12 Kasım 2024 Salı
Temel DEMİRER
29 Ağustos 2016’da aramızdan ayrılan Vedat Türkali sonuna kadar devrimciydi.
“Sinema[42] ve edebiyat dünyasının ustalarındandı.”[43]
“Bekle bizi İstanbul” derdi Türkiye Komünist Partisi’li (TKP) Abdülkadir Pirhasan -bilinen adıyla yazar Vedat Türkali- eklerdi:
“Kirli çocuklarınla bekle bizi/ Bekle zafer şarkılarıyla caddelerinden geçişimizi/ Bekle dinamiti tarihin/ Bekle yumruklarımız/ Haramilerin saltanatını yıksın/ Bekle o günler gelsin İstanbul bekle/ Sen bize layıksın.”
Vedat Türkali’yi edebiyatımızda ayrıcalıklı bir noktaya taşıyan özelliklerden biri entelektüel olarak aldığı tavırdı. Söz konusu tavır, edebiyatındaki biçime de yansıdı ve hem politik hem de edebi olarak tartışmaya değer eserler yazabilmesini sağladı.
Edward Said, entelektüel bireyin hangi partiye yakınlık duyarsa duysun, hangi ülkeden gelirse gelsin ve kendini aslen neye bağlı hissederse hissetsin, insanların çektiği acılar ve yaşadığı baskılar konusunda belli doğruluk standartlarından şaşmaması gerektiğini vurgular. Türkali’nin yaşamı bu tanıma bire bir uyar. Romanlarında da aydın sorumluluğu konusunu sıklıkla işlemesi boşuna değil.
Kimi zaman yalnız kalmayı göze alan, kendi geleneği ile ters düşebilen bir sanatçının sürekli kendini de sorgulama serüvenini de izleyebiliriz romanlarını okurken. Kendine özgü biçimi sayesinde okuruyla diyaloğu canlı tutarak hem çağdaşı olan entelektüelleri eleştirdi hem de yakın tarihin ve yaşadığı çağın gerçekliklerine nüfuz etmeyi başardı.[44]
TKP’nin tarihi niteliğindeki, İkinci Dünya Savaşı döneminin siyasal yapısının sergilendiği ‘Güven’[45] başlıklı iki ciltlik romanı kült eserlerinden biri oldu.
Yapıt, 1930’lu yıllardan 1945’in sonlarına dek; sanattan parti siyasetine, eğitimden ticarete, dinden iktidar erkine ülkenin bir tür siyasi ve beşeri haritasını verip; 30’lu yılların sonunda, savaşa karşı olan sosyalizm yanlısı gençlerin TKP’yi aramaları serüvenine odaklanırken; TKP’nin tarihini yazma ve yer yer eleştirisini dillendirir.
Ayşegül Tözeren, Vedat Türkali’nin edebiyatı ile ilgili şunların altını çizere: “O, ‘(Bekle Bizi) İstanbul’ gibi dilden dile dolaşan şiirlerin şairiyken, ellili yaşlarında romana yönelerek, ilk romanı Bir Gün Tek Başına’yı yazmıştır ve bu ilk roman, edebiyat tarihinde kült eserler arasındaki yerini almıştır. Sonrasında, iki ciltten oluşan ‘Güven’, ‘Yeşilçam Dedikleri Türkiye’, ‘Mavi Karanlık’, ‘Kayıp Romanlar’ gibi birçok romanı kaleme alarak, yıllar içinde edebiyat verimliliğinden kopmamıştı.”[46]
“Düşündüğünü söylemekten korkmaya başladı mı kişi; düşünmekten de korkmaya başlar!” vurgusuyla ardında hepimizi sarsan, hepimize öğreten şu (ve benzeri) uyarıları bıraktı:
“Sadece okumaya yarıyorsa kitaptan iyi afyon yok!”
“Bazen öyle diplomalı insanlar görüyorum ki, içimden bu kadar cehalet ancak eğitimle mümkündür.”
“Dalkavukların, ikiyüzlülerin, sahtekârların egemen olduğu böyle bir toplum, bilim, teknoloji, üretim kalitesi açısından geri kalmaya yazgılıdır.”
“Didinip doğrulara varmaktan başka ne mutluluğumuz var. Yolun sonu yok ki. Yol hep yeniden başlıyor. Biten biziz. Bitmemek için savaştığımız kadar insanız. Ölüm, hemen bitiverenler içindir.”[47]
“Ben Kürt değilim ama Kürt halkımızın neler çektiğini çok iyi biliyorum. Rahat rahat ‘Ne mutlu Türküm diyene’ diyebilmek için Kürt halkının sorunlarını çözmek zorundayız.”
“Ne serüvenlerden geçecek bu dünya kim bilir? Pusuda ne acılar bekliyor daha mutluluk düşündeki insanları! “Herhâl ilerdedir yaşanacak günlerin en güzelleri.”
“Onlar gibi düşünmedin mi suçlu olacaksın. Hırsıza hırsız, katile katil demeyeceksin. Ya ortak olacaksın ya göz yumacaksın her yaptıklarına… Ölmek kötü değil ki bundan. Bu ne rezil dünya!”
“Vatan, millet derken bir bakarsınız eski hırsızlar yine yerlerini almışlar. Bir tür oyun. Tefeci bezirgan, finans kapital ortaklığının indi bindi oyunu.”
“Türkiye bu! Bütün güzel şeyler yeraltında!”
“Bir devrimci ölmeden, yani son sözünü söyleyip de kavgadan çekilmeden yargıya varılmaz. Gerçek devrimci midir, değil midir bir şey denemez. En son anda sapıtıp bütün geçmişini yıkanlar çok görülmüştür. Devrimcilikte emeklilik hakkı yoktur.”
“İnsana güvenmeden düşte bile yola çıkılmıyor!”
“Tek bir günün sırası gelsin diye yaşam boyu bekliyoruz.”
“Polis korkusu azalıverir meyhanelerde. Hemen her çağda iktidarlar, sarhoşlarla gizli bir anlaşma yapmış gibidirler. Konuşun, edin; meyhanede kalsın. Birazını da eve saklayın isterseniz. Ama sokağa, alanlara, işyerine, hele fabrikalara aslaa!”[48]
* * * * *
Edebiyatçı, öncü gazeteci ve siyasetçi Suat Derviş yarattığı “Fosforlu Cevriye” kadar tanınır; TKP’liliği hep hasır altı edilir…
‘Niçin Sovyetler Birliğinin Dostuyum?’ başlıklı incelemesi 1944’te yayımlanınca gazeteci kimliği ile hiçbir yerde iş bulamayan Suat Derviş, gerçek ismi olan “Hatice Saadet Baraner” yerine takma adla yazılar yazmaya başlar. Aynı yıl, TKP Genel Sekreteri Reşat Fuat Baraner’le evlendikten sonra 1944 TKP soruşturmasında eşiyle beraber tutuklanır. Baraner, 9 yıla mahkûm olurken Derviş sekiz ay hapis cezası alır.
Yargılama TKP’nin Ankara teşkilâtı kapsamındadır ama Suat Derviş yazıları kadar evliliğiyle de suçlanır. Tutanaklarda “Komünist propagandası yaptığından ötürü hakkında takibat açılmış olan, tanınmış ve iki defa mahkûm olmuş komünist adamla fikren anlaşarak evlenmiş bir yazı yazanın, herhangi bir eli kalem tutanla mukayese edilemeyeceği mahkemede kabul edilmektedir,” denir.
Tutuklandığında 8 aylık hamile olan Suat Derviş, sorguda bebeğini düşürür. 8 ay yatıp çıkar.
Suat Derviş, 23 Temmuz 1972’de gazetelerini ve ekmeğini getiren komşusu tarafından evinde ölü bulunur ve daha önce tedavi edildiği Kasımpaşa Deniz Hastanesi’ne kaldırılır. Şeker koması nedeniyle yaşama veda etmiştir. Ölümü kayıtlara 24 Temmuz olarak geçer.
Kimliği, kişiliği, geçmişi ne olursa olsun, baş eğmez, uslanmaz, asi mi asi bir kadınmış. Bir toplantıda “Reşat Fuat Baraner’in eşi” diye takdim edilirken takdim edenin sözünü keser ve “Ben yazar Suat Derviş’im, kimsenin karısı olarak yâd edilemem” der. Tam da günümüz gençliğinin temsilcisi bir kadın![49]
Sevgi Soysal da edebiyatımızın boyun eğdirilemeyen “isyankâr”larındandır.
Ve 12 Mart 1971 denilince Sevgi Soysal’ın başına gelenler ortadadır, adeta simge isimdir O. Yaşananlar aradan bin yıl geçse dahi bizlerin vicdanını kanatmaya devam edecektir.
Lakin satırları, yazdıkları hâlâ hafızalardadır.
* * * * *
Bir de mücadeleye ışık tutan yaşamıyla, yapıtlarıyla örnek aydın Server Tanilli.
1974’de ‘Uygarlık Tarihi’ başlıklı yapıtından ötürü “komünizm propagandası” yapmak “suçu”ndan DGM yargıçlarının önüne çıkıp; savunmasını Attilâ İlhan’ın şu dizeleriyle noktalar: “O sözler ki kalbimizin üstünde/ dolu bir tabanca gibi ölüp ölesiye taşırız/ O sözler ki, bir kere çıkmıştır ağzımızdan/ uğrunda asılırız…”
Onu DGM’de cezalandıramayanlar, kiralık katilleriyle, 7 Nisan 1978’de işinden evine giderken kurşunladılar; öldüremediler; lakin, ömrüne 33 yılını tekerlekli sandalyede geçirdi.
29 Kasım 2011’de ardında gülümseyen devrimci bir bilgenin saygınlığını bıraktı.
Yapıcı, yaratıcı, gerçek bir kültür sanat insanıydı Onat Kutlar. O da bir suikastın kurbanı oldu. Geride bıraktıklarıyla…
Ve “Önce ekmekler bozuldu” diyen Oktay Akbal…
O, insan, yalnızlık, aşk, geçmiş-gelecek, zaman, düşler yoğunluğunda biçimlenen bir edebiyatçı duyarlılığı ile düşünsel birikimiydi…
Sonra Asım Bezirci…[50]
Bir de “Benim garip bir huyum vardır. Dostlarım öldükten sonra da onlarla ilişkilerimi sürdürürüm. Anılarda değil, yaşamın tam içinde. Onlarla dilediğim zaman konuşurum. Onları dinlerim. Onlara seslenirim. Onlara güvenirim. Onları yardımıma çağırırım. Onların yardımına koşarım. Onlarla dalga geçerim. Onlar da benimle… Böylece ölüm denen laneti öldürmüş olurum. Böylece ölüm denen lanetten korkmam. Ölümsüz dostluklarımı böyle yarattım,”[51] vurgusuyla Ferit Edgü
23 Aralık 1938’de Diyarbakır’da, Hançepek Mahallesi’nde (Gâvur Mahallesi) doğan Diyarbakırlı yazar Heradanlı Sarkis’in oğlu Mıgırdiç Margosyan’ın yaşamı özelde Diyarbakır’ın, genelde Türkiye gayriresmi tarihinin bir dönemin panoraması gibiydi…
Sohbet havasında, içten, süslemesiz yalın bir dil kullandı eserlerinde. Yazdıklarındaki yaşanmışlık ve sahicilik okurunu da içine çeken bir sıcaklıkta oldu hep. Satır aralarında yer yer mizahla karışık ince ironileriyle eleştiri dozunu da eksik etmedi.
Kendi yaşamından kesitlerin yer aldığı eserlerinin bir ayna görevi gördüğünü söylerdi:
“Anlattıklarım tamamen benim yaşantımdır. Ama kendimden bahsederken, onların yaşamlarından kesitler aktarıyorum. Onlara ayna tutuyorum… Acıyı pansuman ederek, gülerek, satır aralarında vermeyi tercih ediyorum. Çünkü biliyorum ki hassasiyetle okuyan o duygusal insanlar satır aralarını benden daha iyi okuyacaklardır.”
Tam da bunu yaptı, dahası; henüz algılayamadığımız, farkında olmadığımız, düşünemediğimiz durum ve konumları gözümüze sokmadan usulca duyumsattı.[52]
* * * * *
Onların (ve türdeşlerinin tümü) Stefan Zweig’ın, “Belli bir hedefi olmayan her hayat bir hatadır,” saptamasının kanıtlarıydılar; yazıkları, yaşadıkları ve göğüsledikleri üzere; Melih Cevdet Anday’ın dizelerindeki gibi:
“Yaşamak güzel şey doğrusu
Üstelik hava da güzelse
Hele gücün kuvvetin yerindeyse
Elin ekmek tutmuşsa bir de
Hele tertemizse gönlün
Hele kar gibiyse alnın
Yani kendinden korkmuyorsan
Kimseden korkmuyorsan dünyada
Dostuna güveniyorsan
İyi günler bekliyorsan hele”…
13 Mayıs 2022, 11:07:03, İstanbul.
N O T L A R
[42] Yedi yıl cezaevinde kaldıktan sonra tahliye edilen Türkali, şiirden sinemaya geçti. Atilla Keskin’in aktardığına göre en sevdikleri ‘Karanlıkta Uyananlar’ ve ‘Otobüs Yolcuları’ idi.
[43] Mehmet Deste, “Sinema ve Edebiyat Dünyamızın Ustalarından: Vedat Türkali”, Güney Dergisi, No:96, Nisan Mayıs Haziran 2021, s.44-51.
[44] Doğuş Sarpkaya, ‘Halkların Yüreğine Kazınmış Bir Yazar: Vedat Türkali’, Birgün Pazar, Yıl:16, No:651, 1 Eylül 2019, s.14.
[45] Vedat Türkali, Güven, Gendaş Kültür Yay., 1999.
[46] “Vedat Türkali: Sanatın Devrimci Ruhu”, Yeni Yaşam, 29 Ağustos 2020, s.11.
[47] Vedat Türkali, Mavi Karanlık, Cem Yayınevi, 1984.
[48] Vedat Türkali, Bir Gün Tek Başına, Milliyet Yay., 1975.
[49] Saniye Yurdakul, “Suat Derviş: Özgür Bir Ruh, Yorgun Savaşçı”, Cumhuriyet Pazar, 25 Temmuz 2021, s.4.
[50] Ayşegül Tözeren, “Asım Bezirci’yi Biz de Unutmadık, Refika Hanım”, Yeni e, No:57, Temmuz 2021, s.9-11.
[51] Ferit Edgü, Orhan Duru: Ölmeden Önce – Öldükten Sonra, Raskol’un Baltası Yay., 2021.
[52] Hicri İzgören, “Biraz Daha Eksildik”, Yeni Yaşam, 7 Nisan 2022, s.10.