Seray Sayar Levent

Seray Sayar Levent

16 Nisan 2024 Salı

Yollar taş, toprak…

Yollar taş, toprak…
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Seray LEVENT

Yüzyıllardır, o zamanda yaşayan hiçbir filozof zamanın nesillerini beğenmemiş ve gelecek nesillerin gelişimini iç açıcı bulmamıştır. Galiba bu doğanın kanunu. Mevcut yapı her zaman, geleceğini eksik ve tamamlanmamış ve hatta daha da dibe vurduğunu düşünerek türlü eleştirilerde bulunmuş, hiçbir zaman takdir etmemiştir.

Bugün benim yazdıklarım filozofların düşüncelerini doğrular nitelikte olsa da aslında daha vahim durumlara gebe olduğumuzu da sosyolojik, ahlaki açıdan incelendiğinde haklı gösterir gibi olacak…

Evet, bir bayram geçirdik. Bu arada herkesin bayramı tekrar kutlu olsun. Benim gibi çorunu çocuğu büyütüp yoğun iş temposunda olanlar için bu uzun tatil dinlenme için bir fırsat oldu.

Ancak mesleğiniz insan ve hatta çocuk olunca tatiller bile size ders niteliğinde geri dönüyor. Çünkü etrafınıza herhangi biri gibi bakamıyorsunuz ve hatta bu iş bazen çekilmez oluyor.

Kendime çok kızarım bu konuda “be…kadın, yıllardır çalışırsın, kırk yılda bir kere mis gibi tatile gitmişsin, ne diye etrafını inceleyip huzurunu kaçırırsın” Öyle değil mi? Sana ne…. İşte olmuyor. Bu dünya birilerinin huzurunun kaçmasıyla dönmüyor mu? Kaçacak ki doğru olan için çırpınalım.

Uzun zamandır onlarca çocuğun olduğu bir yerde tatil yapmamıştım. Bu sefer öyle tesadüf etti ancak gördüğüm ebeveyn ve çocuk profilleri “Aman Tanrım! Yollar, taş toprak haberimiz yok” dedirtti.

Yıllardır yaşadığım müzmin kemik ağrılarım için doğal olarak kaplıcaya gittim. Büyük bir otel, otelin büyüklüğü gördüklerimi engelleyemedi. Kim bilir, belki de mesleki deformasyon.

Şimdi gençlerin neden iş beğenmeyip, emek vermeden daha rahat bir yaşam peşinde olduğunu net anladım.

Bu tatilde gördüğüm tek şey, Türk insanının nasıl olumsuz değişime uğradığı oldu.

Öncelikle, benim gibi başı açık Türk kadını görmeniz için parmakla saymanız yeter. Daha sonra en çok dikkatimi çeken gencecik anne babalar ve hepsinin en az 2-3 bebelerinin olması ve bu pahalılıkta çorçocuk, dede, nene hepsinin birden böyle bir tatile çıkması.

Kendimi düşündüm “ben hiç 30 yaşlarımda evlatlarımı alıp böyle bir tatil yapabildim mi?”  Biz o yaşlarda ve hala it gibi çalışmaya devam ederken bu suyun bolluğu sizce nereden geliyor?

Ve bir nesil geliyor ki hiç sormayın, üzgünüm… Et kafalı, düşünemeyen, öz bakımını bile beceremeyen, yorumlamadan aciz bu çocuklar, ileride ülke yönetiminde yer alacak. İnanın bu çok korkunç…

Sürekli ellerinde telefon ile gezen, yemek yerken bile cep telefonundan kafasını kaldırmayan ve anasının kaşığı ağzına sokuşturduğu gelecek bizi bekliyor.

Mesela bir çocuk vardı tahminen 4. ya da 5. Sınıf kaşığı tutamayan, pilavı bile dökmeden yiyemeyen ağzı yüzü yemek olan çocuk….

Mesela uyuduğunu sandığım ancak masanın altından video izlediğini gördüğüm daha 1.5 yaşında ki bebe….

Tabakları doldurup doldurup yemeyip, çöpe attıkları yemek….

Yere atılan hiç bir şeyi yerden almayan ana-babalarla onların yetiştirdiği/yetiştiremediği evlatlar…

Otelin içinde çığlık çığlığa bağırıp bunu oyun sanan, oyun oynamasını bilemeyen çocuklar…

Beşeri ilişkileri beceremeyen, sosyal ortamda nasıl davranacağını bilemeyen ve hatta doğurdukları evlatlara bakamayan ebeveynlerin büyütmeye /büyütemediği çocuklar…

En acısı ne biliyor musunuz? Ülkemizde ve dünya ülkelerinde bunca sefalet, açlık, yoksulluk varken… Tabak tabak çöpe giden yemekler…

Kısacası; toplumda korkunç bir yozlaşma var ve eğer gerçekten dindar kesim dediğimiz ki böyle bir ayrıma inanmıyorum, ne dinin gerekliliğini yapıyorlar nede gerçekten dinlerini tanıyorlar. Bu da gerçekten inançlı insanlara haksızlık…

Et kafalı çocuklar, onları büyütmeyi beceremeyen daha olgunlaşmamış çocuklarına yaptıkları kötülüğün farkında olmayan ebeveynler….

Bizler daha 1-2 çocuk yapmaya devam edelim ve ondan sonra iktidarı, memleket yönetimini eleştirelim…Artık bir silkinip bundan fazlasını yapma zamanı geldi, geçiyor bile…

Yazımın başında da dediğim gibi “yollar taş, toprak…”

Dip not: Bu arada Nihat Doğan’ın konserine denk geldim. Tek merakım “kim bu kepleri her yerde gündem olan adam” dı. Yoksa fantezi müzik, Nihat Doğan… Benden oldukça uzak işler. Ancak üç kaburgası kırılmış bir adamın sahnede devleşmesi bütün algılarımı değiştirdi. Tesadüf sonra karşılaştığımızda aklımdaki bütün soruları sordum ve sakince anlattı ona söz verdim yazımda bu değişen fikrimi yazacağımı. Haa dinler miyim? Denk gelirse, hayranı mıyım? Asla…

Lütfen! Çocuklarınız, size Allah’ın bahşettiği emanetidir. Onları bu dünyada iyi, vicdanlı, merhametli, vatana millete faydalı insanlar olarak yetiştirmeniz, en büyük görev ve ibadettir.

Şimdilik her zaman olduğu gibi hoşça kalın, akıl ve beden sağlığınızı korumaya çalışın!

 

 

 

Devamını Oku

Uyanış…

Uyanış…
1

BEĞENDİM

ABONE OL

Seray LEVENT 

Evet, galiba artık uyanmaya, kendimize gelmeye, haksızlıklar karşısında tepki vermeye başladık gibi…

Ya da denize düştük yılana sarıldık… Kim bilir?

Ancak bir gerçek var hepimiz çok yorulduk çok!

Peki, bu uyanışı acaba çocuk büyütenler ne zaman gerçekleştirecek?

Zira ülke şartları iyileşme gösterse de bu iyileşmenin aktörleri, yani halkı oluşturan bireyler ruhsal ve bedensel sağlıklı olmadığı sürece iyileşmenin devamlılığı olabilir mi?

2 Nisan otizm farkındalık günüydü, ”onlar farklı değil, özel” dendi duruldu. İçinizden kaç kişinin otizmli eşi, dostu, evladı var bilmiyorum, ancak onlarla yaşayan insanların hiç de pembe bulutlarda gezdiğini düşünmüyorum. Özel durumu olan bireylerle yaşam, sırtınıza milyon kilo taşı yükleyip taşımanızdan farklı değildir. Zordur yaşam hem maddi, hem manevi.

Peki, doğuştan olmadığı sürece, neden çocuklarımızda otizm spektrum bozukluğu, algısal gelişim geriliği, disleksi, DEHB bu kadar fazlalaştı?

Çocuk istismarlığı gibi buna da sakın…“Eskiden de vardı şimdi teknoloji sayesin de duyuluyor” demeyin. Evet, eskiden de vardı ancak bu derece fazlalaşmamıştı.

Aslında bu konu devlet sorunu, neden mi? Yıl içinde ailelerin danışmanlara, özel kurumlara, doktorlara harcadıkları parayla ülkenin bireysel refahı çoğalır emin olun. Devletin bu çocuklara ayırdığı eğitim kurumları, doktor, hastane masraflarını da düşünürseniz SMA, kanser gibi ilete yakalanan hastalardan pet parası ,patoloji parası, ilaç parası gibi zorunlu, ancak karşılanmayan ücretleri    hoplaya zıplaya karşılayabilirsiniz.

Peki, önlenmesi çok basit olan otizm spektrum bozukluğu, algısal gelişim geriliği, disleksi, DEHB’li gibi sonradan oluşan çocuk davranış sorunlarını neden önlemek için bir çaba sarf edilmiyor? Olan olduktan sonra “onlar farklı değil” demekle bu iş bitiyor mu sizce?

Bütün bu davranış bozukluklarının tek ve en büyük sebebi; Çocukla yetirince ilgilenmemek, onların ihtiyaçlarına karşılık vermemek ve erken çocukluk dönemi dediğimiz dönemlerde çocukları teknolojik aletlerle tanıştırmamız ve hazır gıdalar…

Sevgili ebeveynler… Aslında çok basit:

Çocuğunuzla ilgilenin, elinizdeki telefonla değil,

En az 3 yaşına kadar teknolojik aletlerden uzak tutun,

Daha dil gelişimini tamamlamadan ikinci dil öğretmeye kalkmayın,

Bol bol açık alanlarda oynamasına müsaade edin, gezme AVM olmamalı,

Çocuğunuzun gelişim dönemlerini iyi bilin ki davranışlarınızı ona göre ayarlayın.

Çocuğunuzun ebeveyni telefon, tablet, televizyon olmamalı, onu siz büyütmelisiniz.

Yani kısacası; çocuğunuzun varlığını kabul edin, anne-baba olmayı gerçekten öğrenin ve en önemlisi çocuk büyütmenin sabır, tutarlı davranış gerektiğini unutmayın.

Bakın bu çok basit ancak sabır isteyen davranışları yaptığınız takdir de neler kazanacaksınız.

1-      Ruhsal ve bedensel sağlıklı çocuklarınız olacak.

2-      Ağladı, zıpladı diye saçma sapan şeylere bir ton para vermeyeceksiniz.

3-      Bütün erken çocukluk döneminde yakalanacağı davranış bozukluklarından kurtulacaksınız.

4-      Bozduğunuz çocuğun düzelmesi için kapı kapı dolaşıp tonlarca para harcamayacaksınız.

5-      Hayatınız boyunca yükünü taşımak zorunda olacağınız bir evladınız olmayacak.

6-        En önemlisi öldüğünüz zaman arkanızda bir enkaz bırakmayacaksınız.

Şimdi bırakın ağlasın çocuklarınız onlar ağlar ve unutur ya siz ömür boyu ağlamak zorunda kalırsanız?

Devletin sorunu olmalı demiştim. Evet, gerçekten devlet sorunu olmalı zira bu gidişat önlenemezse ülke bireyleri sağlıksız ve sorunlu toplum haline kalıcı olarak gelmeye başlayacak.

Devlet, Kendi bünyesinde ya da özel olarak açtırdığı bütün eğitim kurumları çalışanlarını bu konuda bilinçlendirmeli ve öyle seçmeli, Özellikle öğretmenleri bu konuda yetiştirmeli.

Konuyla ilgili ciddi programlar hazırlamalı ve kamu spotları oluşturup halkına bu olayın ne kadar önemli olduğunu her platformda anlatmalı.

Devlet dairelerinde bu konuda ki uzmanları görevlendirip, çocuğu olan ya da çocuk düşünen her aileye ziyaretlerle boğmalı ki işin ne kadar ciddi olduğu anlaşılsın.

Çocuklarda yaşanan bu davranış problemi inanın göründüğünden daha fazla, eğer toplum bilinci oluşturulamazsa gelecek nesillerimiz vahim durumda.

Anlayacağınız bu durumlar kutlanıp geçilebilecek kadar basit değil ve ülke ekonomisine oldukça pahalıya mal olan sıkıntılar.

Önemli olan olduktan sonra değil olmadan önce destek, çaba ve eğitim…

Şimdilik her zaman olduğu gibi hoşça kalın, akıl ve beden sağlığınızı korumaya çalışın!

 

Devamını Oku

Leylekler

Leylekler
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Seray  LEVENT

Bugün internette gördüğüm bir yazıyı paylaşarak konuya girmek istiyorum. Yazının sonunda yazarın kim olduğu bilinmediği için alıntı denmiş. Bence çok bilinen ancak bizim bilmediğimiz bir kalemden çıkmış bir yazı… Yazıyı biraz kısaltmak zorunda kaldım zira bana verilen bölümü çok geçiyordu. Bir solukta okudum dilerim sizler içinde aynısı olur.

“Pamuk yumaklarını andıran yavrular yuvanın ortasında birbirine sarılmış kıpraşırken, anneleri onları seyrediyordu.

Leylek yavruları için yiyecek toplamak için uzun bir uçuştan sonra hiçbir yere konmadan tekrar yuvaya dönmüştü.

Neden bu zamana kadar beklemişti ki?

Soğuk günlerde onları korumak için üzerlerine yatmış, yağmurlu günlerde kanatlarını açmış ve ayakta bir çatı gibi saatlerce beklediği olmuştu.

Şimdi ise çok zor bir kararın eşiğindeydi. Gözlerini en küçük yavrudan alamıyor, yuvanın kenarında kıpırdamadan onu izlerken küçük yavru başına geleceklerden habersiz annesine gagasını uzatarak aç olduğu duyurmaya çalışıyordu.

Göç mevsimine çeyrek kala diğer yavrular gelişirken o hala küçücüktü. Oysa en büyük ağabey kanatlarını şimdiden çırpmaya başlamış, ilk uçuş talimlerine hazır olduğunu annesine gösterme çabası içindeydi.

Küçük kuşun büyük kardeşlerine yetişmesine olanak yoktu. Üstelik onların kısa zamanda gelişip göçe katılmaları için daha çok yiyeceğe ihtiyaçları vardı.

Leylek yavrulara kararsız bir adımla yaklaştı ve en küçük kuşu gagasıyla aldı. Tekrar yuvanın kenarına geldi. Küçük leylek dâhil bütün kardeşler çığlık çığlığa bağrışıyorlardı.

Leylekgagasındaki yavruyu usulca yuvanın kenarından bıraktı. Küçük leylek düşerken yuvanın kenarındaki dallara tutundu, saatlerce düşmemek için çırpındı, annesinden yardım bekledi.

Anne bu duruma hiçbir şekilde müdahale etmedi, seyirci kaldı. Ne yavrusunu yuvaya geri çekti ne de aşağı düşmesi için itekledi.

(Yuvadan yavruyu atarken leyleğin kararsızlığını bizzat gördüm. Ayrıca seyrettiğim videolarda da benzer durumlara rastladım. Birçok leylek yavrusunu yuvadan atarken benzer davranışlar sergiliyor.)

***

Diğer leylek yavrularının gözleri önünde gerçekleşen ürkütücü travma, belli ki kardeşlerin akıllarından hiç çıkmayacak, yetişkin olduklarında onlar da anneleri gibi davranabilecekler.

Anne leylek bu işi daha yavrular yumurtadan çıkmadan yapabilirdi ama 60 milyon yıllık genleri ona en zayıfını beklemeyi buyurmuştu.

Son yıllarda leylek davranışlarını inceleyen bilim insanları ilginç sonuçlarla karşılaşıyor. Bazı leylekler en küçük yavrularını yuvadan atmıyorlar.

Bunların tamamı yavru iken yuvadan atılmayan en küçük leylekler. Onlar canları pahasına doğa kurallarına direnerek büyük fedakârlıklarla bütün yavrularını hayatta kalmalarını sağlıyorlar.

Doğa “zayıfları” ayıklarken bazı kuşlar buna direniyor.

Doğanın kurallarını acımasızca kendi çıkarı için kullanan insan türü birbirinin üzerine basarak varlığını sürdürmeye çalışırken “alttakiler” hala direniyor. Alıntı

Şimdi gelelim neden bu yazıyı paylaştığıma;

Hayvanlar ve hatta bazen insanların (bence çoğunlukla insanların) güçsüzü ayak bağı olduğunu düşünüp, onu yok etmek ya da ezmek gibi bir doğal davranış sergilediğini günlük yaşamımızda hepimiz çok net ya yaşıyoruz ya da gözlemliyoruz. Ancak, hayvanlar bile artık böyle bir davranışın doğru olmadığını fark edip, güçsüz yavruları için başka yöntemlerin arayışına girerken biz insan evlatları bu konuda kafa bile yormuyoruz. Ne acı değil mi?

İşte bu bağlamda akıl, vicdan, eşitlik, hak ve özgürlükler, canlıya yaşam saygısı gibi… gibi… İnsani davranışlar devreye girmeli, öyle değil mi? Bizi diğer canlılardan ayıran tek şey akı, sorgulama ve mantık…

Hayvanlar bile artık, güçsüz yavrusunu atma yerine onları güçlendirmeye, belki de diğer hayvanların desteğini alarak yavrusunu ayakta tutmaya çalışırken ki bu örgütlü bir davranıştır bizler, birlik olmaktan, örgütlü hareket etmekten neden bu kadar çekinir ve hep kolay olanı seçeriz? Bu da başka bir sosyolojik araştırma konusudur mutlaka.

Bu durumda, işte o zaman devreye örgütlenerek, birlikte karar vererek ve birbirimize destek vererek, birlikte adil toplum oluşumunu sağlamaz mıyız?

İşte böylelikle bütün bunlar için sağlam dernekler kurmamız, güçsüzü bir kenara atmadan onu güçlendirmemizi ve böylelikle toplumun refahını yükseltmemizi sağlamaz mı?

Derneğin tanımı neydi?; dernek, belirli bir amaç etrafında bir araya gelen kişilerin oluşturduğu bir kuruluştur. Genellikle sosyal, kültürel, yardımlaşma veya eğitim gibi çeşitli amaçlar etrafında faaliyet gösterirler. Dernekler, insanların ortak çıkarlarını korumak, toplumsal hizmetler sunmak, bilgi ve deneyim paylaşmak gibi birçok önemli işlevi yerine getirebilirler. Ayrıca, demokratik katılımın artırılması ve toplumsal bilincin oluşturulması gibi süreçlere de katkıda bulunabilirler. Dolayısıyla, dernekler toplumsal kalkınmada ve demokratik süreçlerin işleyişinde önemli bir rol oynarlar.

O halde toplum olarak sağa sola savrulan bizlerin, artık var olan derneklerimizi ya da açılacak derneklerimizi çalışır hale getirip geleceğimiz için bireysel olarak bilinçlenme ve harekete geçme zamanımız daha gelmedi mi?

Unutmayın! Kibrit hikâyesi gibi bir düzine kibriti hiçbir güç kıramaz…

Şimdilik Her zaman olduğu gibi hoşça kalın, akıl ve beden sağlığınızı korumaya çalışın!

 

Devamını Oku

Akran zorbalığı… 

Akran zorbalığı… 
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Seray LEVENT

Öncelikle herkese merhaba…

Çevremde ki eş dost hatırlatmasa iki haftadır yazı yazmadığımı, inanın yoğunluktan ben de hatırlamazdım ve hiç aklıma gelmezdi.

Yo, Yazmayı bırakmadım. Elim ve aklım sağlıklı olduğu sürece arada aksamalar olsa da ben yazmaya devam ederim. Ancak arkadaş uyarıları olmasa, üç gazete editörleri de ” yahu bir şey mi, oldu? Yazıların gelmedi” de demediler. Bunun iki nedeni vardır.

1-Aslında yazmasam da olur.

2-Seçim derdinden kendileri bile farkında değil, kim yazmış kim yazamamış.

Bu arada seçim deyince; Herkes telaş içinde memleketimi bu kadar önemsediklerini hiç düşünmemiştim. Meğerse ne çok memleket aşkı varmış seçilmek isteyenlerde.

O yüzden mi, canım Menderes Bulvarı’nı (her gün isim değişiyor belki şimdi ki adı da farklıdır), o güzelim göl kenarını, insanların azıcık yeşil alanı gördükleri yerleri, taş duvar yapılmasına izin verdiler.

Elbette, yeşil alanlara yapılan inşaatlar sadece belediyenin sorumluluğunda değil, ancak yapılan katliam için kamuoyu oluşturabilir ve halka duyurmaya çalışabilirlerdi. Eski stadyumu da AVM yapmayacakları mıydı? Mahalleli ve çevre halk ne yaptı, tepki verdi, yürüdü, nöbet tuttu, olayı ulusal basına taşıdı, gündemden düşürmedi ve sonunda halkın tepkisine kayıtsız kalınamadı, park yapılmasına karar verildi. Bunun içinde böyle bir davranışta bulunamaz mıydık? Anlayacağınız gitmiş canım yeşillikler ve biz memleketi yönetenlerin, aşkıyla yanıp tutuşmaya devam ediyoruz.

Neyse gelelim aslı konumuza. Akran Zorbalığı…

Bu aralar oldukça fazla yaygınlaşan akranlar arası istismar, fiziksel ya da sözel şiddet…

Peki, neden bu kadar çok fazlalaştı?

Aslında bunun cevabı oldukça basit…

Çocuk yetişkinin aynasıdır. Zira biz toplum olarak zorbalığı öyle kanıtsadık ki izlediğimiz diziler olmak üzere canlı dövmek, zarar vermek, sapkın davranmak, elinde silahla gezmek, kabadayı kabadayı tehditler yağdırmak, evde çocuğu, karıyı dövmek, anlayacağınız şiddettin her türlüsünü yaşamak ve yaşatmak… Gayet normalleştirilmişken, “çocuklarımız neden akran zorbalığına kurban gidiyor?” diye tasalanmak anlamsız.

Çünkü biz yetişkinler zorbayız…

Özellikle sözlü zorbalık, bırakın akranlar arasında oluşuna, bizi yönetenler tarafından her gün gerçekleşmiyor mu?

E…Haliyle toplumda artık aklını, vicdanını, özgüvenini yitirmiş durumda, böyle bir ortamda akran zorbalığı olmasında ne olsun söyler misiniz?

Ahlakın fakirlikle, yoklukla hiçbir alakası yoktur. Sanki Türkiye Cumhuriyeti hiç mi yokluk görmedi? Ama hiç ahlakın bu kadar yitip gittiğine tanıklık etmemiştik.

O yüzden önce toplum olarak akladığımızı, değerlerimizi, örf ve adetlerimizi, hukuksal güvencemizi ve hukukun üstülüğü yanılmazlığı ilkelerini tekrar kazanmalıyız ki akran zorbalığı ya da canlıya şiddettin her türlüsünü en asgariye indirelim.

Biz değişmediğimiz sürece toplum değişmez ve çocuklarımızı bu tür zorbalıktan korumak ya da o zor balardan biri olmalarına mani olmak imkânsızlaşır.

Biz eğitimciler ne tavsiyelerde bulunursak bulunalım aslında yaşanan bütün şiddet olayı devlet sorunudur ve devletin bu konuda eğitim, yasa her ne güç varsa ellerinde çözmek zorundadır.

Bu tür şiddetin en önemli nedenlerinden birkaçı da, toplum bilinçli olarak, şiddette yönlendirilmiştir.

Zira canıyla uğraşan bireyin oluşturduğu toplum, kendini yönetenlerin ne yaptığı ile uğraşmaz.

Bu duruma örnek vermek gerekirse; Hasta oldunuz ve hastaneye yattınız ki çoğumuzun başına gelmiştir. Hastanede olduğunuz sürece tek aklınızı meşgul eden nedir? Sağlığınız elbette, yoksa personelin tavrı, giyimi, çıkan yemeklerin kalitesi gibi gibi sağlıklı olduğunuzda dikkat edeceğiniz bütün olumlu ya da olumsuz durumları görmezden gelirsiniz.

Tıpkı şimdi yaşadığımız zorbalıklar gibi…

Evim çocuğum, ben güvencede değilim, her gün televizyonda orada burada şiddet haberleri görüyor ve yaşıyorum. Eğer iktidarı eleştirirsem ya da bürokratları, gözümü kodeste açarım, ancak benim korumam kollamam gereken bir ailem var, kabuğuma çekileyim ve sevdiklerimi koruyayım çünkü elimden başka hiçbir şey gelmiyor.

Neden gelmiyor?

Çocuğun zorbalık yaşarsa, başına kötü bir durum gelirse seni koruyacak bir kanun yok…

Canına, malına kast edenlerse sabah girip akşam çıkmıyor mu?

İşte bütün mesele bu!

Toplum normlarının değişmesi, ahlaksızlığın, şiddettin her türlüsünün, değerlerin yok oluşunun normalleştirilmesi ve biz şimdi, oldukça yaygınlaşan akran zorbalığıyla nasıl başa çıkacağımızı, kara kara düşünüyoruz.

Aslında çok basit ki bize yanlışları normalleştirmek için çaba sarf ediyorsa onlarla kanun çerçevesinde savaşmalıyız. Önce biz insani duygularımızı geri kazanmalı sonra çocuklarımıza insan olmayı göstermeliyiz. Her şeyi CİMER e şikâyet eden bizler, zararlı ve kötü örnekli TV programlarını şikâyet etmeliyiz ki kamunun tepkisiyle kendilerini toparlasınlar ve en önemlisi çocuklarımızı pamuklara sarıp büyütmemeliyiz ki zorbalığı yaşadığında kendini korumasını bilsin…

Toplum olarak duygularımızı kontrol edemediğimiz, hayatla nasıl başa çıkacağımızı bilemediğimiz günlerden geçiyoruz. Evlatlarımızın sağlığı için lütfen artık kendimize gelelim.

Şimdilik her zaman olduğu gibi hoşça kalın, akıl ve beden sağlığınızı korumaya çalışın!

 

 

Devamını Oku

Sosyal biliş ve etkileri

Sosyal biliş ve etkileri
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Seray LEVENT

Sosyal biliş, sosyal psikolojinin “insanları nasıl anlarız, onlar hakkında izlenimlere ve yargılara nasıl varırız” gibi sorulara cevap vermeye çalışan alt dalıdır.

Kişi Algısı: Sosyal psikologlara göre, insanlar çoğu zaman “bilişsel varyemez”lerdir. Başka bir deyişle karmaşık ve yorucu hayatlarımızda sınırlı zihinsel kaynaklarımızı idareli kullanmaya çalışırız. Başka insanlar söz konusu olduğunda da durumun gerektirdiği kadar kafa patlatırız, daha fazla değil.

Şemalar: Bilişsel Psikolojinin temel prensiplerinden biri, dünyayı şemalar yardımıyla algıladığımızdır. Şemalar hayatın değişik öğeleri hakkında zihnimizde var olan basite indirgenmiş, genelleştirilmiş resimlerdir. Bu şemalar bazen bireysel deneyimlerimizden damıtılmıştır, bazen yakın çevremizin ve bizi kuşatan sosyokültürel ortamın izlerini taşırlar. Medyanın da şemalarımızı biçimlendirmekteki etkisi tartışılmazdır. İçerik ve kökenleri ne olursa olsun, kullandığımız şemalar neye dikkat ettiğimizi, neyi hatırladığımızı, nasıl tepki verdiğimizi etkilerler.

Davranışlara Sebep Atfetme: İnsanlar hakkındaki düşüncelerimizin önemli bir kısmını onların yaptıkları şeyleri neden yaptığını anlama çabalarımız oluşturur.

Sosyal psikologlar genelde iki temel çeşit atıftan bahsederler:

  1. İçsel atıf: İçsel atıfta bulunmak, bir davranışı davranışta bulunan insanın tabiatına, niyetlerine, arzularına kısacası o insanın içsel özelliklerine bağlamaktır.
  2. Dışsal atıf: Dışsal atıfta bulunmak, bir davranışı çevresel koşullara, davranışta bulunan kişinin dışında yer alan birtakım sebeplere bağlamaktır. Sosyal psikoloji, kendimizin ve başkalarının davranışlarını açıklarken bazı hatalara yapmaya yatkın olduğumuzu ortaya koyuyor. Bu atıfsal hatalardan iki tanesini görelim:
  • Temel atıf hatası: İnsanların davranışlarını dışsaldan çok içsel sebeplere bağlama, durumsal

ve çevresel faktörlerin rolünü dikkate almayı ihmal etme eğilimimizdir.

  • Kendine yontan atıf hatası: İnsanların başarılarını içsel ve kalıcı, başarısızlıklarını ise dışsal ve geçici sebeplere bağlama eğilimidir.

Sosyal Etki

İnsanların birbirine dikkatlerini, zamanlarını, paralarını, sevgilerini, bağlılıklarını vermesini sağlayan şey sosyal etkidir. Sosyal etki, başkalarının duygu, düşünce ve davranışları üzerinde bir zor kullanımı olmadan söz sahibi olabilmektir. Çok önemli bir güçtür ve her güç gibi iyiye

de kötüye de kullanılabilir Sosyal psikologlar iki tür sosyal etkiyi birbirinden ayırırlar:

  1. Bilgilendirici sosyal etki: Hayat içinde bazı durumlarda doğru davranışın ne olduğundan emin olamayız. Böyle durumlarda çevremizdeki insanlardan durumun ne gerektirdiğine dair

ipuçları almaya çalışırız.

  1. Normatif sosyal etki: Duygu, düşünce ve davranışlarımızı sevilme, kabul görme, dışlanmama gibi arzularla değiştiriyor, başkalarına uyduruyorsak, burada normatif sosyal etki söz konusudur. Hepimiz normlara az çok uyarız, hepimizin kendimizi birine ya da birilerine beğendirmek için bilinçli ya da bilinçsizce davranışlarımızı değiştirebiliriz. Bir grup ya da bir insan bizim için ne kadar önemliyse, üzerimizdeki normatif sosyal etkileri de o derece büyük olur.

Ve gelelim Nazi Almanya’sına; Hitler’in liderliğindeki Nazi Almanyası,1933-1945 yıllarında toplumu totaliter bir rejimle etkisi altına almıştır. Propaganda, sansür, zorla silahlandırma ve toplama kampları gibi araçlarla kontrol sağlanmış, antisemitizm ve aşırı milliyetçilik ideolojisi yaymıştır. Bu dönemde Yahudi soykırımı, savaş ve baskılar nedeniyle büyük trajediler yaşanmıştır.

Sosyal biliş kavramından konuya girdim ve baskıyla bir ülkeyi karanlığa boğan kanlı tarihi yazan sözde bir liderden çıktım. Yapılan baskı ve soykırım, aslında şimdi karanlık yüzünü gösteriyor. “Sen beni ezdin, şimdi ben seni ezerim” zihniyeti.

Şimdi bütün bunları neden yazdığıma gelince; bir toplumda sosyal biliş ve etkileri değişmeye başladığında o toplumun bütün ayarlarını bozar ve toplumu aptallaştırırsınız. Ne yapacağını bilemeyen bireylerde sürekli bir yerlere savrulur durur…

Hitler toplumu kontrol altına almak için zorbalığı ve korku kültürünü kullanmasına rağmen, soykırımla sonuçlanan ve kendi hayatına son verdiği bir kanlı tarihi yazmıştı.

Toplumun sosyal bilişini değiştirmek öyle kısa zamanda olacak bir durum değil. Siyasi açıdan bakıldığında şuan da tarikatlar, şeyhler, türlü türlü örgütler ve hatta değişmemesi gereken Anayasa maddeleri konuşuluyorsa ve iktidarın dışındaki şehirlere yardım edilmeyeceği ve hatta deprem bölgeleri bile hala perişansa, en ufak kanunsuz olmayan eleştiriler sonucu insanlar hapse atılma tehlikesiyle karşı karşıyaysa…

Ülkenin ve ülke insanlarının geleceği, yönetim şekli tehlike altına girmişse…

Ve topluma birileri sürekli hareket edip, onları yoklukla tehdit ediyorsa işte burada oturup bir düşünmek lazım. Bu vatanın evladı olarak biz nerede yanlış yaptık ki sosyal bilişimizi değiştirmelerine izin verdik.

Ve her zaman yazdığım gibi Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk hayranlığım yaşanan bütün bu olaylar karşısında tekrar tekrar artmaya devam ediyor.

Son söz: Atam’ın yüzyıl önce gördüğü ve gençleri başımıza gelecekleri bilmiş gibi uyardığı sözlerle konuyu bağlamak istiyorum.

“Ey Türk gençliği! Birinci vazifen; Türk istiklalini, Türk cumhuriyetini, ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir.

Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek dâhilî ve haricî bedhahların olacaktır. Bir gün, istiklal ve cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şeraitini düşünmeyeceksin. Bu imkân ve şerait, çok namüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklal ve cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zapt edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şeraitten daha elim ve daha vahim olmak üzere, memleketin dâhilinde iktidara sahip olanlar, gaflet ve dalalet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri, şahsi menfaatlerini müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakruzaruret içinde harap ve bitap düşmüş olabilir.” Mustafa Kemal Atatürk.

O bize yılmamamız gerektiğini ve cumhuriyete, laikliğe sahip çıkmamız gerektiğini her şartlarda anlattı. Umarım kazanımlarımız elimizden yitip gitmeden, atalarımızın kanıyla canıyla kazandığı değerlere sahip çıkmayı başarırız.

Şimdilik her zaman olduğu gibi hoşça kalın, akıl ve beden sağlığınızı korumaya çalışın!

 

 

Devamını Oku