Oktay Erol

Oktay Erol

17 Mayıs 2024 Cuma

Adana’ya bomba düştüğünü bilmiyor babam…

0

BEĞENDİM

ABONE OL

 

Uzun süredir yazamıyordum…

Babamın rahatsızlığı nedeniyle hastaneler, doktorlar, tahliller, sonuçlar derken yaşamımız olmuştu içinde bulunduğumuz koşullar.

İlk hastane günlerinde gazetelerini istemişti babam…

Hastane kantinine konmayan gazetelerden…

Dışarıdan, o gün sabah kim gelecekse ‘o’ gazeteleri getiriyordu.

O gün, gün sonuna dek, hem gelen ‘ziyaretçileriyle’, hem bizlerle okuduklarını değerlendiriyor, yorumluyordu…

‘Yok’ diyordu. ‘Yok, bunlar ülkeyi geri götürmekten başka bir şey yapmıyorlar.’

Hastanede yatma nedeni, bir yerlerinde yer bulmuş olsa bile; rahatsızlığını konuşmaktan daha çok gündemi konuşmayı yeğliyordu…

Güzel değil mi?

***

On gün boyunca sürdü bu…

Ellili yıllardan bu yana birçok yaşanmışlığını ‘kesitlerle’ anlattı…

Çok partili dönemin sancılarından, Demokrat Parti’li süreçten söz ederken nerelere dek gitmiyordu ki?

‘Yıllarımız hep mücadele ile geçti’ dedi.

Kozan’da altmışlı yılları olmasa bile, yetmişli, seksenli yıllarını anımsıyorum…

Doktorun, ya da sağlık görevlisinin içeri girmesiyle dağılıyordu…

‘Ne var’ der gibi gözlerine bakıyordu…

Ya yeni bir ‘tahlil’ için kan, ya tansiyon durumu, ya yediğini-içtiğini kontrol için geliyorlardı.

Hastalığı her anımsayışta, hasta odası, hastane koridoru, hastane avlusu buz’ gibi yalıyordu her yerimi…

***

On gün sonrasında…

Gazete istemez oldu!

İlaçların daha da yoğunlaşmasından dolayı yorulduğu, daha çok uyumaya zaman ayırdığı günler…

Yalnız ‘neler oluyor’ diye soruyordu…

Odasındaki televizyondan bazı haberleri izliyordu sanırım…

Musul’u, Suriye’ yi, Ege adalarını, Lozan’ı konuşuyordu…

İlk günlerde olduğunca canlı, devingen değildi…

Belirsizce değişen bir şeyler oluyordu.

Doktoru ‘hastalığın neden olduğu başka hastalıklardan fırsat bulup, asıl hastalığa dönemiyoruz’ dediğinde babamın içinde bulunduğu durum belli oluyordu.

Gözlerini çevirdiğinde,

Yavaşça ellerini başına götürür gibi yaparken yüzünü kapattığında,

‘Yaparsın’, ‘gidersin’, ‘getirirsin’, ‘söylersin’ benzeri sözcükler de ‘tüm’ bunlara eklendiğinde, ‘nereye’ gidildiğin biliyordu kanımca…

İkinci on gün süreci böyleydi…

***

Üçüncü haftayı geride bırakıp da, gözle görülebilir ‘iyileşme’ olmayınca kardeşlerimle birlikte tedirgin olmaya başlamıştık…

Yürüyerek getirmiştik, şimdi yan dönerken acılanıyor olması karşısında doktorun, olmadı hemşirenin gözlerinin içine bakmaktan yorulmuş gibiydik…

Acıyı dindirmek, tansiyonu düşürmek için verilen ilaçların böbrekle birlikte mideyi de artık ablukaya almış olması karşısında suskunluğumuz dayanılmaz olmuştu ki…

Hani şu gazetelerden okuduğumuz ‘hasta yakınları doktora saldırdı’ benzeri haberler var ya; kız kardeşlerim ilkini dün yapmış. Duymamıştım. Bu gün de ben… Yapabilmeme herkes şaşkın!

Hasta yakınının ‘hastamız neden iyileşmiyor’ deme özgürlüğü yok mu?

Öyleyse ‘insanının’ önemi ne?

Üç günlük yoğun bakım…

Yeniden odaya…

Üç gün bildiğimiz değildi babam…

Üç gün…

‘Neler oluyor’ demişti babam…

Adana’ya bomba düştüğünü bilmiyor babam…

Ülkemizin ‘iyiye’ gitmediğini biliyordu…