15 Kasım 2024 Cuma
Mış gibi yaşamlar!
Hayatımız hep “ mış gibi” geçiyor…
Bilmem farkında mısınız?
“Mış gibi” çocuk büyütüyoruz, dostlar alış verişte görsün,
“Mış gibi” seviyoruz, mevzu yok demesinler,
“Mış gibi” ülke yönetiyoruz, parsayı nerden toplarsak artık,
“Mış gibi” muhalefet oluyoruz, yapmış olmak için,
“Mış gibi” isyan ediyoruz, maksat isyan etmek olsun…
Anlayacağınız her ne yapıyorsak “mış gibi”, yazdım ya “dostlar alış verişte görsün”…
Mecliste seçtiklerimiz birbirini parçalıyor, neden şehit olduğunu bilmediğimiz/bilmeyen gencecik fidanlarımız yok oluyor ve biz onların hayat hikâyelerini okuyup okuyup ağlıyoruz, esnaf, memur, işçi, işveren geçim sıkıntısından bahsediyor, her gün işletmeler bir bir kapanıyor, kadınlar, çocuklar ölüyor, sevdamıza bile sahip çıkamayıp “hastalıkta sağlıkta” derken, ilk ters giden sinyalde kaçıveriyoruz, yokluktan insanlar canına kıyıyor ve biz hep “mış gibi” sanal dünyada tepki veriyoruz…
Ne oldu bize!
Bütün bu “mışlı” yaşamlar acaba korku kültürüne kapılmamızdan mı? Yoksa,
Stockholm Sendromu yaşayıp cellâdımıza âşık olmamızdan mı, kaynaklanıyor?
Ya da toplum olarak kötülük, sevgisizlik iliklerimize kadar işlemiş durum da olduğu için mi?
Ben gelişim ve eğitim uzmanıyım aklım kötülüklere hainliklere pek ermez, çünkü benim dünyam minik yüreklerin attığı, minicik ellerin sımsıkı tuttuğu sevgiyle harmanlanan canların dünyası…
Ah, keşke biz büyükler onların dünyalarını kirletmekten vazgeçsek ve onların gözüyle hayat denen zaman dilimini görebilsek, bence bütün sorun burada biter.
Sevmeyi, sevgiyi, hoşgörüyü, yardımlaşmayı, insanlığı çoktan unutmuş durumdayız.
Eğer, bu kavramları unutmamış olsaydık, bizlere yapılan haksızlıkları görmez miydik? İntihar eden canların derdini anlayıp yardım etmez miydik? Kapanan kepenkler için el birliği ile bir şeyler yapamaz mıydık? Bencilliğimizi bir kenara bırakıp ülkemizin sorunlarını görmezden gelip bu duruma gelmeden, “bana ne” diyeceğimize doğru yönetim ve muhalefet yapmaz mıydık? “Benim adamım” diye kayırmayıp işsiz kalan onca genç, asker olur muydu, sizce?
Sevgiydi, saygıydı, yardımlaşmaydı, örf ve ananelerdi, ülke sevdası-bütünlüğüydü bizi bir ulus yapan…
Ya şimdi!
Benim insanlarla pek anlaşamayan ancak bütün canlılarla çok iyi anlaşan bir anneannem vardı.
Anneanneme kuruyan çiçekleri canlanması için götürürdük. Daha önce de yazdığım gibi, insanlarla pek anlaşamasa da çiçeklerle, hayvanlarla çok iyi anlaşırdı. Ne yapar eder bu çiçekleri taptaze capcanlı hale getirirdi.
Tek yaptığı neydi bilir misiniz? İlgi!!!
Sadece ilgi, önemsemek, sevgiydi.
Bilirsiniz, insan, önemsediğini, ilgilendiğini sever.
Ve bütün bunları sözle, bedenle ifade etmek ölmüş ruhu bile nasıl da canlandırır değil mi?
Elbette bu asla zorla olmamalı…
Denedim anneannem gibi denedim…
Ama hiç bir çiçeği onun gibi capcanlı yapamadım…
Neden mi? Çünkü; Onun kadar sevemedim!!
Siz de sever, ilgilenir, önem verir gibi yapmayın…
“Mış gibi” yaşamaya devam ettiğimiz sürece, biz de bir bir ruhlarımızı öldürmeye devam edeceğiz ve bitmeyen kavgalar sürüp gidecek ne çiçeği canlandırabileceğiz ne de kurumasına izin vereceğiz.
Bence sizde deneyin!
Barışı deneyin…
Sevmeyi deneyin..
Sokağın sesini, komşunuzun çaresizce sessiz çığlığını duymayı deneyin…
En önemlisi, tekrar insani duyguları kazanmayı deneyin…
Şimdilik her zaman olduğu gibi hoşça kalın, akıl ve beden sağlığınızı korumaya çalışın!