Ömer ALPDOĞAN
Türkiye garip bir ülke oldu…
Dün meydanlarda “Tam Bağımsız Türkiye” diye haykıranların ardılları emperyalizmin ardına takıldılar, emperyalizmin gönüllü savunuculuğunu yapıyorlar…
Kendilerini sol, sosyalist ya da komünist olarak tanımlayan kişi ve örgütlerin bazıları yüksek sesle AB emperyalizminin işgal araçları olan sözleşmeleri savunuyorlar, onlara tanrısal güç yüklüyorlar…
Sanırım, bu kişi ve yapıları enternasyonal olmayı yanlış anladılar…
Sol maskesiyle AB sözleşmelerini savunanlara göre İstanbul Sözleşmesi yaşatır, Paris İklim Anlaşması küresel ısınma ve iklim değişikliğini önlemenin tek yolu…
AB sözleşmeleri uygulanmazsa, kadınlar ölecek, iklim krizi gelecek…
Halbuki, her iki sözleşmede AB Emperyalizminin ülkelere ve halklara dayattığı sömürü araçlarıdır…
Bu sözleşmeleri imzalayan ülkeler, egemenlik haklarının Avrupa Birliği’nde devretmektedirler…
Yani, AB’nin sömürgesi, mandası olmaktadırlar…
Emperyalizmin tahakkümüne ilk karşı çıkması gerekenler antiemperyalistlerdir…
Sol dünya görüşüne sahip olanlarında özünde antiemperyalist fikirleri benimseyenler olarak, AB’nin emperyalist politikalarına şiddetle çıkmaları gerekirken, emperyalizme destek vermeleri, emperyalizmin sözleşmelerini savunmaları çok hazin bir durumdur…
Bitmeyen sömürü aracı Filistin
Filistin ve gariban Filistinliler, Türkiye’de bazı grupların yıllardır sömürü aracı..
Birileri, Filistin’de en küçük bir olay olsa hemen kolları sıvayıp para toplamaya başlıyorlar..
Kimim kermes düzenleyerek, kimi okullarda günü yarı aç yarı tok günün tamamlamaya çalışan öğrencilerin cebindeki paralar almaya çalışıyor..
Filistin ve Filistinliler dedik ama, aslında Müslüman Arap dünyası başta olmak üzere Türklerin dışındaki tüm Müslüman halklar aslında sömürü aracı oluyorlar ama, tabii ki en fazla kullandıkları Filistin ve Filistinlileri..
80’li yılları pek anımsamıyorum lakin, 1990’lı yıllarla birlikte Filistinliler hapşırsa birileri “kardeşlere yardım edelim” diyerek okullara koşup, sınıf sınıf öğrencilerden “gönüllü” bağış topluyorlar..
Gönüllü dediğime bakmayın aslında zorunlu bağışlardı bunlar..
Nerden biliyorsun dediğiniz duyar gibiyim.
Hemen tanık olduğum, yaşadığım bir olaydan biliyorum..
Oğullarımdan biri lisede okurken, sanırım 14- 15 yıl önceydi yine bugünkü gibi gündemde Filistin vardı..
Milli Eğitim’den yetki ve izin alan kimi öğretmenler, sınıf sınıf dolaşıp öğrencilerden tıpkı günümüzde olduğu gibi Filistinli kardeşleri için maddi yardım istiyorlardı..
Oğlum, Türkçü bir duyarlılıkla para vermeyi reddedince hem para toplamak için gelen öğretmenlerden, hem okul yönetiminden “mahalle baskısı” görmüş, sıkıntılı bir süreç yaşamış, sonunda okul değiştirmek zorunda kalmıştı..
Her nedense, Filistinli kardeşlerine kendi cebindeki paradan ayardım etmeyi düşünmeyenler, fırsat doğduğunda zaman geçirmeden sınıfların kapısına dayanıp, öğrencilerin cebindeki harçlıklarının istiyorlar..
Yardım yapılan Müslüman yetimler ise hep Filistin, Yemen, Suriye, Sudan, Hindistan, Lübnan’da yaşayanlar oluyor..
Haksızlık yapmayayım, bir ara Arakan modası da vardı..
Nedence yardım toplanan Müslüman yetimler her Arap coğrafyasından..
Kişisel olarak, daha bir öğretmenin sınıf sınıf dolaşarak, Bayır Bucak, Türkmeneli, Güney Azerbaycan, Horasan, Karabağ, Yunanistan, Bulgaristan, Romanya, Rusya, Kosova, Makedonya, Sırbistan’da yaşayan Türk çocukları için para toplamak için ter akıttıklarını ne duydum. Ne gördüm..
Lübnan’da ve Filistin’de yaşayan Türkmenler ile İsrail’de yaşayan Karay Türkleri de ilgi alanlarında hiç olmadı..
Arap coğrafyasına yarım için koşturanlara “Türk coğrafyasına Arap coğrafyası kadar olmasa bile neden ilgi göstermiyorsunuz” diye sorduğunuz da “İslamiyet’te milliyetçilik yoktur. Türkçülük haramdır” yanıtının alırsınız..
Ancak Türkçülük haram diyenler, iyilik yapmak adı altında para toplarken buram buram Arapçılık yapıyorlar..
Son sözde Milli Eğitim ve okul müdürlüklerine..
Zaten kaydolurken kayıt parası, öğrenim süresince yapılan toplantılarda çeşitli gerekçelerle velilerden yüksek meblağlarda paraları zorunlu bağış olarak alıyorsunuz; bari, çocuklarımız cebindeki harçlıklara sahip çıkın, birilerinin okullara gelip sınıf sınıf harçlıkları öğrencilerin cebinden almalarına alet olmayın..
Onlara göz koyanlara okul kapılarından içeri sokmayın..
Bize komplo gibi geldi, bu komploya inanmıyoruz!
Tarım ve Orman Bakanlığı’nın taklit ve tağşiş edilmiş ürünlerle ilgili listesi yayınlandı..
Bakanlık bir süredir, bu tür listelerde domuz etinin ismen vermiyor..
At ve eşek eti ile birlikte “tek tırnaklı hayvan eti” diyor geçiyor..
Son listede onlarca firmanın ürünlerinde tek tırnaklı hayvan eti bulunmasına karşılık sadece bir firma domuz eti kullanmakla suçlanıyor..
Diğer firmalarda “tek tırnaklı eti” yazan Bakanlık listesinde söz konusu köftecinin ürününde “domuz eti tespiti” yazıyordu.
Birileri el altından o köfteci firmasının ürününde domuz eti bulunduğunu kamuoyuna yaydı, büyük bir itibar kaybına uğrattı..
Olayda çok sayıda soru işaret olması o köfteci firmasına karşı Bakanlık görevlilerinin de içinde olduğu birileri tarafından komplo kurulduğu kanısının kuvvetlendiriyor.
280 şubesi on iki bin çalışanı olan köftecinin sadece Bursa Şubesi’nde domuz eti bulunuyor..
Numunelerin alındığı ve sonuçların açıklandığı tarihler arasında uzun süre olduğu Bakanlık açıklamasından anlaşılıyor..
Geç açıklama, Bakanlık görevlilerinin aynı anda aldığı ikinci (şahit) numune ile karşılaştırma olanağını ortadan kaldırıyor.. İzlenebilirliği ortadan kaldırıyor..
Aynı parti üründen Savcılık tarafından alınan numune ve temiz çıkıyor..
Bütün bunlar, olayın bir komplo olma olasılığını güçlendiriyor.
Gizli evrakların sızdırılması, firmaya karşı bir komplo kurulduğunu gösteriyor..
Ortada ya kötü niyetli kişilerin bir eylemi, ya da numune alanları dikkatsizliği, laboratuvarda analiz sırasında domuz eti bulaştırılması olasılıklarını doğuruyor..
Böyle bir komplo neden kurulur, firma neden itibar kaybına uğratılır?
Çünkü firma yerli bir marka olarak, KFC, McDonalds, Burger King gibi sektördeki Amerikan firmaları ile büyük rekabet içinde..
Şube sayısı o firmalarla yarışıyor..
Üstelik, Bakanlığın domuz eti çıktı diye diğer firmalara uygulamadığı bir yöntemle “domuz eti” ibaresini kayırlara düştüğü yerli köftesi firması bir kaç yıl önce mafyanın ele geçirme operasyonuna hedef olmuştu. Dönemin İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, yurt dışında yaşayan bir mafya babasının şirkete çökmesinin engellendiğini bizzat açıklamıştı..
Gelelim konumuza: köftecinin durumu bir komploya işaret ediyor ve bu komploya inanmıyoruz.
Madde madde açıklayalım:
1-Et entegresine eksiksiz iki kol iki bacak iki kafes ve boyun taşıyan karkas harici parça et ve kıyma giriş yok.
2-İyi kalite yetişmiş kasapları ve Veteriner Hekimleri olan deyim yerindeyse uzay üssü gibi bir işletme domuz karkasının gözden kaçma ihtimali yok.
3-Pirzola, kuşbaşı, antrikot, boşluk, kıyma ve köftelik gibi kısımlara ayrılan bir üretim prosesi var.
4-Köfteler yapıldıktan sonra şubelere giderken sevk ve parti numaraları var ,her partiden belli bir süre saklanan şahit numuneler var.
5-Sevkiyat başında mühürleniyor ve ilgili şubede mühürler açılıyor ,yolda müdahale şansı yok.
6-210 şubede köfte ,hamburger ,döner hizmeti veriliyor ve ne hikmetse iki şubede bu numunelerde tespit yapılıyor.
7-Üretim numunelerine dönüp bakılacak zaman aralığı çoktan geçtikten 7 ay sonra bu raporlar gün yüzüne çıkıyor.
8-Cola Turka markasına zamanında yapılanları unutmayın, bu işletmeden böyle bir köfte çıkma olasılığı yok. Zaten bu denli büyük bir işletmenin böyle bir dolandırıcılığa ihtiyacı yok.
Şubede çalışan iki kişiyle böyle bir komplo çok zor değil.
EKONOMİ
12 saat önceYAZARLAR
12 saat önceYAZARLAR
13 saat önceYAZARLAR
13 saat önceYAZARLAR
2 gün önceYAZARLAR
2 gün önceYAZARLAR
2 gün önce