Hastane koridorunda/ 5

ABONE OL
19 Aralık 2017 16:08
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Son yıllarda hastanelerle birlikte ‘zor’ sayılan hastalıkların da artış göstermesi rastlantı mı, yoksa işin oluru mu? Düşünsenize, bundan on-onbeş yıl önce özel sağlık kurumlarının yaygın olmadığı dönemlerde Kozan’da bir Devlet Hastanesi, Adana’da Numune-Balcalı- Devlet Hastanesi rahatça yaygın olan hastalıkları çözüyordu. Şimdiki gibi üç-beş ay sonrasına günler verilen çekimler söylenmiyordu. Emar, pet, renkli film, ışın tedavisi benzeri tıp dileri de pek bilinmiyordu. Çocukluğumda, Kozan’daki en ünlü doktor ‘Doktor Fetfi’ydi. Gelen hastanın önce ağzına bakar, sonra arkasını açtırır ciğerlerini dinler, gözünü-kulağını inceler ilacını yazardı. Ama en çok da ‘aspirin’ yazardı. Hastalarının yüzde doksanı yarar bulurdu…

Şimdi olanların anlatılmadan uygulamaya konuluyor olmasından olacak; başınız, dişiniz, bacağınız, boynunuz nereniz ağrısa eskisi gibi ilgilenen doktor sayısı oldukça az. Çoğu zaman yerinden, bacağının üzerindeki bacağını indirmeden ‘şunları yaptır da gel’ diyerek bir kağıt tutuşturuyorlar hastanın eline. Sözde gözle görülemeyenler, yapılacak olan ‘tahlillerle’ anlaşılacak… Hasta nereye gideceğini de dışarıda öğreniyor çoğu zaman. Kaçınılmaz olarak ilkin ‘kan’ veriyor, ardından bir film için günler sonrasına sıra alıyor. Günler sonrasına, diyorum… Bazan günler, haftalar, aylar sonrası için de sıra verilebiliyor.

Sırada beklerken bir kadınla çocuğu vardı, ‘üç aydan beri bekliyorum’ dedi. Hastanın rahatsızlığına ‘teşhis’ konulabilmesi için, üç ay sonrasına gün verilecek. Üç ay boyunca hastanın çektiği acı, rahatsızlığın bir üst evreye çıkması kimsenin umurunda değil gibi… Üç ay boyunca hastanın ‘beklemekten’ başka yapacağı bir şey yok! Saçma değil mi? Kozanlı Doktor Fethi yaşıyor olsaydı, en azından bir aspirin yazar, ‘bunu kullanmaya başla önce’ derdi.

Bu çözüme odaklanmayış aslında sorgulanacak eksiklik!

***

Bizim gibi iktidarın ‘çağ atlamaktan’, muhalefetin ‘geri kalmışlıktan’ söz ettiği ülkelerde ekonomik büyüme dendiğinde iktidarın etrafını saranların yükseldiği basamak akla gelir; doğrudur. Doğayı katledenler kazanır, sağlık sektöründe olanlar kazanır, bancılıkta olanları çok kazanır; ancak halkın büyük çoğunluğu yitirir! Ülkemizdeki ‘zor’ hastalıklar da her gün bir basamak artarken iktidarın yanındakiler kazanır.

Hastaya ‘müşteri’ konumunda değerlendirme yapacak denli ‘paracıl’ oluşlarından, yaptıkları-yapacakları Şehir Hastanelerinde kota bile konulmasını sağladılar, yap-işlet-devretçilere…  Elime geçen bir yazıda şu sözler kullanılmıştı: kansere yakalanan kişi yedi yıl yaşar, ama bize gelen hasta yedi ay yaşar, çünkü kemoterapi ile ışın tedavi etmez bağışıklık sistemini çökertir… Bu söz sağlık bilimi okumuş  ‎Nevzat Kosifoğlu Süer‎ ‘den. Süer şu sözleri de ekliyor: Sapasağlam bir genç ilaçlı tomografiye alındığında mutlaka bir yerinde ilaç tutunur, yağ bezelerinde, yaralarda…  Biz bunların tamamına kanser deyip kemoterapiye alıyoruz. Kanser değilse bile bizim kürlerimizle kanser oluyor! Gelişmiş ülkelerin bir çoğunda kemoterapi yok!

***

Başkent’te tedavisi süren bir hastayla yakınını yaşadıklarını dinledim. Altı yıl önce başlamış tedavileri. Öncesinde yine bir özel hastanede altı gün yatmış. Hiç akla gelemeyecek hastalıklar öne sürülmüş. Örneğin prostat, şeker hastalıkları konusunda bile uyarılmış, ardından da büyük masraf çıkarılmış. Hasta yakını, hastasının ‘beni orası hasta etti’ dediğini söyledi. Oradan buraya gelmişler, tam altı yıl önce. Tanıştıkları bir profesör tedavisiyle ayağa kaldırmış. O gün bugündür aralıklarla kontrole gelmişler. Şimdi yine burada olduklarını söylerken ‘doktorumuza diyecek yok, ancak yönlendirdikleri bize anlayacağımız biçimde açıklama yapmayınca karamsarlığa düşüyoruz’ dedi. Geçen gün ilaçlı film çektirmişler hastanenin Kışla bölümünde. Tedavinin yeni aşaması için de ‘ışın’ denilmiş. Yine gitmişler hastasıyla Kışla’ya. Doktor hasta yakınını içeri alarak ‘sistemden gördüğüme göre hastamızın beş günlük bir tedavisi olacak, işlemleri başlatmak için…’ diye sözünü bitirmeden hasta yakını ‘bir şey sorsam; bu tedavi sonunda iyileşme olacak mı?’ sorusuna ‘bir şey diyemem’ yanıtı almış. ‘Doktorumuzla görüşüp karar versek’ deyince de ‘maden karar vermediniz neden buraya geldiniz ki ‘ yanıtı doktordan gelince açmış ağzını, ‘öyleyse, maden önünüzdeki sistemden görüyorsanız, biz gelmeden oradakilere bunu bildirseniz, hastamızı burada zor dutuma sokmasak olmaz mıydı’ demiş. Doktor odasından çıkıp, birlikte geldiği sağlık görevlilerine ‘size de zahmet oldu ama, kusura bakmayın. Bir umut vermiyor,  hem de beş gün ışın tedavisi görecek diyor. Çok saçma’ dedikten sonra geldikleri yöne dönüyorlar…

Hastane koridoru yaşamın acılarıyla, umutlarıyla, umarsızlığıyla dopdolu bir yer. Acı içinde olan anlıyor yalnız. Görenler salt tanık. Toplumların hastalıkla olan ilişkisi burada şekilleniyor aslında. Burada kendinden başka hasta, kendinden başka hasta yakını ile birlikte olunca yaşam buraya kayıyor bir yerde. Doktorla, hemşireyle, ilaç kokusuyla iç içe…

Toplumların sağlıklı olması eğitimden geçiyor. Eğitimin toplumdan yana olmasından, toplumda bir kanayan yaranın herkesi ilgilendirdiğinden… Bunu tüm yurttaşlar olarak ne zaman algılarız, ne zaman sorgularız; işte o zaman sağlıklı bir toplum için bir kürek harç atmış sayılırız…

181217

 

En az 10 karakter gerekli


HIZLI YORUM YAP