21 Kasım 2024 Perşembe
Adana, kış mevsimine karşın ilkyaz sıcağıyla kucaklıyor. Hani o yağışlı havalarda yaşanan karabasanlar da olmasa, karşıdan karşıya geçilmek istendiğinde yerel çalışmaların tıknazlığından etkilenilmese; kış mevsimi kartpostallarda bilinecek ya…
Öyle bir günün orta yerinde, Sular’da buluştuğum Eyüp Demiröz’le Atatürk Caddesi’nde yürüyoruz. En son bir yıl önce mi karşılaşmıştık ne? Arada bir telefon görüşmemiz de olamasa, iletişim eksikliğinden birbirimizi unutacağız…
Bolca kitaplardan söz ediyor, önceden olduğu gibi. Yine sağlam duran adımlarını sıralıyor. Yıllar önce tanıdığım gibi, ‘beğenmediğimi yazdım olarak düşünmüyorum’ diyor, ‘neden yazmıyorsun’ dediğimde. Dediklerine katıldıklarım olduğunca, çoğuna ‘dur hele’ demem yalnız gülümsetiyor, öncesinde olduğu gibi…
Okumaya ayrılan zamanın bir bölümünü yazmaya ayırmadıkça, okunanın ‘tıkamasından’ söz ediyorum. Yazmak bir türlü söyleşmek, bir tür paylaşmak, bir tür kendinle tartışmak gibi…
Kırk yıl geçmiş aradan. Şiirin buluşturduğu, daha çocukluktan yeni kurtulmuş, bıyık yerleri yeni yeni terlerken dört yazandık. Çeşitli yerlerde şiirler yazıyorduk, buluşmalarda şiirler konuşuyorduk, Adana’dan gelen Duran Aydın Kozan’da Eyüp Demiröz, Kemal Bayrakçı ile birlikte… Sonra ‘halkın dilleri’ şiir kitabı, dört çocuksu şair, dört güzellik kuruyorduk.
Atatürk Parkı’ında yürüdük, Eyüp’le. Havada güneşli. Hem söyleşmeye, hem özlem gidermeye, hem şiir konuşmaya yürüyorduk. Duran Aydın’ın ‘’Yoklar Sahibi’nden ‘Su Çatlağı’na 40. Sanat Yılı’ etkinliğine yürüyorduk.
***
Adana Ziraat Mühendisleri Odası, zaman zaman uğradığım bir yer. Kapıda Duran Aydın karşılıyor, gelenlerin yanından ayrılarak. Kısa, hoş bir söyleşi. Yüzler o denli hoş ki. Başlayacak olan etkinliğin ışığı yüzlere o denli yansımış ki; Seyhan Belediyesi’nin, Çukurova Belediyesi’nin düzenlediği etkinliklerle karşılaştırmıyorum bile. Kimse üzerinde bir zorlama, ya da bindirme, ya da istersizce duruş içerisinde değil! Adanalı bir şairin şiirlerinde, denemelerinde, öykülerinde yöre dilini unutmadan-ayıklamadan, toplumcu gerçekçiliğinden ödün vermeden yazan Duran Aydın’ı biraz daha yakından tanımak için oradaydı.
O, günler öncesinden bilboartlarda yer aldırılanlar için düzenlenen bir etkinlik değil bu! Arkasında ne ‘milli iradenin’ gücünü arkasına alıp da ‘milli irade’ yerine dışarıdan bilinmiş getiren, ne de birkaç paradarın kıyak olsun diye salonları doldurttuğu egemen sistem de değildi! Büyük alkışlı, büyük kalabalıklı, büyük ödüllü bir etkinlik hele hele hiç!
Salonda parlak ışıklar, oradan oraya koşturan görevliler, ‘ön sıralar sahipli’ diyenler, gelenlerin yüzüne yapmacık kondurulan gülücükler yoktu. Tamamı yetmiş sandalye, herkes birbirine yakın, mikrofona gerek duyulmadan, çıplak-doğal sesle sunum-türkü seslerinin salonda portakal çiçeğine dönüştüğü bir etkinlik…
Etkinlik salonunda Eyüp’le yan yanayız…
***
Duran Aydın’ın yaşamının içinde sevmekten, uğraştan, yaşamla kavgadan, toplumsal duyarlılıktan, acılara başkaldırmadan başka ne görülebilir ki? Yıllarını verdiği inşaat ustalığı, eğitimini yarıda bırakış, çaycılık, araba yıkamacılığı… Tüm bunların yanında okuma tutkusu, kitap sevdası, üzerine bulaşan şiirden kurtulamayıp tam içinde kendini buluş…
Etkinlik, kendi sesinden videosu ile başladı. Yaşamını yavaşça, kavgalarını hele yine bir o denli abartmadan anlatıyordu, bir masanın koltuğunda. Masa üzerine bugüne değin yazdığı, mutfağında bulunduğu dergilerle birlikte kitaplarını dizmişti. Hemen önlerinde ‘halkın dilleri’ duruyordu. Uğraşı içerisinde tanıştığı, birlikte yürüdüğü, birlikte geleceğini üleştiği sanat yoldaşlarını anmadan edemedi. Adana’dan; İzmir’e, Antalya’ya, Ankara’ya dek… ‘Şiir adrestir’ diyordu. Birbirinden uzakta, şiire gönül verenleri ‘yine’ buluşturan şiirdi. ‘Halkın dilleri’nde, dört yirmi yaş altı genci buluşturan şiir…
Sürecek…