Habip Hamza ERDEM
“Cumhuriyet ve Demokrasi” başlıklı yazı dizimizin altıncı sayısında; “Laiklik bakımından Cumhuriyet ve Demokrasi arasındaki farka gelince; Cumhuriyet’te Devlet Dinin tüm etkilerinden bağımsız, Demokrasi’de ise Din Devletin tüm etkilerinden bağımsızdır.” demiştik.
İlk bakışta ‘laf olsun diye’ söylenmiş bir söz gibi durmaktadır.
Her ne kadar yazının devamında ilgili tümceyi açmaya çalışsak da, yazı dizimizi tamamlayamamıştık.
Ancak, değil sıradan okurlar, sizi temin ederim ki, benim diyen ‘siyaset bilimci’ler bile konunun derinliğini kavrayamamışlardır.
Bu sonuncuların, yazılı ve görsel basında, kim ne dedi, nasıl dedi, niye dedi gibi ‘güncel siyasi gevezelik’ dışında ‘ciddi’ bir iş yaptığına ben tanıklık etmedim.
Oysa sözünü ettiğimiz ‘formül’e, ‘siyaset bilimciler’in tez ve kitaplarında sözde ‘bilimsel’ diye pazarlanan ‘kültürel zenginlik’ veya ‘etnisite’yi koyacak olursak, konunun kapsamının nasıl genişleyeceğini görebiliriz.
O zaman formülümüz; “Cumhuriyet’te Devlet ‘etnisite’nin tüm etkilerinden bağımsız, Demokrasi’de ise ‘etnisite’ Devletin tüm etkilerinden bağımsızdır.” biçimini alacaktır.
Devlet’in ‘etniste’nin tüm etkilerinden bağımsız olması demek, ‘etnisite üstü’ olması demektir.
Ve Devlet’in, varoluş (raison d’etat) ilkeleri doğrultusunda ‘etnisite’yi düzenleyebileceği de kabul edilmiş olacaktır.
‘Devlet’in resmi dili şudur’ denilmişse, artık şu ya da bu dil de ‘resmi dil’ olarak kabul edilsin diye diretmek Cumhuriyet’in ‘ilkeleri’ne karşı çıkmak anlamına gelecektir.
Ancak formülümüze göre, Demokrasi’de ‘etnisite’ “Devletin tüm etkilerinden bağımsız” olacaktı değil mi?
Yani, Cumhuriyetsiz bir ‘Demokrasi’de, her etnisitenin her isteği ve o arada ‘Ana dilleri’ni ‘demokratik’ bir biçimde savunmak ve denildiği üzere, ‘analarının ak sütü’ kadar ak ve ‘demokratik bir hak’ olarak istemek mümkün olabilecektir.
İşte Türkiye’de, başta DEM ve DEMsi sol ve sosyalist partilerin neden hep ‘Demokrasi’ istedikleri ve neden Cumhuriyet’in adını anmaktan çekindikleri de böylece açıklanabilecektir.
Şimdi kendilerini ‘sol ve sosyalist’ olarak gören parti ve örgütler, kendilerinin bir başka kaynağı varsa bilemem ama, eğer başta Marx ve Engels olmak üzere Marksist gelenekten beslendiklerini ileri sürecek olurlarsa yanıldıklarını söyleyebilirim.
Çünkü, en az kendileri kadar demeyeyim ama bu konuda kendilerinin bildiklerinden çok daha fazlasını bilen biri olarak diyeceğim şu ki; Marksist gelenekte ‘çok kültürlülük’ diye bir ‘kavram’ yoktur.
Bu lânet kavram, Amerikan ‘Dilbilim’ ve ‘Sosyolojisi’nin Marksizmin çarpıtılması amacıyla türetilmiş bir kavram olup, sözde ‘Demokrasi’ kavramı içine yedirilerek ‘Gerçek Demokrasi’nin de anlaşılmasının önünde koca bir engel oluşturmaktadır.
Yalçın Küçük ‘ben Demokrat değilim’ derken işte bu ‘Burjuva Demokrasisi’nden yana olmadığını söylüyordu sanırım.
Konu derin ve uzun açıklamalar gerektiriyor, ki kesik kesik de olsa, Cumhuriyet ve Demokrasi arasındaki ayırım ve birliktelikler üzerine yazıyorum.
Ancak, bu yazıyı sonlandırırken, geçenlerde Emre Kongar’ın da ‘Burjuva Demokrasisi’ kavramına, kendince, karşı çıktığını duyduğumu belirteyim.
Sosyolog Emre Kongar’a, o çok beğendiği ‘Sosyal Devlet’in, özünde ‘Sosyalist Devlet’ olmadığını kanıtlamak için bulunmuş bir ‘Burjuva kavramı’ olduğunu anımsatmak isterim.
Suret-i haktan görünerek, kargadan başka kuş ‘Burjuva Devlet’ten başkasını bilmeyen ‘siyaset bilimci’ ve onların ‘hınk deyicisi’, örneğin Bayraktaroğlu türü ‘bayraktar’ların ‘Sosyal Devlet’i, günümüzde bir ‘sığınak’ olabilir.
Ve o nedenle, en azından yıkılmaması için çaba göstermekteyiz.
Ancak ve ne var ki, Tarih’in ‘son durağı’ da değildir.
O nedenle, Devlet, Cumhuriyet ve Demokrasi gibi derin kavramlar ‘üzerine’ konuşulurken, ‘ne’ oldukları konusunda da kafa yormuş olmak gerekmektedir.
DEM’in Demokrasi’si yerine Türkiye’nin ‘Cumhuriyet’i her zaman yeğdir.
Şimdi, en azından bu Cumhuriyet’i kurtarmak gerekmektedir.
Yoksa ‘Demokrasi’ palavrasıyla tamamen ‘yoldan çıkarmak’ çok daha olumsuz sonuçlara varacaktır.
Bitirirken Türkiye’de ‘burjuva mı var?’ diye soracak olanlara da, Türkiye, tam yüzbir (101) ulustan oluşan ‘lümpen burjuvazi’nin yaşam ve iktidara ortak oldukları bir ülke olmuştur diyelim.
Yarın bunların ‘Demokratik talepleri’ ile karşılaşacağız demektir.
Demek ki, öyle ‘demokratik sapkınlıklar’ yerine, düştüğü yerden Cumhuriyet’imizi ayağa kaldırmak en can alıcı önceliğimiz olmalıdır.
‘68 Geleneği’ de bunu diyordu, biliyor musunuz, çok bilmiş ‘çok kültürlü’lerimiz?
YORUMLAR