Sevgililer günü ile ilgili çeşitli anlatılar var. Antik Yunan’da Zeus ve Hera’nın kutsal evliliğine, Antik Roma da 15 Şubat Bereket tanrısı Lupercus’un onuruna dair; Lupercalia Bayramı’nın arifesinde, yani 14 Şubat günü genç kızların adının yazıldığı kurayı genç erkekler çekerek bayram boyunca birlikte gezme şansına erişiyor.
Din adamı Valentine ile ilgili romantik aşk durumunu hikâyelere dayandıranlar var. Bu arada Valentine sevgili anlamlarına da geliyor. Bir diğer hikâye de: ‘14.yy. Fransa ve İngiltere’de geleneksel olarak kuşların çiftleşme günü olan 14 Şubat’ta sevgililer birbirlerine sevgilerini ifade eden sözler, şiirler yazan notlar veriyor. Yine batılı toplumlarda sevgilisi olmayan ancak beğendiği kişilere onu sevdiğine dair isimsiz bir kart atılır. Böylece kartı alan kişi acaba beni kim seviyor diye merak eder durur.
Sahi siz sevgilisi olmayanlara (bekârlara) hitaben söylüyorum: ‘Siz böyle bir kart alsaydınız ne yapardınız?’
Zaman değişiyor. İlişkiler, evlilik kurumu unsurları, her şey değişiyor. Bir tek şey değişmiyor; insanın sevme-sevilme ihtiyacı, ait olma ihtiyacı, değer görme ihtiyacı. Bu ihtiyaçlarımızı görerek, duyarak, dokunarak; yani maddi kaynaklarla ifade edildiği gibi, ilişkilerin sanal ortamlarda başlayıp çabucak tüketildiği zor bir çağdan geçiyoruz. Eskiden kartın, zarfın, el yazısının, şiirin, sözün güzelliği ruhumuzu beslerken, şimdi kuruluşlar, siyaset, bankalar, GSM operatörleri, tıp sektörü dahi neredeyse bu günümüzü kutlayarak bizi şiddetle tüketime/tükenişe davet ediyor. Bana kredi kartını göster denen pos cihazları ya da quar kodları ile olmayan paranın kredisinin faizli taksitlerini sanki biz ödemeyecekmişiz gibi, hiç sorun çıkarmadan bölüyor. İnsanlar sırf bugünün maddi külfetinden kaçmak ya da maddi menfaatlerinin faydası için kendine sevgili yapabiliyor. Evlilerdeki hali ve sevgilisi olanlar ise birbirlerine nispet yaparcasına aldığı hediyeleri yarıştırıyor. Mutluluk ve kendimize biçtiğimiz değer, aldığımız hediye paketine indirgeniyor.
Hemen hemen bütün bu özel günler böyle oldu. Aslında günün insana hatırlatacağı değerlere vurgu yapması gerektiği unutularak maddi değerlerle eşelenip esas mutluluğun işlevi ve içeriği boşaltılıyor. İlişkilerimizde yıprandı. Günümüz aşkları tükenişine, sevgiliye sitem bile şakıdım bir şarkıyla nasılda güzel kafiyeleniyor: ’Nerde trak, orada bırak.’
Bireyselleşme alabildiğine zalimlik kusuyor, insanlar özellikle hassas insanlar ya da dezavantajlılar, sorun kendilerindeymiş gibi siniyor, pusuyor.
İçgüdülerin normalleştirilerek ve insan içgüdülerinin esiri olacak kadar aciz bir şekilde tükenişini körüklemek adına; kadınlara: ‘’Yaşlanıyorsun, kolejinin, östrojenin, progesteronun bitiyor.’’ Estetik dünyasının kadını: ‘’Yaşlandın, çirkinleştin, bittin.’’ Gaflarının bütün kapital dayatmalarına maruz bırakılıyor. Mesela; erkeklerin kas yapmaları için spor salonlarında protein tozlarıyla kas yapmak uğruna nasıl telef olduklarına şahit oluyoruz. Bu trajedi kendini bilim insanı atfeden zatlar tarafından nasılda ağızlarından salyalar akıtılarak pazarlanıyor.
Toplum, kart postallardan öykünerek acaba seni kim seviyor, acaba beni kimbekliyor noktasına gelmiş bulunuyor. O heyecan, o gizem ya da geciktirilmiş meraklandırılmış ve düşüncenin süzgecinden geçerek nasıl birini bekliyoruz, bizi ne mutlu eder? Sorusunu bile önden sordurarak kararlarımız konusunda yine de bir tutarlılık gösteriyorken, şimdilerde ise hemen tatmin edilmiş merak edecek zamana bile ihtiyaç kalmamış durumda. Duygularımızdan uzaklaştığımız hızlı ulaşılan keyiflerin esiri oluyoruz. İşin tuhafı bunu her yaş grubu yapıyor. Bazen çok merak ediyorum, üstelik yirmi küsür yıldan bu yana. Acaba tıpkı bir ergen gibi davranan büyüklerin ergen çocuğuna ‘’kendine çeki düzen ver!’’ demeye hakkı ve yüzü var mıdır diye?
Tüm bunların ışığında seni kim seviyor olabilir? Senin de kendisi gibi bir insan olduğunu kim görüyor ve bunu sana hissettiriyorsa o seviyordur. Ya da sen birine karşı böylesi duygularla bağlanmışsan seviyorsundur.