Soyutlama üzerine (17)

Soyutlama üzerine (17)

ABONE OL
30 Aralık 2023 15:41
Soyutlama üzerine (17)
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Habip Hamza ERDEM

Türkçe’de ‘algılama yeteneği’ ve ya da ‘zekâ’ sözcükleriyle karşıladığımız ‘intellect’ sözcüğünün Fransızca’daki diğer karşılıkları ‘açık görüşlülük’ (clairvoyance) ‘tanıma’ (connaissance), ‘ustalık’/’yaratıcılık’ (ingéniosité), ‘bilinç açıklığı/berrak görebilme’ (lucidité), ‘kavrayışlılık’ (perspicacité) ve ‘keskin görüşlülük’ (sagacité) diye sayılabilir.

Kısaca, sadece ‘insan’a özgü olan ve doğru ile yanlışı ayırt edebilmesine olanak veren bir ‘beyinsel işlev’in sonuçlandırılmasıdır denilebilir.

Demek ki bir ‘yetenek potansiyeli’ olup, belli bir sonuç vermesi için ‘çalıştırılması’ ya da ‘işletilmesi’ gerekmektedir.

Türkçe’deki ‘aydın’ terimi ile ‘entelektüel’ terimi ise çoğu kez birbirlerine karıştırılmakta, dahası ‘entelektüellik’ yer yer küçümsenmektedir.

Oysa, entelektüel olabilmek için insanın kendisinde var olan o ‘kapasite’yi kullanabilmesi ve ya da nasıl kullanabileceğini ‘öğrenmesi’yle olanaklı olmaktadır.

Ki ardından ‘düşünce’ dediğimiz meyveyi ‘yaratabilsin’.

İşte konu bu ‘yaratıcılık’ sorununa gelince, her şeyden önce bir ‘eylem’in ve bu eylemin sonunda da ‘maddi’ ya da ‘manevi’ bir ‘yaratı’, yani bir ‘varlık’ın, bir ‘ürün’ün ortaya çıkarılmasının söz konusu olacağı apaçıktır.

Nitekim Aristo’dan buyana, reel’in (gerçek) kökeninin ‘eylem’e dayandığı bilinmektedir.

Bununla birlikte, Aristo’da ‘en son’ kaynak olarak gösterilen ‘teleios’ sözcüğünden, 19ncu yüzyıla gelindiğinde, ‘téléoloji’ terimi türetilecek ve her ‘eylem’in bir ‘amaç’a yönelik olduğu ileri sürülecektir ki, Türkçe’de bu sonuncu ‘erek’ sözcüğüyle karşılanmaktadır.

Günümüzde teleoloji terimiyle karşılanan durumu ise Aristo ‘entéléchie’ terimiyle dillendirmekte idi.

Böylece dinsel ya da tanrısal ‘yaratıcılık’ dışında, insanın bizzat kendisinin ‘yaratıcılık’ özelliğini dile getiren ‘entelekt’ ve ‘entelektüel’ terimlerine ulaşılmıştır.

Ne var ki, örneğin ‘ussalcılık’ akımıyla birlikte, Aristocu ‘enteleşi’ terimi küçümseyici anlamda kullanılmaya başlamıştır.

Örneğin Rousseau, bizdeki ‘Leyla ile Mecnun’a benzer bir gönderme yaparak, aslında Mecnun ya da Leyla’nın ‘reel’ değil ama her ikisinin de kendilerine özgü birer ‘sanal yaratı’ diyebileceğimiz bir ‘enteleşi’  (üretimi) olduğunu ileri sürecektir.

Burada Feuerbach’ın Tanrı’yı insanın bizzat kendisinin ‘yarattığı’ tezinin böyle bir sürecin sonucu olduğu söylenebilir.

Ki Marx’ın ‘yabancılaşma’ kuramının bu konuda Feuerbach’ın yaklaşımını ‘ayakları üzerine oturttuğu’ bile söylenebilir.

          Felsefe ve edebiyattan doğal yaşama, o arada, örneğin biyoloji alanına geçildiğinde, ‘canlının kendisine içkin olan yaratıcılığı’nın, bir ‘ereksellik’ taşıyıp taşımadığı da ‘enteleşi’ terimiyle açıklanmaya çalışılmış ve teleoloji’ye benzer bir teleonomi terimi türetilmiştir.

Öyle ki, teleoloji’de olduğu gibi herhangi bir ‘ereksellik’ ya da ‘dışsal niyet’e gereksinme duyulmaksızın, her canlının ‘dölleme’ ya da kertenkelenin kopan kuyruğunu ‘yeniden-üretme’si gibi bir bağımsızlık özelliği olduğu ileri sürülmüştür.

Böylece bir ufuk turu atarak, yeniden-üretim konusuna geldiğimizde, ‘gerçek soyutlama’ ya da ‘bilimsel soyutlama’ ile varılan, örneğin ‘kapitalist üretim’in kendi kendisini ‘yeniden-üretme’sinin, iddia edildiği gibi ‘teleolojik’ bir yönünün olmadığını söyleyeceğiz.

Bununla birlikte, Marksizmin bütünselliğini, teleonomik bir yaklaşımla düzeltmeye çalışan ‘Analitik Marksizm’in ise onun ‘öz’ünden uzaklaşılmasına yol açtığı söylenebilecektir.

          Gerçekten de, kapitalizmin yıkılacağı gibi öngörüyü, somut gelişmeleri ‘kavrama’ ve gerekli ‘eylem’i koymadan, mekanik bir sürecin ‘ereği’ gibi görerek eleştirmek, bir başına ‘soyutlama’ anlayışının reddi, ‘entelekt’in işlevinin durdurulması anlamına gelmektedir.

          Nitekim, ‘gerçek soyutlama’ yöntemini, ‘ortodoks marksizm’ olarak niteleyen ‘analitik marksistler’in, araştırma nesnesinde bir ‘sert çekirdek’ ve ‘çevresi’ ayırımı yaparak en azından ‘yöntem birliği’ ilkesinden uzaklaştıkları söylenebilir.

          Geleneksel üniversite ‘yöntemleri’yle (ki, doğası gereği Marksizm karşıtıdırlar) dışına çıkmadan, deyim yerinde ise ‘resmi bilim’ yapmaya çalışmanın esin kaynağının genel olarak Anglo-sakson üniversiteleri olduğu da bilinmektedir.

          Bütün bu çabaların, hem araştırma ‘nesne’si ve hem de ‘yöntem’i bakımından deyim yerinde ise, dışında durarak ‘eleştirmek’ ve ya da geçerliğini sorgulamak anlamına geleceği apaçıktır.

          Nitekim, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde, seksenli yıllarda bir ‘İktisadi Analiz’ geleneği başlatılmak istenmişti.

Ve aynı yıllarda bir ‘yöntem sorunu’ olduğu ileri sürülürken, yöntemin uygulanacağı ‘nesne’nin belirlenmesinden kaçınılmaktaydı.

İktisat’, ‘kıt kaynaklar’ın ‘etkin kullanımı’ndan başka bir anlama gelmiyordu.

Değil mi ki, (l’homo oeconomicus) Eski Yunan’dan beri ‘ev ekonomisi’ni iyi yönetmek anlamına gelmekte ve yöntem olarak da ‘ayak ile yorgan’ arasındaki ölçümlere dayanmaktaydı.

Bu çerçevede, yöntem ne olursa olsun, ‘soyutlama’ya gerek kalmamaktadır.

Ya da, ‘soyutlama’, en kaba biçimiyle belli konuları ayıklama anlamında bir ‘varsayım’ olmakta, ama aslında temel konular ‘yoksayım’a dönüştürülmüş olmaktadır.

Örneğin ‘üretim’ konusu işlenirken ‘bölüşüm’ün yok sayılmasının nasıl bir ‘varsayım’ olabileceği, yarattığı sonuçlar üzerinden apaçık görülmekte değil midir?

O halde, ‘iktisadi analiz’in yoksaydığı konular üzerinde düşünmeye devam edilmesi gerekmektedir.

(Sürecek)

En az 10 karakter gerekli


HIZLI YORUM YAP