Ömer ALPDOĞAN
Her 25 Aralık’ta televizyon ekranlarından, geleneksel ve dijital medyadan “Atatürk’ün yakın arkadaşı” laflarını çokça duyarız.. Bu 25 Aralık’ta da aynısı oldu..
Aydınından sıradan vatandaşına; yandaş gazetecisinden solcu hatta liberal gazetecilere; Atatürkçüsünden sosyal demokratına, İsmet Paşa’nın ölüm yıldönümünde Atatürk ile İsmet İnönü’nün ayrılmaz ikili olduğunu, etle tırnak gibi oldukları masalını dinledik..
Bu tür konuşmaları dinledikçe, yazılanları okudukça, gerçeklerin ters yüz edildiği bir ülkede yaşamak nasıl bir kader diye sorgulamaktan da kendimi alamıyorum..
25 Aralık muhabbetlerinde örneğin, İsmet İnönü’nün çocukluk yıllarından gelen arkadaşlığa güvenerek Mustafa Kamal’ı defalarca Amerikan mandacılığına ikna etmeye çalıştığını, bu ikna çabaları karşısında Mustafa Kamal’den defalarca azar işittiğini ceza aldığını, hatta bir süre Mustafa Kamal tarafından arkadaşlık ilişkilerinin askıya alındığı göremezsiniz..
Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın önderi, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Atatürk’ün resimlerinin paralardan ve pullardan çıkarıp kendi resimleri olan para ve pullar bastırdığından bahsettiklerine de tanık olamazsınız..
Devlet kurumlarından Atatürk’ün resimlerini kaldırtıp kendi resimlerini astırdığını dile getirdiklerini de göremezsiniz..
Atatürk’ün milli eğitim politikasını kaldırıp, eğitim sistemini bir zamanlar Türkiye’nin mandası olmasını istediği ABD’ye teslim ettiğinden bahsettiklerini hele hiç göremezsiniz..
Atatürk’ün soğuk baktığı Alman Führeri ile sarmaş dolaş olduğunu, Sümerbank’a CHP bayraklı ve gamalı haçlı basmalar yaptırdığını anlattıklarına da tanık olamazsınız.
İktidarı döneminde Atatürk zamanında kurulan eğitim yuvalarını işlevsiz hale getirdiğini ve yerlerine imam hatipler açtığını konuştuklarını da duyamazsınız..
1950 sonrasında ezanın Türkçe yerine Arapça okunması için Demokrat Parti’nin önergesine destek verdiğini ağızlarına aldıklarını da göremezsiniz..
Türk sosyalizminin kutup/çoban yıldızı Hikmet Kıvılcımlı’nın “İsmet Paşa’ya açık mektup” adıyla kitaplaştırdığı bir çok tarihsel olgu ve gerçekler bugün bazılarınca yok hükmünde görülüyor, göz ardı ediliyor.. Saklanmaya çalışılıyor..
Ve bütün bunları yapan kişinin Atatürk’ün en yakın çalışma arkadaşı olduğunu iddia ediyorlar..
Oysa, Atatürkçülük’ten dönüş sürecinin 1950’de başladığı şeklindeki yaygın inanca karşın, İsmet İnönü’nün iktidara gelmesiyle başlamıştı. İnönü’nün 1938- 1950 yılları arasında “Milli Şef” olarak bugünkü gibi geniş iktidar yetkileri ile sürdürdüğü yönetim Kemalizm’den asıl ödünlerin verildiği ve Atatürkçü politikaların terk edildiği dönem olmuştur.
İnönü döneminde laiklik konusunda verilen tehlikeli ödünler için, 1933- 1934 yılları arasında İnönü hükümetinde Milli Eğitim Bakanı olarak görev yapan, CHP Manisa Milletvekili Prof. Dr. Yusuf Hikmet Bayur, “Atatürk öldükten sonra biz seçim bölgesine gittik, baktım her mahallede bir kuran kursu açılmış. İnönü din düşmanlığı yapmadı, dincilik yapıyordu. Sonra İlahiyat Fakültesi açtı. Daha sonra İmam Hatip Okulları açtı, bu okullara Fıkıh dersi koydurdu. Bu derse hiç lüzum yok. Çünkü fıkıh demek şeriattan dogma yani kuran ve peygamberin davranışlarından çıkarılan hükümlere göre yapılmış demektir” diyerek İnön’nün laiklik karşıtı icraatlarına ışık tutuyordu.
İnönü’nün Atatürk’ten ne denli uzak ve Atatürkçü politikalar nasıl değiştirdiğini ise “Cumhurbaşkanı olan İnönü artık Milli Şef’ti ve her şeyi o belirliyordu. Atatürk’ün yakın çevresi gözden düşmüştü. Onların yönetimden uzaklaştırılmaları ile başlayan süreç Atatürk ve Atatürk dönemi ile araya mesafe koyma eğilimdeydi. Dini eğitim almış ve faşist eğilimler içindeki Şemsettin Günaltay, İnönü Cumhurbaşkanı olunca Atatürk’e dolaylı hakaret içeren ‘İnönü devri başlıyor, fazilet devri başlıyor’ demiş ve ileride başbakan yapılmıştır” ifadesiyle bütün çıplaklığıyla açıklıyordu..
Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu da, “1945’ten sonra ABD’nin sömürgesi olduk. Milli Şef İsmet İnönü 1947 tarihinde yaptığı resmi (Fulbright) anlaşma(sı) ile Türk Milli Eğitim sistemini ABD’lilere teslim etti” diyerek İnönü’nün Ulusal Kurtuluş Savaşı öncesinde ve Savaş sırasında savunduğu Amerikan mandacılığını iktidara gelince yaşama geçirdiğini vurgulamıştı..
İnönü yaptığı Fulbright Anlaşması ile Türk eğitim sistemini şekillendirecek komisyonun başkanlığını ABD’nin Türkiye’deki büyükelçisine bırakmıştı. ABD’li elçinin başkanı olduğu ve yarısı ABD’lilerden oluşan komisyon tüm eğitim müfredatını belirliyordu..
Tabii bir de, 23 Şubat 1945’de ABD ile yaptığı “Karşılıklı Yardım Antlaşması” adlı ikili antlaşma var.
Temel özelliği ABD isteklerinin Türkiye tarafından kabul edilmesi, Türkiye’yi ağır yükümlülükler altına sokması ve hiç bir yükümlülük altına girmeyen ABD’nin haklarının korunması olan “Karşılıklı Yardım Antlaşması”nın ikinci maddesi şöyledir:
“T.C. Hükümeti, sağlamakla görevli olduğu hizmetleri. Kolaylıkları ya da bilgileri ABD’ne temin edecektir.
Türk Hükümeti ABD’ne hizmet sunmakla görevli olacak, bu görevin sınırı da belli olmayacak.”
Beşinci maddesi de şu hükmü içeriyor.
“Türkiye parasının ödemiş olsa da ABD Başkanı gerek görürse, aldığı malzemeleri geri vermeyi kabul etmiştir…”
Karşılıklı Yardım Antlaşması bağımsız iki ülke arasında yapılabilecek bir antlaşma değildir. Olsa olsa mandayı kabul eden bir ülkenin imza koyacağı bir antlaşmadır. Ve bu manda antlaşması yıllardır Amerikan Mandasını isteyen İsmet İnönü tarafından imzalanmıştı..
Türk tarihi içinde elbette bir yeri olan İsmet İnönü illa övgüler düzülerek anlatılacaksa, Kuvayy-i Milliye Komutanlığı dönemiyle anılması gerekir.. Anmanın içeriği sadece bu kadardır.
Zira, antiemperyalist Ulusal Kurtuluş Savaşının kahramanlarından, Cumhuriyet’in ikinci adamı olan İsmet Paşa’ya ihanet eden, Amerikan mandacılığını savunan, savunmakla kalmayıp taşlarını döşeyerek İsmet Paşa’ya ihanet eden bir İsmet İnönü gerçeği ortada durmaktadır..
Tarih bilimi, bugünün olayları dünü olaylarının içinden çıkan olaylardır, der..
Tarihin bu kuralı, Türkiye’nin bugün yaşadığı sıkıntıların kökenini son yirmi bir yılda değil, 1938- 1950 arasındaki İnönü döneminde aramayı gerektiriyor..
Tarihsel perspektiften bakıldığında, parası ödenen uçakların ABD tarafından verilmemesinin, milli eğitimin millilikten uzaklaşarak dinci bir yapıya bürünmesinin, sözde “medreselerin” açılmasının, cumhurbaşkanlığının geniş yetkilerle donatılmasının, ABD’nin isteğiyle yurt dışındaki bir çok bölgeye Türk askerinin gönderilmesinin, siyasetçilerimiz ABD’yi su yolu yapmasının kökenlerini Atatürk’ün yakın arkadaşı olarak halka yutturulmak istenen İnönü’ye dayandığını bütün netliği ile görülecektir.
Ve, Türkiye’de bugün şikayet edilen her konuda sağlıklı karar almak ancak o şekilde olası duruma gelecektir.
YORUMLAR