Aylardır ‘halkoylanasını’ konuşurken; şimdi ‘seçim’ sonucundan daha çok ‘oyunlar’ gündemde.
Hem de ne gündem?
Seçim öncesinde devletin olanaklarını kullanmaları bile sorun olması gerekirken, seçim sonucunu ‘yönlendirme’ çabalarına arka çıkış, yasal buluş, omuz veriş, konuşanı suçlayış!
Alanları dolduran ‘bin dirilmişler’ adına oyunların bini bir para!
Umberto Eco’nun ‘her halk yazgısını kendisi yazar’ ya da ‘layık olduğu lideri kendi yaratır’ deyişine yoğunlaşıyorum ister-istemez…
Hepsi hepsi kaç kişiler?
Beş mi? Yedi mi? On mu?
Bir elin parmaklarınca ya varlar, ya yoklar!
Adına ‘demokrasi’ dedikleri, ‘bilenle bilmeyenin’ aynı havuzda toplandıkları bir düzenekte; eşit başa eşit ‘oy’ hakkını nede güzel kullanıp, ‘eli bağlı, beyni ağlı’ bireyi nede güzel evirip-çeviriyorlar?
Aydınlatmadan, bilgilendirmeden, sorgulatmadan…
Başım ağrıyor, bunları düşünmekten!
Düşünmesen, bir yerlerimi dağlayacağım!
Gelecek adına, çocuklarımız adına…
Daha dün Çocuk Bayramı’nı kutladık; nasıl kutlanmaysa çocukları düşünmesiz, çocukları var saymasız! Öyle karmaşık, öyle birbirine girmiş, öyle çözümsüz sorunlu bir gelecek önlerinde…
Çocukluğumdaki, babamın politik çabasını düşünüyorum da; hep bizler içinmiş! Her ne denli kendini doyurmak amaçlı algılanmış olsa da, bizler için!
Bizim çocuklar da, yarın, yıllar sonra şu an yaptıklarımızı daha iyi değerlendirecek biliyorum. Bırakılan toprağı, banka defterini, katları değil ‘yalnız’ çabayı unutmayacaklar.
Bizi karanlığa itekleyen, çukurun kıyısına dek çekip yeniden bırakan, toparlanabilmemize izin vermeyen bu ‘birkaç kişi’…
Onlar için doğduk onlar için varlığımızı sürdürüyoruz sanki…
Haftasonu ağırlığı
Yorgunluktan değil!
Bir tanıdığım, ‘yorulmayınca rahatlamıyor insan’ dedi. Sonra da açıklamasını yaptı:
‘Hani eskiler anlatıp dururlar. Bizler son dönemlerine tanık olduk… Akşam eve vardıklarında kendilerini sedire zor atarlarmış. Bir kaç lokma atıp, ilk akşamdan yatarlarmış. Sabahım ilk ışığıyla birlikte de uyanırlarmış. Tereyağda kavrulmuş maya reçelini, ardından tarhana çorbasını kahvaltıdan eksik etmezlermiş. Çalışmanın verdiği yorgunlukla on dakkalık bir öğle uykusu vücutlarını rahatlatırmış, çakı gibi olurlarmış…’
‘Eee…’ dedim.
‘E’si… Şimdi vücut değil kafalar ağırlaşıyor… Bilirsin iş, güç, geçim sıkıntısı, güne ayak uyduramama, kişiliğini ortaya koyamama, bocalama, hep güçlü olanın istediği ölçütlerde olma zorunluluğu, olamazsan uyumsuzluktan dışlanma, sosyalleşememe, gereksinmelerine ulaşamama, büyük balıkların elinden kurtulamama…’
‘Sonuç…’
‘Ne olacak? Günboyunca labirente dönüşmüş yaşamın içerisinde ne yaptığını, ne yapmak gerektiğini, yaptığınla ne denli boy aldığını, her dönemin iktidarının içerisinde yer alarak akıl almaz biçimde büyüyenleri, boy atanları gördükçe sinirleniyorum. Çalışarak, ter dökerek, üreterek, düşünerek alınan yolla; yalakalık yaparak alınan yolun matematiksel işleminin ayrımına varıyorum ya… Bunları düşünmekten kafam ağırlaşıyor, uyuyamıyorum. Gecenin bir yerine dek dolanıp duruyorum, evin içinde. Yatakta da dönüp duruyorum. Artık ne zaman uyumuşsam, sabahın kaçında uyandığımı bilmiyorum. Gözlerim şiş, balon balon…’
Bunları anlatan, yetmişdörtten sonra Kıbrıs’a ailesi ile birlikte gitmiş, üç yıl önce de Ağlıoğaz’ın berilerinde önce arsasını alıp sonra üzerine iki katlı ev yaptırmış, yaşamının geri kalanını Kozan’da sürdürmeyi düşünen Mehmet A.
‘Biliyor musun? Kıbrıs’ta bundan çok rahattım. Yorgunluğumu atmak için uyumayı severdim orada.’ Dedi.
‘Burada, Kozan’da?’
‘Sabah evden çıkıyorum. Oyun bilmediğim için kahvehaneye takılamıyorum. Deli dana gibi dolaşıp duruyorum. Pek tanıdığım olmayınca, olanla yetiniyorum. Onlarda, yok bunun aldığı, yok bunun verdiği üzerine konuşuyorlar. Hiç kimse, kendinden başkasının haklı olduğuna inanmıyor. Dün başka, bu gün başka şeylerden konuşuyor… Bilmiyorum, ben mi yanılıyorum ama tüm bunlardan rahatsız oluyorum… Bir şeyler yapmak istedim geldiğim günler. Açtığım işyerini bir yılda bitirdim. Bu nedenle evle de sorunlar yaşadım. Bir daha da cesaret edemedim, ticarete. Bomboş oturuyorum, vücudumu yorulmuyor kafam ağırlaşıyor bu yüzden. Uyuyamıyorum işte…’
Haftasonu, Mehmet A. nın söylediklerini dinledim.
Ağırlaşan kafanın yatak içerisinde debelenmesini düşündüm…
Düşündüm de…
Kaç kişi başını yastığa kor komaz uyuyabiliyor ki?
Devletçilik…
Ali Külebi’den:
Demokrasinin, eğitim düzeyinin yüksek olduğu, partizanlığın-kadrolaşmaların az olduğu kimi gelişmiş ülkelerde, düzgün-dürüst ellere teslim edildiğinde DEVLET İŞLETMECİLİĞİNİN başarılı olduğu görülür.
Benden:
Yaralı demokrasi, düşük eğitim düzeyi, partizanlığın-kadrolaşmaların bolca olduğu gelişmesine izin verilmemiş ülkemizde, düzgün-dürüst ellere teslim edilmeyen DEVLET İŞLETMECİLİĞİ başarısız olduğu görülür.
230417
YAZARLAR
7 saat önceYAZARLAR
9 saat önceYAZARLAR
13 saat önceYAZARLAR
13 saat önceYAZARLAR
1 gün önceYAZARLAR
2 gün önceYAZARLAR
2 gün önce