, Said Nursi, Şeyh Sait, Seyit Rıza gibi emperyalizmin beslemesi hainleri yere göğe koymayanlar ihanet içindedirler. Üstelik bu emperyalizmin piyonlarıyla, emperyalizme karşı mücadele eden Deniz Gezmiş ve Mahir Çayan’ı birlikte anmak ise büyük bir aymazlıktır, sapkınlıktır, çürümüşlüktür. 17 Mart 2024 tarihinde İstanbul’daki etkinlik sonrasında sosyal medyada DEM Parti İstanbul Anakent Belediye Başkan adayı Meral Danış Beştaş bunu dile getirerek, kültürsüzlüğün ve ihanetin boyutlarını sergilemiştir.

Olayları ve söylemleri yerli yerine oturtabilirsek, ABD’nin güdümündeki DEM Parti ile AKP’nin anlaştırılmaya çalışıldığı ortaya çıkmaktadır. Zaten bunu bilen Devlet Bahçeli de kendi partisi dışlanacağı için Tayyip Erdoğan’a  “ayrılamazsın” demektedir. İşte emperyalizmin kucağında yapılan siyaset böyledir. Büyük Ortadoğu Projesi içerisinde kendilerine verilen rolü oynayan Kürtçü siyasi hareketlere hiçbir şekilde güvenilemeyeceği de görülmektedir. Tayyip Erdoğan’ın ABD’ye, ABD’nin de Türkiye’ye gereksinimi olduğu için bu kirli siyaset oyununun topluma hiçbir katkısı olmayacağı gibi zararı dokunacaktır. Toplum sürünmeye devam ederken, siyasi partiler de demlenmeye katkı sağlayacaktır.

Azim ve Karar, 25 Mart 2024.

 

 

Devamını Oku

Tıp Bayramı

Tıp Bayramı
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Suay KARAMAN

14 Mart 1827 tarihinde Osmanlı Padişahı Sultan 2. Mahmut (1785-1839), hekimbaşı Mustafa Behçet’in (1774-1832) katkılarıyla Tıbhane-i Âmire ile Cerrahhane-i Mamure’yi kurdurtmuştur. 1836 yılında Tıbhane-i Âmire ve Cerrahhane-i Mamure birleştirilmiş ve Mekteb-i Tıbbiye (Tıp Okulu) adını almıştır. 17 Şubat 1839 tarihinde Mekteb-i Tıbbiye’nin eğitiminde, batıdaki benzerleri örnek alınarak, yeni düzenlemeler yapılmış ve Mekteb-i Tıbbıye-i Adliye-i Şahane adını alarak görkemli bir törenle hizmete açılmıştır. Açılış törenine katılan Sultan 2. Mahmut konuşmasında; “Burada insan sağlığının hizmetine çalışılacağından, bu okulu diğerlerine üstün tuttum” demiştir. Tıp eğitiminin modernleşmesi için yurt dışından hekimler getirilerek, ilerleme sağlanmaya çalışılmıştır.

Türkiye’de tıp eğitiminin başladığı gün olarak kabul edilen okulun kuruluş günü olan 14 Mart, Tıp Bayramı olarak kutlanmaya başlamıştır. İlk tıp bayramı 14 Mart 1919 tarihinde işgal altındaki İstanbul’da, tıp öğrencileri tarafından kutlanmıştır. O gün, tıbbiye 3. sınıf öğrencisi olan Hikmet Boran’ın (1901-1945) önderliğinde, tıp okulu öğrencileri İstanbul’un işgalini protesto için toplanmış ve onlara devrin ünlü doktorları da destek vermişti. Bu nedenle 14 Mart Tıp Bayramı, emperyalizme başkaldırının da adıdır, milli mücadelenin çoban ateşlerinden biridir.

1929-1937 yılları arasında 12 Mayıs günü Tıp Bayramı olarak kutlanmıştır. 12 Mayıs 1400 tarihinde kurulan Bursa’daki Yıldırım Darüşşifası’nın ilk Osmanlı hastanesi ve tıp okulu olduğu için, bu tarih Tıp Bayramı yapılmıştır. Ancak zamanla bu uygulamadan vazgeçilmiş ve yeniden 14 Mart Tıp Bayramı olmuştur. 224 Sayılı Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi Yasasının mimarı ve ilk uygulayıcısı Prof. Dr. Nusret Fişek (1914-1990), 14 Mart Tıp Bayramı’nın 1935 yılında Tıp Talebe Cemiyeti’nin öncülüğünde kutlandığını bildirmiştir. Öğrenci derneğinin başlattığı bu eylem, Mart 1937 tarihinden itibaren gelenekselleştirilmiştir.

1933 yılında Mekteb-i Tıbbiye-i Adliye-i Şahane, İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesine çevrilmiş, ardından 1945 yılında Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi ve 1954 yılında Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi kurulmuştur.

Eşsiz liderimiz Atatürk zamanında milletin sağlığını korumak ve desteklemek devletin ilk ve en önemli görevi olarak benimsenmiştir. Bu görev tüm yurda yayılarak, tüm yurttaşları kapsamıştır. Sağlık Bakanı ve daha sonra Başbakan olan Dr. Refik Saydam (1881-1942) zamanında sağlık sektörünün kuruluşunu ve örgütlenmesini düzenleyen yasalar çıkartılarak, sağlık hizmetlerinin temelleri atılmıştır. Bunun yanında nitelikli eleman yetiştirilmesine de önem verilmiştir. Birçok ilde devlet hastaneleri, doğum ve çocuk bakım evleri açılmış, veremle savaş dispanserleri kurulmuştur. Sağlıklı yaşamak için gereken önlemlerin bütünü anlamına gelen Hıfzıssıhha Enstitüsü, 27 Mayıs 1928 tarihinde kurularak, birçok aşı ve serum başarıyla üretilmiştir.

5 Ocak 1961 tarihinde kabul edilerek, 12 Ocak 1961 tarihli Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren 224 sayılı Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi Yasası çok önemlidir. 224 sayılı yasa, cumhuriyetin ilk yıllarında başlayan ve 1950’li yıllara kadar ülkemizin sağlık sektörüne damgasını vuran Dr. Refik Saydam’ın ulusal sağlık politikalarından sonra, sağlık sektöründe yapılan en büyük kapsamlı ve halkçı bir müdahaledir.

Sağlık hizmetlerinin ve hekimliğin temel amacı, toplumları ve kişileri hastalıklardan korumaktır. Bunun için ülkede koruyucu sağlık hizmetlerini eşit ve bütün olarak sunabilecek birinci basamak sağlık hizmetlerinin olması gereklidir. 224 sayılı yasa ile sağlık hizmetleri sosyalleştirilerek, koruyucu sağlık hizmetlerine önem ve öncelik verilmiştir. Sağlık ocaklarında sunulan, toplumcu anlayış ile eşit, sürekli, parasız ve basamaklandırılmış sağlık hizmeti sosyalleştirmenin temel ilkeleri olarak kabul edilmiştir. 1963 yılında Muş ilinde başlayan ilk uygulama, 1981 yılına kadar 45 ile yayılmış ve 1983 yılında diğer illerin de sosyalleştirildiği ilan edilmiştir.

1980’li yıllarda özelleştirme başlatılarak, 1923-1950 arasındaki Cumhuriyet ideolojisi değiştirilerek özelleştirmeye geçiş yapılarak, yeni liberal akımın önü açılmıştır. Bu akım Turgut Özal ile ‘sağlıkta reform’ adını alırken, AKP ile birlikte ‘sağlıkta dönüşüm’ projesine çevrilmiştir. Bu değişiklikler toplumun sağlık düzeyindeki gelişimini durdurmuş, hatta geriye götürmüştür. Böylece sağlık hizmetleri metalaştı ve koruyucu hizmetler sahipsiz kaldı. Ulusun sağlığı küresel sermayeye teslim edildi. Günümüzdeki sağlık hizmetleri ve toplumun sağlık düzeyinde gelişmiş ülkelerin gerisinde kalmamızın temel nedeni, 1970’lerden başlayarak Atatürk ilkelerinin ve cumhuriyet ideolojisinin terk edilmesidir; halkçılık ve sosyal devlet ilkelerine son verilmesidir.

Cumhuriyet modelindeki koruyucu hekimlik göz ardı edilerek, tedavi edici hekimlik ön plana çıkarılmıştır. Sağlık ocakları kapatılarak, aile hekimliği modeli ile birinci basamak sağlık sistemi özelleştirilmiştir. Güçlü ve güvenli sağlık sistemine sahip olabilmek için istikrarlı bir ulusal sağlık sistemi uygulanmalıdır. Bunun için vatandaşların doktora ulaşması yerine, doktora gereksinimlerinin olmamasını sağlamak gerekir.

Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü’nün aşı üretimi 1998 yılında durdurulmuş, AKP iktidarı tarafından 2 Kasım 2011 tarihinde de sağlık alanında büyük hizmetler veren Hıfzıssıhha Enstitüsü kapatılmıştır.

Sağlık Bakanlığı hizmet üreten bir kuruluş olmaktan çıkarılarak, kamunun malı gibi görünen hastaneler işletmeye dönüştürülmüş, bazıları toptan ya da kısım kısım satılmıştır. Sağlık sistemi, devlet hastanelerini kapatıp, kendi içinde özelleşmiş Şehir Hastanelerini devreye sokarak daha da kötü duruma getirilmiştir. Sistem sorunu sağlıkta şiddeti azdırmıştır, hekim göçleri yaşanmaktadır. Sağlık sistemi iflasa doğru sürüklenmektedir. Bugün ülkemizde kullanılan milyonlarca kutu ilacın hammaddesinin yerli üretim oranı sıfırdır.

Bugün kamu ve özel yaklaşık 140 üniversitede tıp fakültesi vardır; tıp öğrencileri hasta görmeden, yeterli bilgi alamadan mezun olmaktadır. Tıp fakültelerinin sayısı azaltılıp eğitimin niteliği arttırılmalıdır; gereğinden fazla öğrenci alınmamalıdır. Uzmanlık programları, akademik kadro ve hastanenin koşullarına göre açılmalıdır. Günümüzde üniversite hastaneleri iflasa sürüklenmiş, kendi içinde özelleştirilmiş, akademisyenler özel hastanelere yönlendirilerek, tıp eğitimi ve kalitesinin düzeyi düşürülmüştür. Bunun yanında kaldırılan askeri tıp fakültelerinin yeniden açılması da zorunluluktur.

Ancak bütün bu olumsuzlukların aşılacağına kuşku yoktur. Atatürk devrim ve ilkelerinin, bizlere her zaman doğru yolu göstereceğinden emin olmalıyız. Hekimlik mesleğini ettiği yemine bağlı kalarak yapan, özenli ve özverili çalışan, emperyalizme direnebilen bütün doktorlarımızın, sağlık çalışanlarımızın Tıp Bayramı kutlu olsun.

Azim ve Karar, 18 Mart 2024.

Devamını Oku

Zulüm

Zulüm
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Suay KARAMAN

28 Şubat 1997 tarihinde askerlerin ve sivillerin birlikte olduğu Milli Güvenlik Kurulu toplantısında “rejim aleyhtarı irticai faaliyetlere karşı alınması gereken önlemler” başlığı altında oybirliği ile alınan kararların, bugün yaşadığımız sıkıntıları görünce ne kadar önemli olduğu anlaşılmaktadır. 28 Şubat 1997 tarihinde alınan 18 maddelik tavsiye kararları, Refah-Yol Hükümeti tarafından 13 Mart 1997 tarihinde imzalanarak ‘Bakanlar Kurulu Kararı’ haline getirildi. Bu kararlar, tarikatların devleti ele geçirmesine son verilmesi bakımından çok önemliydi ve ülkemiz için bir dönüm noktasıydı. 28 Şubat, tarikatları ve cemaatleri tehdit olarak kabul etti ve ABD ile işbirliği içindeki siyasal İslamcılıkla mücadele etmeye başladı. 28 Şubat’ın en önemli amacı, demokratik ve laik cumhuriyetimizin yaşamasını sağlayacak girişimleri başarmaktı. Bugün laiklik ilkesi yok edilirken bu kararlar, daha da önem kazanmaktadır. O gün herkesin desteklediği bu süreç, günümüzde yok sayılmaktadır.

28 Şubat 1997 tarihi; Türkiye Cumhuriyeti’nin, emperyalist devletlerin desteklediği ılımlı İslam politikasına ve Büyük Ortadoğu Projesi’ne karşı çıkışıdır. 28 Şubat, devlete Fethullah Gülen cemaati tehlikesinin duyurulmasıdır. Ancak emperyalist devletler ve yerli işbirlikçilerinin oyunlarıyla, 28 Şubat kararları uygulanamaz hale getirilmiş ve çökertilmiştir. Ardından AKP projesi uygulamaya konularak, hepimizin yaşadığı bu sıkıntılı günlere gelinmiştir.

Eğer 28 Şubat kararları tam olarak uygulanabilseydi, ülke olarak bugün her yönden çok daha farklı yerlerde olacağımız kesindi. Laiklik ilkesinin korunması, tarikat okullarının Milli Eğitim Bakanlığı’na devredilmesi, tarikatların etkinliklerine son verilmesi, bürokrasi ve yargının irticadan temizlenmesi, kıyafet yasasının uygulanması, 8 yıllık kesintisiz eğitimin uygulanmaya konulması, ülke sorunlarının ümmet kavramı yerine millet kavramıyla çözümünün sağlanması, büyük kurtarıcımız Atatürk’e karşı yapılan saygısızlıkların gerekli yasalar içinde önlenmesi gibi bugün halen geçerliliğini koruyan bu kararlara karşı olmak, laik ve demokratik cumhuriyetimizin temellerine dinamit koymak anlamına gelmektedir.

Bugün ülkemizde ileri faşizm örnekleri sergileyenler, “Türkiye geçmişi ile yüzleşiyor” aldatmacasıyla kendi sivil darbelerinin üzerini örterek, 28 Şubat sürecinden intikam almaktadırlar. Buna da “askeri vesayete son verdik” diyerek toplumu aldatmaktadırlar.

Fethullahçı savcılar tarafından iddianamesi yazılan 28 Şubat davası, hukuka aykırı şekilde sürdürülerek 13 Nisan 2018 tarihinde oybirliğiyle “Türkiye Cumhuriyeti İcra Vekilleri Heyetini zorla düşürme veya vazife görmekten men” gerekçesiyle 21 sanığa müebbet hapis cezası verilerek bitirildi. Verilen cezalar 9 Temmuz 2021 tarihinde Yargıtay tarafından onaylanarak, 14 sanığın müebbet cezası kesinleşti. 19 Ağustos 2021 tarihinde 14 sanık hakkında yakalama kararı çıkartıldı ve tutuklandılar. Yaşları 80 civarında olan sanıkların cezaevine gönderilmesi tam anlamıyla demokratik ve laik cumhuriyetten intikam almaktır.

Bugün cezaevinde ölüme terk edilen Orgeneral Çetin Doğan 84, Orgeneral Fevzi Türkeri 83, Korgeneral Yıldırım Türker 83, Tümgeneral Cevat Temel Özkaynak 79 ve Tümgeneral Erol Özkasnak 78 yaşındadır. 28 Şubat davasında, sağlık sorunlarına karşın hapiste tutulan 85 yaşındaki Korgeneral Vural Avar, 20 Aralık 2022 tarihinde hayatını yitirdi. Daha önce üç komutan sağlık sorunları nedeniyle salıverilmişti ancak Vural Avar için bu uygulama yapılmadı. Sağlık durumları bozulmasına karşın, komutanların tutuklulukları devam ettirilmektedir. Demokratik ve laik cumhuriyetimizi koruyan, Atatürk ilke ve devrimlerini savunan, ülkemizin birliğine ve bütünlüğüne sahip çıkan değerli komutanlarımız, hiç suçları olmadığı halde, ölüme mahkûm edilmişlerdir.

Tanımaktan onur duyduğum değerli Orgeneral Çetin Doğan ve ailesinin ne kadar sıkıntılı ve üzüntülü günler geçirdiğinin tanığıyım. 2003 yılında 1. Ordu Komutanlığı görevinden emekli olan Orgeneral Çetin Doğan, sahte olduğu ortaya çıkan kanıtlarla Balyoz Davasından yargılanarak 22 Şubat 2010 ile 19 Haziran 2014 tarihleri arasında 4 yıl 4 ay Silivri’de hapis yatırıldı. Balyoz davası gibi 28 Şubat davasındaki yargılamalarda da büyük hukuksuzluklar bulunmasına karşın 19 Ağustos 2021 tarihinde Orgeneral Çetin Doğan tekrar tutuklanmıştır.

Birçok rahatsızlığı olmasına karşın Adli Tıp Kurumu tarafından ‘sağlam’ raporu verilen Orgeneral Çetin Doğan, Buca cezaevine gönderildi.

Kronik rahatsızlıkları olan Orgeneral Çetin Doğan, avukatı aracılığıyla ‘infaz ertelemesi’ talebiyle savcılığa başvuru yaptı. Orgeneral Çetin Doğan, beş damarından by-pass olmuş, Silivri’de cezaevinde iken tekrar tıkanan damarlarına stent takılmış, yüksek tansiyon ve şeker hastalığı üzerine prostat kanseri olmuş ve ağır bel ameliyatı geçirmiştir. 2022 Ekim ayında kanama geçirerek, yerinin saptanabilmesi için endoskopi ve kolonoskopi yapılması gerekliliği ortaya çıkmıştır. Bu tetkiklerin acilen yapılması gerekirken randevu yaklaşık iki ay sonraya 6 Aralık 2022 tarihine verilmiştir. Bu süreçte iki kez de mide kanaması geçirmiştir.

Orgeneral Çetin Doğan, halen tutulmakta olduğu Buca cezaevinde 1 Mart 2024 günü akşam saatlerinde şiddetli bir göğüs ağrısı geçirmiştir. Ağrının şiddeti yüzünden hücredeki acil çağrı butonuna ulaşamamış, ancak biraz güç toplayabildikten sonra ulaşmış ve hastaneye kaldırılmıştır. Ege Üniversitesi Hastanesi’nde yapılan tetkikler sonucunda daha önce resmi sağlık raporlarıyla da tespit edilmiş olan safra kesesindeki çok sayıdaki taşlardan birinin vücutta yaşamsal risk oluşturacak şekilde tıkanma yarattığı görülmüştür. Bunun üzerine acil olarak 4 Mart 2024 Pazartesi günü yapılan bir operasyon ile taş alınmış, safra kesesine stent takılmıştır. Safra kesesinin alınmasına yönelik ikinci bir operasyonun gerekliliği ve zamanlaması konusunda tetkikler devam etmektedir.

Kalp ve yüksek tansiyon dahil, hayati risk arz eden çeşitli kronik hastalıkları bir çok resmi sağlık raporu ile tespit edilen Orgeneral Çetin Doğan hakkında, Adli Tıp Kurumu’nun düzenlediği sürekli hastalık ve kocama halini tespit eden Nisan 2023 tarihli raporu vardır. Anayasa gereğince bu sürecin işletilmesine yönelik işlemler Adalet Bakanlığınca Mayıs 2023 tarihinde tamamlanmış ve dosya Cumhurbaşkanlığı Makamına gönderilmiştir. Ancak süreç, bugüne kadar tamamlanmamıştır.

Türk Ordusunun şerefli subaylarına bu zulümleri, bu işkenceleri yapanlar suçludur. Bununla birlikte bu olaylara tepki vermeyenler, gündeme getirmeyenler de bu suçlara ortaktır.

Cumhuriyete ve Atatürk ilkelerine bağlı Türk Ordusunun şerefli subayları sahte kanıtlarla, FETÖ’cü yargıçların kararıyla cezaevine yollandı ve orada ölmeleri için her şey yapılıyor. Bu kinin nedeni Atatürk’ten ve laik cumhuriyetten intikam almaktır. Unutmayalım hukuk, bir gün herkese gerekecektir, bu hesaplar günü geldiğinde sorulacaktır. Bu zulümleri yapanların da yargılanacağını unutmayalım…

Azim ve Karar, 11 Mart 2024

 

Devamını Oku