Temel DEMİRER

Temel DEMİRER

04 Mayıs 2024 Cumartesi

Yazar aydındır, aydınlatandır

Yazar aydındır, aydınlatandır
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Temel DEMİRER

“Gerçek bir söz söylemek,

dünyayı dönüştürmektir.”[1]

“Gerçek sözü söylemek” eyleminin yazar için “olmazsa olmaz” ollduğundan şüphe duymuyorum.

“Yollar kesilmiş alanlar sarılmış/ Tel örgüler çevirmiş yöreni/ Fırıl fırıl alıcı kuşlar tepende/ Benden geçti mi demek istiyorsun/ Aç iki kolunu iki yanına/ Korkuluk ol!” vurgusuyla “Kaldır başını kan uykulardan./ Böyle yürek böyle atardamar./ Atmaz olsun./ Ses ol ışık ol yumruk ol,” diye ekleyen Rıfat Ilgaz’a ya da Sennur Sezer’in, “İnsan yaşadığı çağdan sorumludur,/ Ve tanık olduğu bütün savaşlardan,/ kırımlardan, yokluklardan, baskılardan sanıktır/ Hayır demeyi öğrenir bu yüzden ve haykırır:/ Hayır! Hayır! Hayır,” dizelerine müthiş değer veririm.

Çünkü “Dünya hassas kalpler için cehennem gibidir,” saptamasından hareketle, “Akılsızlar hiçbir zaman huzursuzluk duymaz,” diyen Johann Wolfgang von Goethe’nin ifadesindeki üzere yazarın huzursuzluğuyla ma’ruf organik aydın olduğunu düşünürüm.

* * * * *

Stefan Zweig’ın, “Belli bir hedefi olmayan her hayat bir hatadır,” saptamasının altını özenle çizerek hatırlatmalıyım: “Parçalanmış toplumların ürünü olan aydın, bu toplumların varlığının kanıtıdır, çünkü onların parçalanmışlığını içselleştirmiştir. O hâlde, aydın tarihin ürünüdür. Bu bağlamdan, hiçbir toplum kendini suçlamadan aydınlarından şikâyet edemez, çünkü ne ettiyse onu bulmuştur.”[2]

Tekrarlıyorum: Yazar da tarihin ürünüdür

Georges Politzer’in, “Entelektüel bağımsızlık, eleştirel zekâ, tepkiye boyun eğmek değil, tersine boyun eğmemek demektir”…

Jean Paul Sartre’ın, “Aydın olarak görevim düşünmektir. Hiçbir engel tanımadan, tehlike karşısında bile kendime bir sınır koymadan, koydurtmadan düşünmek”…

Umberto Eco’nun, “Aydınlanmış entelektüel ahlâkın vazgeçilemez koşulu, tüm inançları, hatta bilimin mutlak gerçek dediklerini de eleştiriye tabi tutmaktan geçer”…

George Orwell’ın, “Evrensel riyakârlık dönemlerinde hakikâti söylemek devrimci bir eylemdir”…

Noam Chomsky’nin, “Entelektüel gelenek, iktidara yalakalık geleneğidir. Bu geleneğe ihanet etmemiş olsaydım kendimden utanırdım,” tanımlarındaki “entelektüel/ aydın” sözcüğü yerine yazar ifadesini koyarak okuyabilirsiniz denilenleri…

Yine “entelektüel/ aydın” sözcüğü yerine yazar ifadesini koyarak okumaya devam edelim:[3]

“Entelektüel, toplumda bir uzlaşma oluşturacak genel simgeleri yaratan biri değil, bu simgeleri sorgulayan, kutsal sayılan gelenek ve değerlerin ikiyüzlülüğünü, ırkçılığını, cinsiyetçiliğini teşhir eden hiç bir fikir ayrılığına tahammülleri olmayan kutsal metin gardiyanlarıyla mücadeleden çekinmeyen kişidir, bir entelektüel hiç bir kahraman ve siyasi tanrıya inanmaz.”[4]

“Tüm insanlar aydındır ama toplumda herkes aydın işlevi görmez.”[5]

Ancak burada durup, “Fetullah, bir zamanların sosyalist aydınlarını satın almış ve onları ön cepheye sürmüştür,”[6] türünden zırvaya, “Sosyalist aydın satın alınamaz, satın alınan da sosyalist aydın olamaz,” yanıtını verip, sözü “Önceleri Latin Amerika’da yabancı fonlarıyla beslenen kuruluşlardan mali destek almayı kabul eden solcu bir aydın bulmak neredeyse imkânsızdı. Bugünse, şöyle ya da böyle Kuzey Amerika ya da Avrupa vakıfları tarafından finanse edilmeyen bir araştırma enstitüsü ile bağlantılı bir araştırmacı bulmak oldukça zor. Fon almayanların çoğunluğu da buna karşı olmaları nedeniyle değil, düzenli bağlantıyı henüz kuramamış olmaları nedeniyle bu durumda,”[7] uyarısıyla James Petras’a bırakarak, bunun kimi “yazar(cık)lar” için de geçerli olduğunu belirtelim!

Kolay mı?

  1. Wright Mill, İkinci Dünya Savaşı sona ererken gerçek entelektüellerin iki seçenekle karşı karşıya olduğunu söyler; umutsuz bir güçsüzlük duygusu eşliğinde marjinalleşme ya da kurumların, şirketlerin veya hükümetlerin kadrolarına katılıp, içerdekiler olarak kendi başına ve sorumluluk almadan önemli kararlar alan küçük bir grubun parçası olmak!

Mill, bu iki seçenek karşısında direniş çağrısı yapar: “Bağımsız sanatçı ve entelektüel, klişeleştirme ve klişeleşmenin gerçek anlamda yaşayan şeylerin ölümüne yol açışı karşısında direnmek ve savaşmak için donanıma sahip sınırlı bir kesim içindedir. Yeni algı, maskeleri artık kesintisiz biçimde kaldırmayı ve modern iletişimin… bizi bataklığına çektiği düşünme ve görme klişelerini parçalamayı içerir.”[8]

Bu çağrı iktidarın şiddetine ya da satın alma kastına karşı hâlâ geçerliliğini korumaktadır.

Çünkü sınıflı bir dünyada entelektüel de, yazar da toplumsal gelişme içinde ortaya çıkıp, sınıf mücadelesi ile biçimlenir…

Entelektüel ya da yazar “Tavus Kuşu”[9] değilse, elbette bir “angajmanı”,[10] tarafı olacaktır.

Ancak kendine “solcu”(?) diyen(!) ama o değerlere güvenmeyerek, kıyısında durmayı yeğleyen “Tavus Kuşları”, “Sapere aude/ Bilmeye cesaret et!” gerçeğine sırt döndükleri hâlde ve utanmadan kendilerine hâlâ entelektüel/ aydın, yazar diyebilmektedir!

Burada “Dünyada çok şey olmak kolay da, insan olmak zor,” vurgusuyla ‘Ağacın Çürüğü’nde Yaşar Kemal ustanın, “Bizim aydınımız neden yaratıcı değil. Çok kitap okuduğu için değil. Birincisi çok kitap okuyamadığı için… Az kitap okuyup, çok ezberlediği, çok az düşündüğü için,”[11] notunu düştüğünü de ekleyelim…

* * * * *

Özetle Orhan Veli’nin, “Camekânlar bedava;/ Peynir ekmek değil ama acı su bedava;/ Kelle fiyatına hürriyet,/ Esirlik bedava;/ Bedava yaşıyoruz, bedava” dizeleriyle müsemma verili hâlde; Cahit Sıtkı Tarancı’nın, “Efkâr ettiğimiz şey, memleketin hâlidir/ Sanmam hemşerim, sanmam bundan acısı olsun,” mısralarındaki duruş(umuz); dik durup, egemen(liğ)e diklenmek olmalıdır.

Kamplara ayrılıp kutuplaştırılan toplum(umuz)da ötekileştirme/ ayrıştırma güncel devlet politikası hâline gelip; ürkütücü boyut(la)a ulaşmıştır; “Ya bendensin ya da düşmanımsın,” dayatmacılığıyla!

Söz konusu politika nefreti, kini büyütürken; egemen(lik)den yana olmayan(lar)ı tehdit eder oldu. Yani sanatçısından yazarına, akademisyeninden bilim insanına hemen her kesimi hedef tahtasındadır artık!

Egemen(ler)in düşmanlık ve nefrete yaslanan hamaseti toplumu kin ve nefretle beslerken; ırkçılık sıradanlaşıp, olağanlaşıyor; meşrulaştırılıyor!

İktidarın manipülatif “algı yönetimi” süreç hâlinde faşizmin toplum mühendisliğine ivme katıyor; kitleler hipnotize ediliyor.[12]

Bu tabloda anlamak/ anlatmak kaçınılmaz bir görev olarak ötekileştirici manipülasyonlara karşı çıkma pratiğine endeksleniyorken; tüm haksızlıkların karşısınd da “insanî olan”ın hakkaniyetini, vicdanını zorunlu kılıyor.

Yazarın/ aydının görevi tam da bu momentte biçimleniyor!

“Hiçbir gerçeklik kendi kendine dönüşmez”ken;[13] “Özel bir problem, ezilenlerin ikiliğidir: Çelişkilidirler, bölünmüşlerdir, somut bir baskı ve şiddet durumunda biçimlenmişlerdir ve bu durum içinde var olmaktadırlar.”[14]

Söz konusu hâlde “Ezilenlere zarar veren ‘özgürlük korkusu’ onları ezenlerin rolünü arzulamaya yönelten veya onları ezilen rolüne bağlayan korku, incelenmeli”yken;[15] “Umutsuzluk suskunlaşmanın, dünyayı yadsımanın ve dünyadan kaçışın bir biçimidir.”[16]

Bu kaçışa karşı “Mücadele, insanların, başkalarınca mahvedilmiş olduklarını görmeleriyle başlar.”[17]

Yazar/ aydın açısından “Halka gerçekten adanmış olmak, onun ezildiği gerçekliği dönüştürmeyi gerektirir”ken;[18] “Özgürleşme bir praksistir: İnsanların üzerinde yaşadıkları dünyayı dönüştürmek için düşünmesi ve eyleme geçmesidir.”[19]

Yani Yunan mitolojisi gök kubbeyi sırtında taşıyan Atlas’ın, kâinatın bütün yükünü taşıma azmi, kararlılığıyla müsemma duruşla ne yaptığını, neden yaptığını bilerek yapıp, sorup, öğrenerek; sormaktan, tartışmaktan çekinmeden; gerçeğin cesaretli kalemi yani eleştirel düşüncenin sesi olmaktır.

Çünkü “Özgürlük yalnızca, hayatın tehlikeye atılmasıyla elde edilir…”[20]

“Ezilen ancak içinde tutsak olduğu çelişkinin üstesinden gelip ‘kendi için varlık’ hâline geldiğinde gelişmeye başlar.”[21]

Nihayetinde “Özgürleşme bir praksistir: İnsanların üzerinde yaşadıkları dünyayı dönüştürmek için düşünmesi ve eyleme geçmesidir.”[22]

Yazar/ aydın bunun için vardır; var olmalıdır.

N O T L A R

[*] Kaldıraç Dergisi, No:251, Haziran 2022…

[1] Paulo Freire, Ezilenlerin Pedagojisi, çev: Erol Özbek-Dilek Hattatoğlu, Ayrıntı Yay., 1991.

[2] Jean Paul Sartre, Aydın Üzerine, çev:Aysel Bora, Can Yay., 1997.

[3] “Bir aydına uygun düşen yaşam tarzını burjuvanınkinden ayıran en kesin fark, ilkinin işle zevki birbirinin almaşığı saymamasıdır. Gerçekliğin payını vermek amacıyla öznenin önce kendisine sonra da başkalarına zulmetmek zorunda kalmayan her iş, en umutsuz uğraşma anlarında bile zevktir. Verdiği özgürlük, burjuva toplumunun sadece dinlenme saatleri için ayırdığı ve sırf böyle sınıflandırdığı için aynı anda geri de almış olduğu özgürlüğün aynısıdır. Buna karşılık, özgürlüğü tanımış olan herkes bu toplumun hoş gördüğü bütün eğlenceleri katlanılmaz bulacak ve burjuvanın ‘kültür’ diye iş dışı saatlere havale ettiği kendi işinin dışında hiçbir ikame zevke gönül indirmeyecektir. Çalışırken çalış, oynarken oyna-baskıcı öz-disiplinin ana kurallarından biri budur.” (Theodor W. Adorno, Minima Moralia, çev: Ahmet Doğukan-Orhan Koçak, Metis Yay., 2005, s.174.)

[4] Edward Said, Entelektüel Sürgün Marjinal Yabancı, çev: Tuncay Birkan, Ayrıntı Yay., 1995.

[5] Antonio Gramsci, Hapishane Defterleri, çev: Adnan Cemgil, Belge Yay., 2011.

[6] Aytuç Erkin, “FETÖ’nün ‘Solcuları’…”, Sözcü, 5 Eylül 2020, s.12.

[7] James Petras, “Latin Amerikalı Aydınların Dönüşümü”, 7 Nisan 2019… https://kentenstituleri.org/2019/04/07/latin-amerikali-aydinlarin-donusumu-james-petras/

[8] Tarık Şengül, “Savaş Koşullarında Entelektüellik Zor İş!”, Birgün, 17 Nisan 2021, s.2.

[9] Ozan Fırat, “Aydınlar Tavus Kuşu Olmaktan Çıkar mı?”, Atılım, Yıl:7, No:440, 21 Ağustos 2020, s.15.

[10] Franco Fortini, “Aydınların Angajmanı”, Yeni Yaşam, 6 Ağustos 2020, s.11.

[11] Yaşar Kemal, Ağacın Çürüğü, Yapı Kredi Yay., 2017.

[12] “Devlet, özgürlüksüzlüğün demokrasisi, eksiksiz yabancılaşmadır.” (Karl Marx, Hegel’in Hukuk Felsefesinin Eleştirisi, çev:Kenan Somer, Sol Yay., 1997, s.50.) “… ‘Devletin biçimsel tini’ni olumlamak ve bu edilgenlik, özgürlüksüzlük, bilinçsizlik vb. durumunu koruyup sürdürmek, bürokrasi için kesin bir buyruk oluşturuyor. Bürokrasi kendini devletin son ereği olarak görüyor. Devletin erekleri bürokrasinin erekleri ve bürokrasinin erekleri de devletin erekleri durumuna dönüşüyor. Bürokrasi, kimsenin içinden kaçamayacağı bir daire oluşturuyor. Bürokrasinin hiyerarşisi, bilginin hiyerarşisi durumuna geliyor. Tepe, ayrıntıyı bilme işini aşağı halkalara havale ediyor, aşağı halkalar geneli bilme işinde tepeye güveniyor ve böylece birbirlerini karşılıklı olarak aldatıyorlar.” (Karl Marx, Hegel’in Hukuk Felsefesinin Eleştirisi, çev:Kenan Somer, Sol Yay., 1997, s.71.)

[13] Paulo Freire, Ezilenlerin Pedagojisi, çev: Erol Özbek-Dilek Hattatoğlu, Ayrıntı Yay., 1991, s.72.

[14] yage, s.74.

[15] yage, s.25.

[16] yage, s.82.

[17] yage, s.87.

[18] yage, s.104.

[19] yage, s.53.

[20] yage, s.55.

[21] yage, s.181.

[22] yage, s.98.