Oktay Erol

Oktay Erol

17 Mayıs 2024 Cuma

Bir sabah uyandığımızda…

0

BEĞENDİM

ABONE OL

 

Her sabaha uyandığımızda duyduklarımız, öğrendiklerimiz karşısında denizde alabora olan gemiler gibi yalpalanışımız, yaşamın bize sunduğu ‘ders’ olmaktan çıktı!

Birilerinin ‘parmaklarıyla’ daha ‘yaşanılır’ olmasını beklediğimiz günler, karabasanların üstümüze gelmesinden başka ‘sonuç’ vermiyor!

Hep ‘iyi şeyler olsun’, ‘yüzler gülsün’, ‘gözler ağlamasın’, ‘hoşgörü egemen olsun’, ‘paylaşım çoğalsın’, ‘sorunlar çözülsün’, ‘kavgamız onur olsun’ beklerken; ‘iyi şeyler olmuyor’, ‘yüzler gülmüyor’, ‘gözler ağlıyor’, ‘hoşgörü yok oluyor’, ‘paylaşım yitiyor’, ‘sorunlar kabarıyor’, ‘kavgamız sınıfta kalıyor’…

İzler birbirine karıştı…

***

Araştırmacılar, canlı yaşamının tarihsel sürecinde gereksinmeleri sıralarken ‘ilk’ olarak beslenmeye yer verir.

Canlanın ‘beslenmesinin’ yaşamını sürdürebilmesinde ‘ilk’ koşul olduğunu vurgular…

Canlı, yaşmamda kalabilmek için doymak zorundadır…

İşlenmemiş, el değmemiş doğada, adını bilmediği ‘her şeyi’ kimi zaman tadarak, kimi zaman duyu organlarıyla kanıksayarak beslenmesini sürdürmüştür…

Bugün yurttaşın en doğal hakkı ‘yine’ beslenmesidir.

Canlının yaşamda var olmasının ‘ilk’ koşulu yine beslenme…

Şunu sormak zorundayız:

Her tür kavganın ardının kesilmediği günümüzde yurttaş ‘beslenebiliyor mu’?

***

Beslenmek, derken…

Ekmek arası yumurta, ya da fırında döner benzeri bir ‘besinden’ söz etmediğim açık!

Yaşanabilen her türlü ‘açlıktan’ söz ediyorum…

Eğitimden kültüre, dinlenmeden çalışmaya, gezmeden görmeye, bilimden kendini bilmeye değin ‘açlık’ duyulabilecek her şey…

‘Açlık’ duyusu, salt beslenmeyle-doyumla üstesinden gelinebilecek bir olgudur…

Yaşamın içinde ‘alabora’ oluşların nedeni de ‘açlık’…

Peki, ‘açlık’ duygusunu çözümleyecek düzenek ne?

Ülkenin ‘siyası duruşu’, ‘siyası yapısı’, ‘siyasi anlayışı’, …

‘Siyasi’nin yanına ekleyecek daha çok şey bulmak olası da, ya bizdeki gelişmeler…

Yurttaşın ‘açlık’ duygusunu nasıl ‘besleyecekleri’ konusu oldukça düşündürücü…

En son Milli Eğitim Bakanlığı’nın yaptığı ‘müfredat’ açıklaması, gelecekte ‘açlık’ duygusunun bugünden daha çok acılar dolu olacağını görmemek aptallık olur!

Son yıllara bakıldığında, ‘eğitimde’ yaz-boz tahtasına döndürülen ‘müfredat’ın sonucu içler acısı olduğunca, gelecek kuşak için karabasan olacağını görememek de aptallık!

Bilim derslerini bırakın, ‘kendi’ dilini bile kullanmada sınıfta kalan bir ‘eğitim’in iyileştirilmesi beklenirken, ‘kendi’ varlıklarını sürdürebilmek-sağlamlaştırabilmek için daha da iğdişleştirme çabası gelecek kuşağın nerelerde olabileceğini bugünden düşündürebiliyor.

Hazırlanan müfredat taslağında deniyor ki ‘araştıran, sorgulayan, mantıksal muhakemeyle karar veren, yaratıcı düşünen, problem çözebilen, öz güveni olan, iş birliğine açık, kendini ifade edebilen, girişimci, sürdürülebilir kalkınma bilinciyle yaşam boyu öğrenen bireyler olduğuna işaret edilen programda, fen bilimlerine ilişkin bilgi, beceri, olumlu tutuma, ahlaki ve milli değerlere, fen bilimlerinin, mühendislik, teknoloji, toplumla,  çevreyle ilişkisine yönelik anlayışa, psikomotor becerilere sahip bireylerin yetiştirilmesi beklentisi…  bireylerin, astronomi, biyoloji, fizik, kimya ve yer bilimleri alanına ilişkin temel bilgilere, doğal çevrenin keşfedilmesine ve uyum içinde yaşanmasına yönelik becerilere sahip olması…’

Düşünsel, bilimsel hiçbir dayanağı bulunmayan; ava çıkmadan ‘avlakla’ dönme, ya da çalışmadan başarı beklemek gibi, tohum ekmeden ürün istemek gibi bir anlayış…

Atatürk’ü, bu ülkenin kurtuluş yıllarını, verilen savaşı, evrim teorisini, fizik, kimya, biyoloji gibi derslerden konular ayıklayarak eğittiğiniz kuşaktan ‘doğayı keşfetmesini’ bekleyeceksiniz…

Cumhuriyet’in kurcusunu bilmeden; doğadaki kurbağayı, akrebi, çekirgeyi tanımadan ‘keşif’!

Var mı böyle bir şey?

***

Prof Dr Bülent Arı ‘Türkiye’nin okumuş kesimi profesörden başlayarak geriye doğru en tehlikeli olanlar üniversite mezunları. Olayları en rahat okuyanlar ilkokul mezunları. Üniversite ve sonrası çok vahim… Çünkü zihinleri bulanık… Sultan Hamit devrine dönelim’ demiş, YÖK Denetleme Kurulu’na atanmıştı.

Milli Eğitimi’nin müfredatını incelerken, ister-istemez anımsadım olayı…

‘İyi şeyler olsun’, ‘yüzler gülsün’, ‘gözler ağlamasın’, ‘hoşgörü egemen olsun’, ‘paylaşım çoğalsın’, ‘sorunlar çözülsün’, ‘kavgamız onur olsun’ istiyoruz istemesine de; her zaman olduğu gibi, yine yıllar sonra ‘aldattılar, kandırdılar’ dediklerinde inandırdıkları olacak değil mi?

Bugüne dek ‘kurtuluş’ için bir şans hep vardı; yönetenler bir kez daha ‘kandırdılar’ derse bu ‘şans’ yine olacak mı acaba?

Bir sabah uyandığımızda…

150117