Beklediğim soru buydu:
‘Onbeş yıl öncesine mi dönmek istersiniz, bu günü mü yaşamak istersiniz?’
Referandum sonucu ülkenin yarısının ‘istediğini’ söylemiyor gibi…
Konuşmacı oldukça rahat; geçen yıllarda halkımıza ‘insanca yaşamak’ sunulmuşçasına, işsizlik sorunu çözülmüşçesine, insan hakları korunmuşçasına, ulusal paylaşım gerçekleşmişçesine, eğitiminin üzerindeki karabasan kaldırılmışçasına, sosyal haklar bilinmişçesine… yanımda oturan arkadaş içinde birikenleri boşalttı:
‘Bu sözü alkışlayanlar, böylesi politikacıya layık!’
İnsanımız ya söyleneni anlamıyor, ya da içinde bulundukları koşullardan habersiz; Sokaktaki yurttaştan, işçiden, çiftçiden, esnaftan… Yakınlarından, komşularından, tanıdıklarından…
‘Onbeş yıl öncesine dönmek…’
Olanaksız bir istek olsa bile… Sözde ‘alkışlayanlar’ onbeş yıl öncesine dönmek yerine, bu günü yaşamayı yeğliyorlar.
Gerçekten ‘dönmeyi’ değil ama, o günü yaşamak istemez misiniz? Onbeş yaş daha genç. Aramızdan ayrılan sevdiklerimizle yeniden birlikte olmak. Büyüyen çocuğumuzun çocukluğunu biraz daha görebilmek…
İstemez misiniz gerçekten?
Bir de işin ekonomik boyutu var…
Bugün onbeş yıl öncesinden daha mı rahatız?
Ürettiğimizi daha mı kolay satıyoruz?
Kepenklerimizi umutla mı açıyoruz?
Vitrinde gördüklerimize mi ulaşabiliyoruz?
Emekli olunca bir ev mi alabiliyoruz?
Öğrenci çocuğumuzun isteklerini mi karşılayabiliyoruz?
Ayrıca…
Toplumsal yaşantımızdan kaygı mı duymuyoruz?
12 Eylül öncesi gibi, günlük birkaç insanımızın katledildiğini mi duymuyoruz?
Kapkaç korkusu mu yaşamıyoruz?
Büyük kentlerde yaşayan bildiklerimizin terörle nasıl baş ettiğini mi düşünmüyoruz?
Paranoyak mı değiliz?
***
Gözlerimizin içine bakılarak, onbeş yıldan beri yapılanları bir kalemde silmeyi söyleyerek halka ‘iyilik’ yapacaklarını sananlar hiç unutmasınlar ki; şu birkaç aydan beri yaşattıkları bile yeter, artar bile! Türk halkını bunca germeye, halka bu denli yanlış, eksik bilgi vermeye hiç kimsenin hakkı yok.
Aylardır halkın başka sorunları yokmuşçasına; işsizlik, geçim sıkıntısı, can güvenliği, birbirini anlama, güven, paylaşım, eğitim, sosyal haklar sağlanmış gibi herkes ‘halkoylamasına’ kilitlenecek, bununla da kalınmayıp seçmenin oyu doğu bölgelerde sandık kapandıktan sonra YSK’nın ‘mühürsüz oylar geçerli’ denerek yeniden biçimlenecek…
Düşünüyorum da; tüm yaşananlar gerçekten rahatsızlık vermiyor mu?
‘Onbeş yıl öncesine mi dönmek istersiniz’miş; gülümseyebilmem o denli zor ki…
Bitti mi kış?
Poyraz çatıları, yetmedi ağaçları yerinden ededursun; bu nisan çılgınlığı…
Sözde bitti kış!
Bitti mi ki?
Doğu, Karadeniz ya da iç bölgelerde yaşayanlar ‘bu da kış mı’ deseler de, bize göre kış! Karı, medya dışında görmediğimiz çok yıllar vardır. Üstelik karın yağışını görmeyen çoğumuz… Şimdi görmediğimiz, yaşayamadığımız bir duygudan ne denli söz edebiliriz ki? Karın, tipinin yaşamı alt-üst etmesinden…
Adana, Seyhan, Çukurova, Kozan, Ceyhan; menekşelerin, lalelerin, portakal çiçeklerinin süslediği gibi. Bunların yaydığı aromatik kokuyu, kokunun verdiği eşsiz tadı…
Yalnız Adana’ın değil, dünyanın sorunu olan çölleşmeden dolayı son yıllarda iyice belirginleşen mevsimlerin uyumsuzluğu ne yazık ki bizleri de etkiledi. Yağışlar olmadı, eski soğuklar kalmadı, ağaçların yüksek dallarındaki kimi yapraklar sapından kopmadı, toprak susuz kaldı…
Oysa kış ayları biraz soğuk, biraz yağışlı geçecek; doğada yazdan kalan kirlilikler ayıklanacaklardı. Ağaçlar yapraklarını dökecekler, yeşillikler kuruyacaktı…
Öyle olmadı ki!
Kış dediğimiz günlerde, yaz ayının sıcağını yaşadık kimi günler. Yağmuru uzun günler görmedik. Ocak ayında portakalın, öncesinde eriğin çiçeğini gördük. Toprağa atılan bider yağmur olmayınca kurumakla yüzyüze kaldığını gördük.
Şimdi yaprağını dökmeyen ağaçlar çiçeklendi, badem çağlasını bile verdi, ekin dizboyunu geçti, kuşlar da yavrulandı.
Yaz geldi mi ki?
Bitti mi kış?
Ya da yaşanmış mıydı?
250417
EĞİTİM
3 gün önceYAZARLAR
3 gün önceYAZARLAR
3 gün öncePOLİTİKA
3 gün önceYAZARLAR
3 gün önceYEREL HABER
4 gün önceDÜNYA
5 gün önce