12 Kasım 2024 Salı
Temel DEMİRER
Mesela “Grev’deki Sarı Mehmet”ine, “Sen, bana ekmek veriyorsun ha! Sen kimsin de bana ekmek vereceksin? Çalışıyorum ben, alnımın teriyle kazanıyorum onu. Bana ekmek veriyormuş!.. Ben çalışmayayım da sen bana ekmek ver… Ulan siz değil ekmek, günahınızı bile vermezsiniz bedavadan!”[23]
Dokumacı Kemal Dokuzcanlı’ya, “Büyük tüccar, büyük çiftçi, büyük fabrikatör benim küçük derdimi ne bilecek? Onlar kendi dalgalarında, ben kendi dalgamdayım,” dedirten Orhan Kemal gibi…
“Bozuldu ağa bozuldu, dünya kökünden bozuldu. Üstüne bastığım toprak ayaklarımın altından kayıyor sanki. Bugün dünü arıyoruz, yarın da bugünü arayacağımızdan şüphen olmasın,”[24] ifadesiyle O, sanatının amacını “İnsanlığın, insanlık tarafından, insanlık için yönetilme çabası adına sanat,” biçiminde tarif ederken; “Yaşama tutunmaya çalışan küçük insanlar”[25] nezdinde büyük insanlığı hikâyesini kaleme almıştı.
2 Haziran 1970’te 1970 Sofya Devlet Hastanesi’nde yaşamını yitmeden bir gün önce hepimize veda ederken de “Eşe dosta selam. İnandığım doğruların adamı oldum, böyle yaşadım karınca kararınca. Bu doğruların savaşını daha çok sanatımda yapmağa çalıştım. Kursağıma hakkım olmayan bir tek kuruş dahi girmemiştir,” diyen TKP’li Orhan Kemal, “Köylümün, işçimin, tüm fakir fukaranın amansızca sömürülmesi kendi dramım olmuştur!” vurgusuyla; “Çukurova’nın destanı, insanın destanı”nı[26] ak kâğıda nakşetti.
* * * * *
Olağanüstü bir yazardır Yaşar Kemal; toplumun sesi, bilinçli yüreğidir.
Adil ve eşit yeni bir dünyayı özleyen direnişçiydi.
Zulme karşı dik duran, barış için çırpınandı.
Bir de “Benim başlıca derdim doğadır. Kendimi bildim bileli benim dostum doğadır.
Dünyamız tükeniyor. Birçok hayvanın, birçok ağacın, birçok böceğin, birçok kuşun soyu tükendi.
Bundan sonra da insanların soyu diyecektim ama dilim varmadı. İnsanoğlu bu kötü durumu sürdürmeyecektir.
Ben bilinçli olarak, ben aydınlığın türküsünü, iyiliğin, güzelliğin türküsünü söylemek istedim. Romanlarım yaşam gibi doğru söylesin, yaşamla birlik olsun istedim. Çünkü yaşam umutsuzluktan umut üretmektir. İnsan umutsuzluktan umut üreterek bugüne kadar gelmiştir.
İyi ki dünyaya geldik, yaşadık, ışığı gördük. Ya gelmeseydik, ya bu güzellikleri görmeseydik… Beni okuyanlar karamsar olmasınlar,”[27] diyendi.
Doğayı konuşturan ustaydı; coğrafyayı anlatıcı kılan yazardı: Havayı, ovayı, dağı, bahçeyi, çiçeği, börtü böceği dillendiren; o dili alıp kanatlandıran uçuran, o dili alıp bin bir imgeyle, renkle, kokuyla, ışıkla, tutkuyla donatan; o dili yeniden, yeniden coşturandı… Hem her zaman kendi; hem de her zaman toplumun vicdanı olan… Hem Marksist hem de düşlerin, efsanelerin, destanların anlatıcısıydı Yaşar Kemal…[28]
Yaşar Kemal yazarlığını şu cümlelerle tanımlar: “Yoksulluk, insanoğlunun başına gelen en büyük felakettir; yoksulluğa karşı savaşımı amaç belledim… İşkence, savaş, yoksulluk, sömürü insanlık suçlarıdır. İnsanın insanı aşağılaması, insanın acılara katılmaması ya da katılamaması da bağışlanamaz. İnsanın gücüne inanıyorum, sözün gücüne de bundan dolayı inanıyorum. Edebiyatımı bu gücün üstüne kurmaya çalıştım…”
O, Çukurova yerelinden Anadolu ulusallığına, oradan dünyanın evrenselliğine uzandı. İnsanı, doğayı, aşkı, sevdayı, yoksulluğu, mazlumları ve zalimleri, insanın insana ettiğini yazdı. Emeğin ve insan sevgisinin yüceldiği bir ses oldu. Anadolu’nun sesi oldu! Toprağımızın, insanımızın, sanatımızın yüzünü ağarttı.
Kolay mı? Çağların anlatım geleneğini ustalıkla sürdüren, bir destan sürükleyiciliğiyle, titiz ayrıntıları ve doğal gerçekliği iç içe anlatan Yaşar Kemal, canlı, duyarlı, zenginleştirilmiş diliyle tadımsız meyveler sundu. Onun meyveleriyle sunduğu, halk diliyle yoğrulan bir evrensel birikimdi.[29]
“Benim için dünya bin çiçekli bir kültür bahçesidir; bir çiçeğin bile yok olmasını, dünya için büyük bir kayıp sayarım… İstedim ki, beni okuyanlar sevgi dolu olsunlar, insana, kurda kuşa, börtü böceğe, tekmil doğaya, bu görkemli kültür toprağına, saygı dolu olsunlar,” diyen Yaşar Kemal 28 Şubat 2015’te çok sevdiği doğayı ve “o güzel insanları” bırakarak aramızdan ayrılarak ölümsüzleşti.
En büyük özelliği hayal kurmaktı: “Hayal kurarım hayal.. Işıklı, sevinçli, çiçekli..
Kimsenin kimseyi sömürmediği.. Kimsenin kimseden korkmadığı, kuşkulanmadığı, kimsenin kimseye düşmanca bakmadığı bir dünyanın hayalini kurarım.
Kimsenin kimseye diş gıcırdatmadığı bir dünya..
Gönlü gani bir adam sayarım kendimi. Bu kadarı da bana yeter, bu kadarı bile beni mutlu eder,” derken; “Bu dünya sevgisiz bir dünya. Dünyayı sevmeyenlerin, ağaçları, kuşları, ak bulutları, mavi göğü, akar suları, topal karıncayı, hasta kurbağayı sevmeyenlerin dünyası. İnsanoğlunu sevmeyenlerin dünyası. İnsanın yozlaşma belirtisi, insanın sevgisizliğiyle başlar,” gerçeğinin altını çizmekten geri durmazdı.
Sonra da meydan okurcasına, “İnsanlarla oynamamalı. Bir yerleri var, bir ince yerleri, işte oraya değmemeli,”[30] dedirtirdi İnce Memed’ine..
“İnsan, evrende gövdesi kadar değil, yüreği kadar yer kaplar,” diyen yazardı, aydındı, TİP’liydi ve çok önceden demişti diyeceğini: “O iyi insanlar, o güzel atlara bindiler ve çekip gittiler. Demirin tuncuna, insanın piçine kaldık…”
* * * * *
Sonra da “Biz istiyoruz ki, bu memlekette yapılan her iş, üç beş kişinin çıkarına değil, bu toprakları dolduran milyonların yararına olsun,”[31] vurgusuyla “Çalmadan, çırpmadan, bize ekmeğimizi verenleri aç, bizi giydirenleri donsuz bırakmadan yaşamak istemek bu kadar güç, bu kadar mihnetli, hatta bu kadar tehlikeli mi olmalı idi?” sorusunu dillendirirdi Sabahattin Ali…[32]
“Umut etmek; iyiyi, güzeli, adaleti, hakça paylaşımı…” “Biz istiyoruz ki, insanlar, kafalarındaki fikirlerinden dolayı değil bu yurdun yararına yahut zararına yaptıkları işlerden hesap versinler,” diyen “O, Edremit’in Sabahattin Ali’si, Türkiye’nin de Maksim Gorki’siydi”;[33] “Bir mirastı”…[34]
“Belki de yeni bir başlangıç yapmanın vaktidir. Yeni bir başlangıç için her şeyi yıkmanın vakti.”
“İnsan dünyaya sadece yemek, içmek ve koynuna birini alıp yatmak için gelmiş olamazdı! Daha büyük ve insanca bir sebep lâzımdı.”
“İnsanların hemen hepsi hayatı karın doyurmak ve gelişigüzel biriyle yatmaktan ibaret farz ederler. Hâlbuki bu takdirde insanın diğer hayvanlardan ne farkı vardır.”
“Yaşamak ve yeryüzünde üç adımlık bir yer işgal etmekle mühim bir iş yaptıklarını zannederler.”
“Solcular gerçekleri bedava anlatır tutuklanır. Sağcılar yalanları parayla satar, zengin ve makam mevki sahibi olurlar.”
“Varlığını ekmek parasına satanlardan olmayacağım.”
“Her şeye hazır bulunan ve kimden ne gelebileceğini bilen bir insanı sarsmak mümkün müdür?” satırlarındaki kararlılıkla yaşayan O; “Sakın tepenize bir sırça köşk kurmayınız. Ama günün birinde nasılsa böyle bir sırça köşk kurulursa, onun yıkılmaz, devrilmez bir şey olduğunu sanmayın. En heybetlisini tuzla buz etmek için üç beş kelle fırlatmak yeter,” diyenlerdendi.
Çözümü işaret eden müthiş eleştiriydi aynı zamanda da; “Hoş tutulan bir oyuncak olmak, onlara insan olmaktan daha kolay ve cazip geliyordu.”
“Karanlık ve karışık olmak suretiyle derin ve manalı görünmek hilesine başvuruyorlar.”
“Parası olanın ırzı da tamam, namusu da!”[35]
“İnsanların en zayıf tarafları, sormadan, araştırmadan, düşünmeden, kafalarını patlatmadan inanmak hususundaki hayret verici temayülleridir. Dünyadaki yalancı peygamberleri yetiştirmek ve beslemek için en iyi gübre, işte bu bilmeden inanmak için çırpınan kalabalıktır.”[36]
“İçimizde şeytan yok. İçimizde aciz var. Tembellik var. İradesizlik, bilgisizlik ve bunların hepsinden daha korkunç bir şey. Gerçekleri görmekten kaçmak itiyadı var,” satırlarındaki üzere…
Ayrıca, “Yalnız onun yanındayken içimi müthiş bir korku, onu kaybetmek korkusu sarardı,”[37] diyecek kadar aşıktı, sevdayı çok mu çok önemser ve “Dünyada hayatın bir tek manası varsa o da sevmektir. Hatta mukabele edilmesini bile beklemeden sadece sevmek,” derdi.
Ve nihayet “Bir kitapçının sokakta bıraktığı kitaplar için ‘Çalmazlar mı’ sorusuna verdiği cevap ‘Okuyanlar çalmaz, hırsızlar da kitap okumaz’…” idi.
Son bir şey daha: cinayete kurban gitmeden önce kızına yazdığı mektupta, “Bekleyen her şey bir gün solar ve ölür. Bu bir papatya da olabilir veyahut bir umut da,” demişti Sabahattin Ali…
* * * * *
“Otobüsün camına kafasını dayadı. Yine hayal etti. Hayal etmek kadar güzel şey yoktu. İnsanı yapan, eden hayal etmekti,”[38] satırlarındaki üzere hayalperestti; güzel, iyi, haklı, adil günleri düşlerdi.
Sıradan, sokaklardaki insanların hikâyecisi Sait Faik Abasıyanık. Hikâyelerinin başkişilerinin birçoğu İstanbul Rum’uydu, balıkçılardı, küçük zanaatkârlar, emekçiler, meyhanecilerdi.
İnsanları “bütün hâlleri”yle öyle bir sunar, onlar Sait Faik’in kitaplarında öyle bir anlatılır ki, bazı pasajlarda balık ve deniz kokusunu alırsınız; Bizans kokar, fakirlik, merhamet kokar satırları.
Bunların yanında; “Bu ahlâkta yalnız, yalnız o para denilen şeyi her ne pahasına olursa olsun kazanmak vardı. Şeref de oydu. Ahlâk da oydu. Namus da oydu. Bir bakıma doğru da. Onunla satın alınmayacak hiçbir şey yoktu: Pırlantasından insanına kadar.”[39]
“Riyakâr olmalıyız. Hepsi gibi. Hele biraz samimi ol. Derdini bir dök hele. Hele bir insanın sana şifa veren parlak gözünden söz aç. Seni paramparça ederler,”[40] satırlarındaki gibi “Hayır” diyen sert bir eleştirmendi.
Hem de “Bu şehir laubaliliğin, kötülüğün, ikiyüzlülüğün kaynaştığı bir şehir. İyi insanları yok mu? Dolu. Ama nasıl çekilmişler, nasıl ürkmüşler, nasıl kapanmışlar bir yere? Neredeler?”[41] sorusunu dillendiren duruşuyla…
NOTLAR
[23] Orhan Kemal, Grev, Everest Yay., 2017
[24] Orhan Kemal, Eskici ve Oğulları, Everest Yay., 2012.
[25] Okan Toygar, “Orhan Kemal’in İstanbul Öykülerinden Bir Seçki”, Cumhuriyet Kitap, No:1670, 17 Şubat 2022, s.4.
[26] Işık Öğütçü, “… ‘Bereketli Topraklar Üzerinde’nin Yazı Yolculuğu…”, Cumhuriyet Kitap, No:1656, 11 Kasım 2021, s.4.
[27] Yaşar Kemal, aktaran: Zeynep Oral, “Söz Yaşar Kemal’in”, Cumhuriyet, 8 Mayıs 2022, s.11.
[28] Zeynep Oral, “Doğayı Konuşturan Usta”, Cumhuriyet, 5 Mayıs 2022, s.11.
[29] Öner Yağcı, “Yaşar Kemal… İnsanlığın Sevdalısı, Sözün Büyücüsü!”, Cumhuriyet Kitap, No:1671, 24 Şubat 2022, s.6-8.
[30] Yaşar Kemal, İnce Memed 1, Cem Yay., 1971.
[31] Sabahattin Ali, Markopaşa Yazıları ve Ötekiler, Yapı Kredi Yay., 2006.
[32] Sabahattin Ali, 1935 yılında, Yücel dergisinde kendisiyle edebiyat konusunda yapılan bir söyleşide eski-yeni konusuna değinirken bir soru üzerine şöyle söyler: “Eski edebiyat her içtimai hadise gibi, devrinin mahsulüdür. Kitleden uzak kaldığı için ölen o devirle beraber ölmüştür…” (Güven Kaya, “Markopaşa Yazıları ve Ötekiler”, Cumhuriyet Kitap, No:1639, 15 Temmuz 2021, s.3.)
[33] Ferhat Özen, “O, Edremit’in Sabahattin Ali’si, Türkiye’nin de Maksim Gorki’siydi”, İnsancıl Dergisi, Yıl:32, No:378, Ocak 2022, s.27-28.
[34] Hikmet Altınkaynak, “Yazarlar, Sabahattin Ali’yi Anlatıyor”, Cumhuriyet, 12 Ağustos 2021, s.13.
[35] Sabahattin Ali, Kuyucaklı Yusuf, Yapı Kredi Yay., 2011.
[36] Sabahattin Ali, İçimizdeki Şeytan, Varlık Yay., 1966.
[37] Sabahattin Ali, Kürk Mantolu Madonna, Varlık Yay., 1966.
[38] Sait Faik Abasıyanık, Sarnıç, Varlık Yay., 1955.
[39] Sait Faik Abasıyanık, Kumpanya, Yapı Kredi Yay., 2008.
[40] Sait Faik Abasıyanık, Bütün Eserleri-4: Havada Bulut, Bilgi Yayınevi, 1998.
[41] Sait Faik Abasıyanık, Bütün Eserleri-4: Mahalle Kahvesi, Bilgi Yayınevi, 1998.