Temel DEMİRER

Temel DEMİRER

12 Kasım 2024 Salı

Örgütlenme, özgürleşme ve devrimin güncelliği[1]

0

BEĞENDİM

ABONE OL

Temel DEMİRER

“İnsanlara şunu söylüyoruz:

Yalancıların maskelerini kaldırın,

körlerin gözlerini açın!”[2]

Sürdürülemez kapitalist çılgınlık şahsında, “Cehennem boşalmış, şeytanların hepsi burada!”[3] betimlenmesindeki bir hâl-i pür melal ile yüzleşiyoruz.

Kimilerinin “küreselleşme” diye büyük umutlar bağladıkları yaşa(tıl)dığımız vahşeti en iyi Fidel Castro’nun, “Yukarı yarımkürenin aşağı yarımküreyi ezmesine küreselleşme denir,” saptaması anlatırken; şimdi “Yapılabilecek en devrimci şey her zaman olan biteni yüksek sesle haykırmaktır,” Rosa Luxemburg’un ifadesiyle.

“Günümüz insanı tarihten gelen sorunlarını çözme potansiyelini ortaya koyabilmiş değil,”[4] türünden bir üstenciliğe prim vermeden; evet XXI. yüzyılın ilk çeyreğinde de, XX. yüzyıldan miras soru(n)larla cebelleşiyoruz.

Eşitsiz ve bileşik yıkımın, yani sürdürülemez kapitalizmin kollarında insan(lık)ın sürüklendiği kaos ve çatışma dört yanımızı kuşatıyorken; kapitalizm habis bir ur gibi insan(lık)ın illetine dönüşüyor; Şükrü Erbaş’ın, “Öyle ucuz ettiler ki her şeyi/ Sözü, saygıyı, erdemi/ Ölümü bile kirlettiler,” dizelerindeki üzere!

Yerküre de, coğrafyamız da çürüyüp, çözülürken; uzun süredir ana akım (merkez sağ ve merkez sol) partiler hemen her ülkede değişik derinlikte krizler yaşıyorlar. “Merkez sol” merkez sağın, merkez sağ yeni-faşizmin programını, siyaset tarzlarını, özellikle ırkçılık ve göçmenler sorunu, yasa ve kamu düzeni alanlarında taklit ederek ayakta kalmaya çalışıyor.[5]

  1. İ. Lenin’in, “Gerçeklik her türlü kuramdan daha sinsidir,” uyarısını unut(tur)madan yine, yeniden, yenilenmenin tek seçenek olduğu koşullarda; Friedrich Engels’in, “Eğer yenilmişsek, yapmamız gereken tek şey, baştan başlamaktır.” “Bilimsel sosyalizm doktrin değil, harekettir, ilkelere değil, kanıtlara dayanmaktadır. Çıkış noktaları, şu ya da bu felsefe değil, şimdiye kadarki tüm tarihtir,” saptamasına uygun düşünüp, davranmak “olmazsa olmaz” oluyor.

YERKÜRE!

41 milyon insanın açlık nedeniyle ölüm tehlikesiyle karşı karşıya[6] olduğu “Dünya, aç oldukları için uyuyamayanlarla açlardan korktukları için uyuyamayanlar arasında bölünmüş durumdadır.”[7]

Sürdürülemez kapitalist vahşet (yani talan[8] + yıkım) dediğimiz tam da buyken; Oxfam raporuna göre, artan küresel eşitsizlik sebebiyle 263 milyon kişi daha 2022 sonuna kadar aşırı yoksullar ordusuna katılacak.[9]

860 milyon insanın da, günlük 1.90 doların altında, yani aşırı yoksulluk içinde yaşayabileceğini belirten Oxfam, 2022’de çeyrek milyardan fazla insanın “aşırı yoksulluk” seviyesine düşeceği uyarısıyla, “Kitlesel açlık tehlikesi”ne dikkat çekti.[10]

Birleşmiş Milletler Dünya Gıda Programı (WFP) İcra Direktörü David Beasley de, “Dünyada açlık riski artıyor,”[11] diye eklerken; ‘Avrupa İstatistik Ofisi’ (Eurostat), Avrupa Birliği (AB) ülkelerinde yaşayan 35 milyon kişi kış aylarında evlerini yeterince ısıtamadığını, 2020’nin kış aylarında soğukta kaldığı ifade etti.[12]

Ayrıca ‘The Guardian’ın haberi, 2022’nin Nisan’ında 2 milyondan fazla yetişkinin ayın bir gününü maliyetini karşılayamadıkları için yemek yemeden geçirdiklerini ortaya koydu.[13]

Hâl bu: Açlık ve adaletsizlik büyüyerek derinleşiyor!

Bunlar böyleyken bir de; ABD ‘Hastalık Kontrol ve Korunma Merkezleri’nin (CDC) raporuna göre, 2021’de 107 binden fazla kişinin aşırı doz uyuşturucu kullanmaktan hayatını kaybetti; ölümlerin 2021’de yüzde 15 arttığına dikkat çekilirken; Amerika’da her 5 dakikada bir kişi aşırı doz uyuşturucu yüzünden can veriyor.[14]

Ve bir şey daha: ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon), 2023 savunma harcamaları için 813.3 milyar dolar bütçe talebinde bulundu.[15]

“Demokrat”(!) Biden, Ukrayna’da kullanmak amacıyla Kongre’den 33 milyar dolar istedi. Bundan bir ay önce de 13.6 milyar dolarlık askeri yardım isteği onaylanmıştı, şimdi bunun iki buçuk katını daha istiyor

Güvenlik ve askeri yardım için 20 milyar dolar; Ukrayna’ya verilen teçhizatı finanse etmek ve stokları yenilemek için 11.4 milyar dolar; NATO müttefiklerini korumak için bölgeye Amerikan birliklerinin ve teçhizatının konuşlandırılmasını desteklemek, siber güvelik ve istihbarata desteği için 2.6 milyar dolar, gıda tedarik zinciri için 3 milyar dolar.

Toplam 46.6 milyar dolar Ukrayna’ya destek. Bu, Rusya’nın yıllık savunma harcamalarının (65.9 milyar dolar), “üçte ikisinden fazla”.

‘The New York Times’ kıyaslama yapıyor: ABD Afganistan’da yıllık ortalama 40.8 milyar dolar harcamıştı (2001-2021 arası: 816 milyar dolar).[16]

Almanya da, Ukrayna savaşının gölgesinde 2022’den itibaren savunma harcamalarını rekor bir düzeye çıkarma kararı aldı.[17]

İtalya’da Temsilciler Meclisi, Mario Draghi liderliğindeki geniş koalisyon hükümetine, gayri safi yurt içi hasılanın (GSYİH) yüzde 2’sini savunma harcamalarına ayırma yetkisi veren kararı kabul etti.[18]

Özetle, emperyalizm yerküreyi yakıp yıkarken, açlık ve yoksulluğa mahkûm ediyor.

COĞRAFYAMIZ

Karl Marx’ın, “Metalar dünyası büyüdükçe insanlar dünyası küçülür,” diye ifade ettiği hakikât yerküre gibi coğrafyamızda da tüm yıkıcılığı ile yaşanıyor; yıllar öncesinden bugünlere uzanan V. İ. Lenin’in altını çizdiği gibi; “Yiyecek, giyecek, yakıt, kira hepsi daha pahalı hâle geldi. İşçi mutlak olarak yoksullaşıyor, yani aslında eskisinden daha da yoksullaşıyor; daha kötü yaşamaya, daha kötü yemeye, daha çok açlığa katlanmaya ve bodrumlarda ve çatı katlarında yaşamaya zorlanıyor.”

‘Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’nun (BDDK) Şubat 2022 verilerine göre, bankaların kârı ilk iki ayda 2021’in ilk iki ayına göre yüzde 323 artarak 38 milyar 999 milyon liraya yükseldiği;[19] Doğan Holding’in, gelirlerini yüzde 162 büyüttüğü 2022 yılının ilk çeyreğinde 1.2 milyar TL kâr ettiğini açıkladığı[20] coğrafyamızda yoksulluk sınırı 17.340 TL’ye yükselirken; yoksul olabilmeniz için bile ailede 4 kişinin çalışması lazım![21]

Türkiye’de 8 milyon emekli açlık sınırının altında aylık alıyorken;[22] ‘Türkiye Raporu’nun 2022 Mart ayı araştırmasına göre, nüfusun yüzde 59’u “gelirim giderlerimi karşılamadı,” diyor![23]

‘Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK), 2021 yılı ‘Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması’ göre de Türkiye’de en yüksek gelire sahip yüzde 20’lik kesim toplam gelirin yüzde 46.7’sini alıyorken; en düşük gelire sahip yüzde 20’lik grubun aldığı pay ise yüzde 6.1 olarak gerçekleşti. Resmi verilere göre toplumun yüzde 27.2’si maddi yoksunluk içinde![24]

Sefalet endeksi açısından gelinen yer acıklıdır. Endeks verileri uyarınca Türkiye’de sefalet 2016’dan 2022’ye 2.5 katına çıktı. 2017’de yüzde 18.7’lik sefalet endeksi 2020’de ise yüzde 25.8 düzeyine ulaştı. Gelinen noktada ise sefalet endeksi açısından Türkiye Arjantin’i de geride bıraktı.[25]

Gelirleri ve tasarrufları enflasyon karşısında eriyen yurttaşlar, gelirlerinin yetmediği zorunlu harcama ve borç ödemelerini yapabilmek için hızla borçlanıyor. Yurttaşların sadece bankalara olan kredi kartı ve tüketici kredisi borçları, 22 Nisan 2022 itibarıyla 1 trilyon 96 milyar lira oldu. İnsanlar icralık oldu: İcra dairelerinde derdest bulunan dosya sayısı bir yılda 1 milyon 482 bin adet artarak 6 Mayıs 2022 itibarıyla 23 milyon 449 bine çıktı.[26]

Tablo buyken; Sağlık Bakanı Fahrettin Koca 3 yılda 61 milyon kişinin sinir ilacı, 12.3 milyonun ise antidepresan ilaç kullandığını açıkladı. Ayrıca 2021’de kayıtlı intihar sayısı 600’e dayanırken, geçmişte yüzde 7-8 oranında seyreden anksiyete bozukluklarının yüzde 38’lere ulaştığını istatistiklerde görüyoruz: Neredeyse her iki gençten birisi depresyonda![27]

Alın size Turgut Uyar’ın, “Fakire Allah versin diyen zengin;/ Peki sana kim veriyor?” dizelerindeki coğrafyamız; milyonlar borç, sermayedarlar sefa içindeyken;[28] Türkiye gelir eşitsizliğinde Avrupa’da ilk sırada![29]

Oysa ‘1811 Haklar Deklarasyonu’nun 28. maddesinde Percy Bysshe Shelley, “Hiç kimsenin yararlanabileceğinden fazlasını tekeline alma hakkı yoktur; milyonlarca insan açlıktan ölürken, zenginlerin yoksullara verdikleri şeyler, kusursuz bir iyilik değil, kusurlu bir haktır,”[30] dememiş miydi?

O hâlde şimdilerde, “Seni cennet vaadiyle kandırıp fakirliğe mahkûm edenlerin hayatlarına bak bu dünyada cenneti yaşadıklarını göreceksin,” diyen Charles Darwin’in uyarısını daha yüksek sesle telaffuz etmektir görev(imiz)…

“DEMOKRASİ” Mİ!

Ve geldik, “çaya çorbaya limon” kabilinden bir sakız gibi çiğnenen; şu malum ve meş’um “demokrasi” tekerlemesine/ yalanına!

Özellikle bu meselede V. İ. Lenin, “Bir liberalin genel olarak ‘demokrasi’den bahsetmesi doğaldır; ama bir Marksist, ‘Hangi sınıf için demokrasi’ demeyi asla unutmaz,” uyarısının altını çizerek ilerlersek:

“Ezenlerin bilinci, kendisini çevreleyen her şeyi egemenliğinin bir nesnesine dönüştürme eğilimindedir. Yeryüzü, toprak, üretim, insanların ürettikleri, insanların kendileri, zaman, her şey onun tasarrufundaki nesneler statüsüne indirgenir… Sınır tanımaz sahiplenme tutkuları içinde ezenler her şeyi satın alma güçlerinin nesnelerine dönüştürmelerinin mümkün olduğu kanısına varırlar; katı materyalist nitelikteki var oluş kavramlarının kaynağı budur. Para her şeyin ölçüsüdür; kâr başlıca amaçtır. Ezenler için değerli olan, daha fazlasına sahip olmaktır -daima daha fazlasına- hatta ezilenlerin daha azına sahip olması veya hiçbir şeysiz kalması pahasına. Onlar için olmak sahip olmaktır ve sahipler sınıfı olmaktır.”[31]

Onların “demokrasi” dediği; tam da böylesi bir sömürü ve tahakkümden başka bir şey değildir!

Eski çağlarda kölelerin, kadınların ve gençlerin karar süreçlerine dahil edilmediği “demokrasiler” vardır; mülksüzlerin karar süreçlerine dahil edilmediği, dışlandığı türden…

Aslında demokrasi bir(ileri için) egemenlikten başka bir şey değildir ve olmamıştır da!

Örneğin Antikçağda, Roma’nın köleci demokrasisinde yönetme yetkisi soylulara aittir; Ortaçağda ise yönetici, tanrının yeryüzündeki gölgesidir; tanrı adına yönetir!

Yine demokrasi, halkın yönetime katılımının şekli ve düzeyi bakımından da tarihsel süreç içerisinde farklılıklar gösterir. Halkın temsilcilerinin yer aldığı parlamentoların ortaya çıkması ve hükümdarların gücünü, iktidarını sınırlandırma mücadeleleri, demokrasiyi geliştirme mücadeleleriydi.

“Temsil” yerine doğrudan yönetime katılma açısından ilk örnek 1871 Paris Komünü idi. Egemenlerin terörüyle bastırıldı.

Sonrasında sınıflar ve tabakalar arasındaki çelişkilerin, sermaye düzenini tehdit etmesini önlemeyi amaçlayan uzlaşmalara dayanan liberal-temsili demokrasi “efsanesi”! Ardından Noam Chomsky’nin, “Neo-liberal demokrasi, vatandaşlar yerine, tüketiciyi üretir. Topluluklar yerine, alışveriş merkezleri üretir,” notunu düştüğü versiyon… Oysa kimilerine göre SSCB’nin likidasyonu liberal demokrasinin zaferi idi! Ancak bu doğru değil. Çünkü Paris Komünü ile Ekim’den mülhem sosyalist demokrasi, hâlâ tarihin gündem maddesidir…

Ve elbette V. İ. Lenin’in işaret ettiği gibi sınıflı toplumlarda “saf demokrasi” yoktur, sınıf demokrasisi vardır. Bunun için de temel soru(n), demokrasiye hangi sınıfın hükmettiği, mülkiyetin kime ait olduğudur.[32]

Hatırlatalım: “Orta çağa kıyasla muazzam bir tarihsel ilerleme anlamına gelen burjuva demokrasisi; her zaman dar, sınırlı, sahte ikiyüzlü zenginler için bir cennet, sömürülenler, yoksullar için bir tuzak, bir aldatmacadır ve kapitalizm altında böyle olmak zorundadır.”[33]

Kapitalist “Demokratik cumhuriyet, kapitalizmle ‘mantıksal olarak’ çelişir, çünkü demokratik cumhuriyet, zenginle yoksulu ‘resmi olarak’ eşitler. Bu, ekonomik sistemle siyasal üstyapı arasında bir çelişkidir. Emperyalizmle cumhuriyet arasında da aynı çelişki vardır. Serbest rekabetten tekelciliğe dönüşümün, siyasal özgürlüklerin gerçekleştirilmesini daha da ‘güçleştirmiş olması’ gerçeği bu çelişkiyi derinleştirir ve ağırlaştırır.”[34]

“Küçük bir azınlık için demokrasi, zenginler için demokrasi-kapitalist toplumun demokratizmi budur. Kapitalist demokratizmin mekanizmasına daha yakından bakıldığında, seçim hukukunun ‘küçük’, güya ‘küçük’ ayrıntılarında (yerleşiklik koşulu, kadınların dışlanması vs.), aynı şekilde temsili kurumların tekniğinde, toplantı hakkının gerçekten engellenmesinde (kamu binaları ‘dilenciler’ için değildir!) ve günlük basının katıksız kapitalist örgütlenmesinde vs. vs.-her yerde demokrasiye kısıtlama üstüne kısıtlama konduğu görülür. Yoksullar için bu kısıtlamalar, istisnalar, engellemeler, özellikle kendisi hiç sıkıntı çekmemiş ve ezilen sınıfların kitlesel yaşamıyla hiç temas etmemiş olanlara (ve burjuva yayıncılarla politikacıların onda dokuzu, hatta belki de yüzde doksan dokuzu için durum budur) az görünür – ama hepsi bir arada ele alındığında bu kısıtlamalar yoksulların politikadan, demokrasiye aktif katılımdan dışlanmasına, itilmesine yol açar.

Marx, Komün deneyiminin tahlilinde şunları söylerken kapitalist demokrasinin bu özünü parlak biçimde kavramıştır: ezilenlere birkaç yılda bir, ezen sınıfın hangi temsilcisinin onları parlamentoda temsil edeceğine ve ezeceğine karar verme imkânı verilir!

Fakat bu kaçınılmaz olarak dar, yoksulları sinsice geri iten ve bu yüzden tepeden tırnağa ikiyüzlü ve yalancı kapitalist demokrasinin daha da gelişmesi, liberal profesörlerin ve küçük-burjuva oportünistlerinin ileri sürdükleri gibi, kolayca, doğrudan ve pürüzsüz ‘gittikçe daha büyük bir demokrasi’ye yol açmaz. Hayır. Onun daha da gelişmesi, yani komünizme doğru gelişim proletarya diktatörlüğünden geçer ve başka türlüsü de olamaz, çünkü proletarya dışında hiç kimse kapitalist sömürücülerin direnişini kırabilecek durumda değildir ve başka bir yol yoktur.”[35]

Tam da bu noktada seçimler, parlamento vb’leri ile vazgeçilemez olduğu “iddia” edenlerin unutmaması gereken; “Genel oy hakkı, her üç ya da altı yılda bir, halkı egemen sınıfın hangi üyesinin yanlış temsil edeceğini kararlaştırmak”[36] olması yanında; “Demokraside meclisler ahır gibidir, içeridekiler tepişir; ama tekmeyi hep dışarıdakiler yer,” der Platon da!

Bir de coğrafyamızda 1921 Anayasası’nın, kimilerince adeta “kutsal metin” olarak sahiplenilmesi yanılgısı var ki, bunu ciddiye almak için belleksiz olmak lazım! Tıpkı bugünlerde “demokrasi” için CHP patentli sağı sağla devirme stratejisi gibi!

Kanımca, “kapitalizmden demokrasi çıkar mı?” soruna verilecek yanıt örgütlenmeden, ittifaklara kilit önemdeki aslî meseleyken; “Sınıfların karşılıklı ilişkisini açığa çıkarmak devrimci partinin baş görevidir,” diye uyarır V. İ. Lenin…

ÖZGÜRLEŞME

Örgütlenme de, ittifaklar da ezilenler için bir özgürleşme alanıdır.

Radikal sosyalistler için emekçileri ücretli kölelikten kurtarmayan her örgütlenme ya da ittifaklar önerisi eksikli ve kusurludur. Çünkü “Komünizm, proletaryanın özgürleşme koşullarının öğretisidir,” Friedrich Engels’in de altını çizdiği gibi…

Kaldı ki bu doğrultuda “Komünistlerin vardıkları teorik sonuçlar, hiç bir biçimde, şu ya da bu sözde evrensel reformcu tarafından icat edilmiş ya da keşfedilmiş düşüncelere ya da ilkelere dayandırılmamıştır. Bunlar ancak, gözlerimizin önünde cereyan eden tarihsel bir hareketten, var olan sınıf mücadelesinden doğan gerçek ilişkilerin genel bir ifadesidir,” der Karl Marx…

Konuya ilişkin olarak açıkça şunu görmek/ göstermek gerek:

“A’nın nesnel olarak B’yi sömürdüğü veya sorumlu bir kişi olarak özgüvenini pekiştirmesini engellediği herhangi bir durum; bir ezilme durumudur.”[37]

“Bir ezme ilişkisinin kurulmasıyla şiddet zaten başlamıştır. Tarihte hiçbir zaman şiddet ezilenlerden kaynaklanmamıştır. Eğer kendileri şiddetin sonucu iseler nasıl şiddetin başlatıcısı olabilirler ki?”[38]

“Ezenler için ‘insani varlık’ sadece kendileridir; öteki insanlar ‘şeyler’dir.”[39]

“Özgürlüğün izini, sürekli ve sorumlulukla sürmek gerekir. Özgürlük insanın dışında bir ideal değildir; mit hâline gelen bir fikir de değildir. İnsanın yenileşme arayışının olmazsa olmaz bir koşuludur.”[40]

“Okuryazar olmak özgür olmak değildir; insanın sesi, tarihi ve geleceği ile ilgili hakkını geri kazanma savaşında var olmak ve etkin olmaktır.”[41]

“Ezilenlerin özgürleşmesi insanların özgürleşmesidir.”[42]

“Kendilerini özgürleştirmeleriyle, kendilerini ezenleri de özgürleştirebilecek olan yalnızca ve yalnızca ezilenlerdir.”[43]

“Ezilenlerin büyük insani ve tarihsel görevi şudur: Kendilerini ve aynı zamanda da ‘ezenleri’ni özgürleştirmek.”[44]

“Ezilenlerin büyük insanı görevi şudur; kendilerini ve aynı zamanda da ezenlerini özgürleştirmek. İktidarlarını kullanarak, sömüren ve gasp eden ezenler, bu iktidardan ne ezilenleri ne de kendilerini özgürleştirme gücünü alamazlar. Sadece ezilenlerin zayıflığından doğan erk, hem ezilenleri hem de ezenleri özgürleştirecek kadar kuvvetli olacaktır.”[45]

“Özgürlük fethedilir, armağan olarak alınamaz.”[46]

“Demokrasiyi yüceltirken halkı susturmak yüzsüzlüktür; hümanizmden dem vururken insanı hor görmek, bir yalandır.”[47]

Yalanı yerle yeksan ederek, özgürlüğü fethetmek de devrimci örgütlenmelerle mümkündür!

ÖRGÜTLENME

Etienne Balibar’ın, “Artık tek bir kolektifleştirici sosyal ilişki yok, bireyleri özdeşleşmeye çağıran birbirine rakip kolektifleştirici sosyal ilişkiler, aidiyet grupları ya da bağlar var,” diye betimlediği koşullarda örgütlenme açısından unutulmaması gerekeni Elias Cannetti şöyle hatırlatır: “Her sistemin umut verici yanı, o sistemden dışlanmış olanlardır.”

Gerçekten de “İnsanları kendi karar almalarına yabancılaştırmak, onları nesnelere dönüştürmek”le[48] mükellef kapitalist düzen(sizlik)te “Dikkatimizi esas olarak işçileri devrimciler düzeyine yükseltmeye vermeliyiz; ‘emekçi kitleler’in düzeyine inmek asla bizim görevimiz değildir.”[49]

Ayrıca “Emekçi kitlelerin hareketleri sürecinde geliştirdikleri bağımsız bir ideolojiden söz edilemeyeceğine göre, tek seçenek, ya burjuva ya da sosyalist ideolojidir. Bir orta yol yoktur (çünkü insanlık bir “üçüncü” ideoloji yaratmamıştır.) (Bu kuşkusuz işçilerin böyle bir ideolojinin yaratılmasına katkıda bulunmadığı anlamına gelmez. Ama bu sürece işçiler olarak değil, çağlarının bilgisine ulaşabildikleri ve bu bilgiyi geliştirebildikleri ölçüde, Proudhonlar ya Weitlingler gibi sosyalist kuramcılar olarak katılırlar.)”

Yani “Sosyalist ideolojiyi herhangi bir şekilde küçümsemek, ondan en ufak ölçüde yüz çevirmek, burjuva ideolojisini güçlendirmektir. Kendiliğindenlikten çok söz ediliyor. Ama işçi sınıfı hareketinin kendiliğinden gelişimi onu burjuva ideolojisine teslim olmaya götürür; çünkü kendiliğinden işçi hareketi sendikacılıktır ve sendikacılık işçilerin burjuvaziye ideolojik teslimiyetidir.”[50]

Bunlarla birlikte asla “es” geçilmemesi gereken bir diğer aslî mesele ise, “Burjuvazinin sadece zorla değil, aynı zamanda sınıf bilinci ve örgütlenme eksikliği, rutinizm ve kitlelerin ezilmişlik durumu nedeniyle de iktidarda kaldığını her zaman biliyorduk ve defalarca işaret ettik,” vurgusudur V. İ. Lenin’in…

İyi de bu soru(n)lar “Nasıl aşılacak” mı?

Elbette işçi sınıfına yaslanmış devrimci praksis ile…

Malum “uygulama”, “hareket”, “eylemin önemi” gibi anlamlar içeren praksisin amacı, değiştirmektir.

Karl Marx’a için toplumsal örgütlenmeyi değiştirmeye yönelik etkinliklerde ifadesini praksiste bulurken; “Filozoflar dünyayı yalnızca çeşitli biçimlerde yorumlamışlardır; oysa sorun onu değiştirmektir,” diye ekler.

Düşünce/ davranış bütünlüğünün ifadesi olarak praksis mücadele etmekken; Henri Lefebvre’in, “İhtilalci bir etkinlik”; Louis Althusser’in, “Kuramsal ve pratiğe ilişkin bir bütünlük”, Jean Paul Sartre’ın, “Doğrudan doğruya amaca yönelik” diye tarif ettikleri tarihsel bir etkinlik, var oluştur.

Ancak hatırlatmadan geçmeyelim: “Komünizm kararlaştırılamaz. O ancak etkin arayışla zaman zaman yapılan yanlışlarla ama kesinlikle bizzat emekçi sınıfın yaratıcı gücüyle var edilebilir.”[51]

“Ne zaman birisi, proletaryaya daha iyi hizmet etmek bahanesiyle kendini işçi sınıfından ayırırsa, bunun anlamı ihanet ve bürokratlaşmanın başlaması, bir başka deyişle egemenliğin yeni bir biçimde ortaya çıkmasıydı.”[52]

Örgüt(lenme) bağlamlı bürokratizm/ve liberalizm deyince Mao Zedung’a bir kez daha kulak vermek gerekiyor:

“Biz tohumlar gibiyiz, insanlar da toprak gibidir, gittiğimiz her yerde kök salmalı ve aralarında çiçek açmalıyız”…

“Bir komünist, kendisinin her şeyde iyi olduğunu, diğerlerinin ise hiçbir şeyde iyi olmadığını düşünerek asla inatçı veya otoriter olmamalıdır; kendini asla küçük odasına kapatmamalı, övünmemeli ve başkalarına hükmetmemelidir”…

“Tüm gerçek bilgi doğrudan deneyime dayanır”…

“Sınıflı toplumda, herkes, belli bir sınıfın üyesi olarak yaşar ve her düşünce biçimi, istisnasız, bir sınıfın damgasını taşır”…

“Marksistler her şeyden önce insanın üretimdeki faaliyetini en temel pratik faaliyet olarak, insanın bütün diğer faaliyetlerinin belirleyicisi olarak görürler”…

“Devrim yapmak için devrimci bir parti olması gerekir”…

“İyi bir yoldaş, zorlukların daha büyük olduğu yerlere gitmeye daha istekli olan kişidir”…

“Her yoldaşa bir komünistin bütün sözlerinin, bütün hareketlerinin ilk ölçütünün en geniş halk yığınlarının en yüksek çıkarlarına uymak ve en geniş halk yığınlarının desteğini kazanmak olduğu gereğini anlatmak gerekir”…

“Bütün sadık, dürüst, faal ve açık sözlü komünistler, aramızdaki bazı kimselerin gösterdiği liberal eğilimlere karşı koymak için birleşmeli ve onları doğru yola getirmelidir. Bu, ideolojik cephemizdeki görevlerden biridir”…

“Öncelikle, sıkıntıdan korkmayın ve ikincisi, ölümden korkmayın”…

“Yol ne kadar uzun olursa olsun ilk adım atılmalıdır”…

“Geri dönmeyin, yolculuk her zaman tahmin ettiğinizden daha uzun sürer”…

“Ülkeni kalbinde yaşatırken, ufkunda dünya olsun”…[53]

İTTİFAK(LAR)

Örgütlenmenin ezilenler için bir özgürleşme alanı olduğuna ittifakların da eklenmesi gerektiğini ifade etmişken; V. İ. Lenin’in, “Muhalefeti kontrol etmenin en iyi yolu ona liderlik etmektir,” vurgusu ekseninde meseleyi detaylandırmakta fayda var.

İttifak(lar) -özü gereği- çürümüş bir sistemi/ düzen(sizlik)i aşmak amacıyla yeni bir toplumsal sözleşmenin praksisini örgütleyip, devrimci bir ‘Hayır’ zemininde itirazın farklı ‘Evet’lerini birleştirmektir.

Coğrafyamızda yeni bir toplumsal sözleşme, halkların eşitlikçi kardeşliğini/barışı, ezilenlerin demokrasisini, (Paris Komünü’ndeki gibi) toplumcu laikliği, kadınların özgürleşmesi, ekolojik duyarlılıkları içeren, anti-emperyalist/ anti-faşist ve gericiliği hedefleyen duruşu ile emek(çi) cumhuriyetin inşası hedeflemekle mükelleftir.

Böylesi bir “birlik” için Howard Zinn’in, “Zor durumdakilerin çığlığı her zaman haklı olmayabilir fakat ona kulaklarınızı kapatırsanız hakkın ne olduğunu asla öğrenemezsiniz,” uyarısını “es” geçmek asla mümkün değilken; V. İ. Lenin’in, “Eğer birleşmek zorundaysanız diye yazıyordu parti liderlerine Marx, hareketin pratik amaçlarını karşılayacak anlaşmalara girin ama ilkeler konusunda herhangi bir pazarlığa izin vermeyin, teorik ödünler vermeyin,”[54] uyarısını hatırla(t)mamak da affedilmez bir yanılgı olacaktır.

Tıpkı V. İ. Lenin’in, “Tüm resmi ve liberal bilim ücretli köleliği savunurken, Marksizm bu köleliğe amansız bir savaş ilan etti,” diye tanımladığı liberalleri ve CHP yönetimini (tabanı değil!) abartmak gibi…

Bilmem bilir misiniz? “Kurtuluşu bir başkasında görmek, yıkılmanın en garanti yoludur,” der Simone de Beauvoir!

Ayrıca ekler Antonio Gramsci de, “Bir toplumsal grup, başka bir toplumsal gruptan, fikir bakımından ona boyun eğdiği, uydusu hâline geldiği için, kendisinin olmayan bir dünya görüşünü alır,”[55] diye!

Bunları unutmadan; “CHP’nin kendi sağıyla kurduğu bu birliktelik ilişkisini, kendi soluyla da kurabilmesi,”[56] temennisi dillendirenlere anımsatalım: “Cumhuriyet Ak Partisi” önümüzdeki seçimlere endekslenmiş, “iktidar seçimle değişecek iddiası”na sarılmış olsa da, iktidarın diliyle de, zihniyetiyle özdeşleşti çoktan! Bu gerçekten hâlâ haberdar değil misiniz? Böyleyse yazık size…

Yoksa siz hâlâ “Sokağa çıkmayın,” diye haykıran Kemal Kılıçdaroğlu’nun, “Dikta sandıkta yenilecek”[57] veya “Biz CHP olarak bu ülkenin bağımsızlığı için mücadele eden bir gelenekten geliyoruz. Hiçbir emperyal gücün gölgesini dahi kabul etmiyoruz,”[58] demagojik lafazanlığına mı prim verenlerdensiniz? Böyleyse yazık size!

HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar, “Muhalefete, güçlü demokrasi, kalıcı barış ve gerçek adalet şeklinde üç başlıkla bir müzakere önerisinde bulunuyoruz. Bu konularda tümüyle bir mutabakat oluşursa muhalefetin ortak aday fikrine açığız,”[59] diyerek hâlâ CHP’ye göz kırpıyor olsa da resmî ideolojinin CHP yönetimi (tabanı değil!) ile ittifakın mümkün olmadığını net biçimde ifade etmeliyiz.

Ayrıca “Ekrem İmamoğlu’na oy verdik diye hepimiz terörist ilan edildik”[60]; “Seçimde yine HDP ile ittifak mı yapacaksınız?” sorusuna da “Bu kesin değil, bunu söyleyeyim,”[61] türünden yanıtlar veren pragmatik tutum(suzluk)lardan özenle uzak durmalıyız. Malum reel-politikerlik kötü şeydir![62]

Bir de toplumsal muhalefeti parlamentoya sığdırmaya çalışan yaklaşımlardan uzak durulmalı, tabii ki… (Bu arada geçerken ekleyeyim: “Ekrem İmamoğlu’na oy verdi”ğimiz için değil-vermedik, vermeyiz de!- komünist/ Kürtçü damgasıyla “terörist ilan edildik”!)

Sonra da  “HDP Laiktir, kamusalcıdır ve de anti-emperyalistir,”[63] derken düşünmekte yarar var!

Unutulmasın: “Önümüzdeki seçimler, düzenin ekonomik ve politik krizine çözüm diye sunulup verili sermaye düzeninin idare biçim değişikliğine sıkıştırılmış ve indirgenmiş bulunmaktadır. Bu sunum yanlış olduğu gibi ülkenin ilerici kesimlerini ve emekçileri aldatıcı bir yan taşımaktadır. “Sürdürülebilir düzen” arayışı bugün düzen partilerinin temel ortak noktasıdır. Özünde düzenin idare biçimini değiştirerek ülkenin temel toplumsal ve siyasal sorunlarının değişeceğini beklemek hem ülkenin içinde bulunduğu mevcut durum açısından hem düzenin politik bütün aktörlerinin niteliği açısından hem de temel sorunların çözümünde gerekli program açısından temelsiz ve yetersiz bir beklentidir”[64] ve bu tuzağa düşülmemelidir.

Bir yanıyla AKP ve MHP’yi yenme konusunda geniş bir birliğin parçasıyız. Ancak yenmede birliğiz. Lakin coğrafyamızı yeniden kurmada aşamasında farklıyız, olmalıyız. Çünkü sınıf ekseni kırmızı çizgilerimiz var ve onları esnetme ya da tartışmaya açmak gibi geri durumlar olmalı da![65]

O hâlde “Tarih sahnesine çıkıp ‘kirlenmeyi’ göze almaktansa ‘güzel ruh’ olarak kalmayı tercih etmek de var,”[66] türünden kof sitemleri bir kenara bırakıp ekleyelim: Politika ittifak, ilkelerde ve programda anlaşanların yan yana gelip güçlerini birleştirmesidir.

Eşitlikçi özgürlük perspektifiyle emek eksenli anti-emperyalist, kamucu, toplumcu laik ve halkların eşitlikçi kardeşliğini, kadınların kurtuluşunu, azınlıkların kimlik hakkını ve çevreyi savunan bir karşı duruş asla tartışma ve tashihe açık değildir, olmamalıdır!

İnkâr, imha, baskı ve sömürü karşısında sınıf ve kimlikler soru(n)larını iç içe ele alan çözüm odaklı politika statükoya aşmaya yönelik olmakla kalmayıp, yeniyi hedeflemeliyken; ezilenleri, ezenler karşısında güçlü kılacak bir ittifaka ihtiyaç var…

Üstelik de, yalnızca parlamentoda değil; esas olarak sokakta, hayatın içinde gerçekleştirilebilecek bir ittifak…

Yeri geldi hatırlatayım: “Komünistler ‘her şart altında’ ittifaka hazır değildir. ‘Bağımsızlıklarını korumak’, ‘kendi kuvvetlerine dayanmak’, ‘inisiyatifi kaybetmemek’ ve program hedeflerine uygun olmak şartıyla, ittifaklar kurarlar.

“Kendi kuvvetlerimize dayanmak esastır, müttefiklere dayanmak talidir.”

“Her şeyden önce şunu belirtelim ki, milliyeti ne olursa olsun bilinçli Türkiye proletaryası, burjuva milliyetçiliğinin bayrağı altında yer almayacaktır.”

“Proleter devrimcilerin bir tek cephe politikası vardır; o da, proletarya önderliğinde halkın birleşik cephesidir. Ayrıca, bunun dışında demokratik güç birliği veya devrimci güç birliği gibi safsatalarla proletaryanın ve komünistlerin işi yoktur.”

“Cephe, her şeyden önce, belli hedefler etrafında, birbirinin aynı olmayan güçlerin, birliğini ifade eder ve ancak böyle olursa cephe olur,”[67] der İbrahim Kaypakkaya’dan…

İttifak önerileri (ve tutumu) konusunda bir şeyi daha altını çizere aktarıyorum: John Steinbeck, “Herkes kolayca çöker, önemli olan direnebilmektir,” derken ekler Nikola Tesla da: “İnsan, imkânsızı başarabilir sözü yetersizdir. Çünkü insan; imkânsızın da ötesine ulaşabilir.”

DEVRİM HÂLÂ GÜNCEL!

  1. İ. Lenin’in, “Diktatörler iç savaş çıkartmadan gitmez,” uyarısı bugünlerde coğrafyamız içinde geçerli; tıpkı Turgut Uyar’ın, “Gülü çiğdemi filan bırak,/ Sardunyayı karidesi filan bırak,/ Acıyı ve ölümleri bırak,/ Oy pusulalarını ve seçimleri bırak,/ Evet, seçimleri özellikle bırak,/ Çünkü açlık çoğunluktadır,” dizelerindeki üzere!

Bu durumda İbni Haldun’un, “Zorbalar, kendilerine boyun eğen insanların korkusundan güç alır,”[68] uyarısını kulağımıza küpe edip, Komünist Başkan Fatih Mehmet Maçoğlu’na kulak verin:

“Güzel bir dünya. Herkesin eşit olduğu, herkesin ürettiği, herkesin kendi alanında kendini mutlu hissettiği bir dünya yani sosyalizm. Ama bak o sosyalizmi mutlaka yaz hem de büyük harflerle yaz! Kaçış yok. Kapitalizm tükeniyor. Birbirlerine girdiler. O diyor ben yiyeyim, öbürü diyor ben yiyeyim… Ama bulamayacaklar yiyecek bir şey… Paraları da olsa bulamayacaklar. O gün yakın. Devrim, kitlelerin kaçınılmaz eseridir. Umudum, daha önceki 33 yıllık siyasi yaşamımdakinden daha büyük. Kapitalizm, emperyalizm hem kötüdür. Çünkü sömürüdür, baskıdır, faşizmdir, vurmaktır, kırmaktır, savaştır, birbirine düşürmektir, ayrıştırmaktır, sınıf çelişkileri yaratmaktır… Şimdi bunlar tükendi. Yani gökyüzünü de sömüremiyorlar. Gökyüzünü sömürmeye çalışıyorlar ama bulamıyorlar bir şey… Tükettiler… Yeniden doğala dönmek zorundalar. Yeniden doğala dönmek sömürünün yok oluşudur. Bu bir devrimdir. Kapitalizm yönetemiyor artık. Yaşananların kötü olduğunu söyleyenler çoğunluk olmasına rağmen baskıyla sindirilip, yok edilip, tutuklanıp bir cenderenin içinde sıkıştırılıyor ama artık yemiyor. Çıkış yok, sosyalizm gelecek. Kurtuluş yok…”[69]

Burada tüm soru(n)larımıza karşın altı çizilen devrimin güncelliği fikridir, duruşudur; tıpkı Gyorgi Lukács’ın, “Lenin asla, -tıpkı Marx gibi- zaman ve mekânca sınırlı, yerel Rus deneyimini genelleştirmedi. Tersine, o, dâhice bir bakışla, zamanımızın temel sorununu, ilk ortaya çıkacağı yer ve zaman içinde derhâl seçti: Yaklaşan devrim. Ve bundan sonra, gerek Rusya’ya ilişkin gerekse uluslararası tüm olayları, bu perspektif içinden, devrimin güncelliği perspektifinden kavradı ve kavranabilir kıldı,”[70] tespitindeki üzere.

“Devrim deneyiminden geçmek, onun hakkında yazmaktan daha hoş ve yararlıdır,” diyen V. İ. Lenin’den aktaralım:

“On yıllar boyunca bazen bir şey olmaz, sonra haftalara on yıllar sığar.” “Devrim asla tahmin edilemez; önceden söylenemez; kendiliğinden gelir. Devrim büyüyor ve alevlenmek zorunda…”[71]

O hâlde devrimin[72] koşullar + örgütlülük kadar bir kararlılık meselesi olduğu kavranmalıdır: Anarşist Buenaventura Durruti’nin, “İspanya’da, Amerika’da ve her yerde, sarayları ve şehirleri yaratan bizleriz, biz işçiler onların ellerindekini almak için başkalarını da inşa edebiliriz ve daha iyilerini. Biz yıkımlardan hiç mi hiç korkmuyoruz. Dünya bizlere kalacak; bunda en ufak şüpheye yer yok. Burjuvazi tarih sahnesinden ayrılmadan önce kendi dünyasını yıkabilir. Biz yeni bir dünyayı burada, kalbimizde taşıyoruz. Bu dünya şu an büyüyor,” ifadesinden; Maoist Abimael Guzmán’ın, “Çünkü biz halkın çıkarlarını savunuyoruz, bizim işimiz budur, bizim yapmakta olduğumuz ve yapmaya devam edeceğimiz şey de budur. Şimdi bu koşullar içindeyiz. Bazıları buna bozgun diyorlar. Bırakın rüya görmeye devam etsinler. Bugün bu durumun biz, yolumuz üzerinde sadece bir büküntüden ibaret olduğunu ilan ediyoruz. Bundan fazla bir şey değil. Yol ortasında sadece bir büküntü. Yol uzundur ve biz bu yolu kat edeceğiz. Hedefe erişeceğiz. Biz muzaffer olacağız! Göreceksiniz,” sözlerine dek…

Bu noktada “Kötümserlere kızmıyorum;[73] sadece onlar adına üzülüyorum, çünkü bana kalırsa onlar tarihteki yerlerini kaybetmiş insanlar.”[74]

Malum: “İçimizdeki çocuğun ölmesine asla izin vermemeli. Toplum bize bu çocuğu öldürmemiz için baskı yapar, ama direnmemiz gerek; çünkü içimizdeki çocuğu öldürdüğümüz zaman kendimizi de öldürürüz. Zamanından önce çöker ve yaşlanırız.”[75]

Şimdi tüm olumsuzluklara rağmen öncelikle; “Güçlü diye tanınan bütün gericilerin, gerçekte kâğıttan kaplanlar olduğunu söyledim,” diyen Mao Zedung’a ve Antonio Gramsci’nin, “Kendinizi eğitin, çünkü aklınıza ihtiyacımız olacak. Örgütlenin, çünkü tüm gücünüze ihtiyacımız olacak. Harekete geçin, çünkü coşkunuza ihtiyacımız olacak!”[76] çağrısına kulak verelim.

16 Mayıs 2022 13:10:19, İstanbul.

N O T L A R

[1] 5 Haziran 2022’de SMF 2’nci Olağan Kurultay Deklarasyonu Etkinliği’nde yapılan konuşma… Newroz, Temmuz 2022…

[2] V. İ. Lenin.

[3] William Shakespeare, Fırtına, çev: Haldun Derin, Milli Eğitim Basımevi, 1964.

[4] Nihat Veli Yüce, “21. Yüzyıl, Yeni Düzen ve Değişen Dinamikler (1)”, 11 Eylül 2021… https://www.avrupademokrat.com/21-yuzyil-yeni-duzen-ve-degisen-dinamikler-i-nihat-veli-yuce/

[5] Ergin Yıldızoğlu, “Taklitçilik Çare mi?”, Cumhuriyet, 12 Mayıs 2022, s.11.

[6] “41 Milyon Kişi Açlık Nedeniyle Ölüm Tehlikesiyle Karşı Karşıya”, Atılım, Yıl:1, No:33, 22 Ekim 2021, s.20.

[7] Paulo Freire, Ezilenlerin Pedagojisi, çev: Erol Özbek-Dilek Hattatoğlu, Ayrıntı Yay., 1991.

[8] Devlet başkanları, siyasetçiler ve milyarderlerin gizli servetleri ve anlaşmaları ortaya çıktı. Uluslararası Araştırmacı Gazeteciler Konsorsiyumu (ICIJ) tarafından 117 ülkede 650 gazeteciyle birlikte incelenen Pandora Belgeleri, 35 mevcut ve eski ülke lideri ile 300’den fazla kamu çalışanının off-shore şirketleri ve hesaplarına dair detayları gözler önüne serdi. Pandora Belgeleri genellikle para ve diğer varlıkları gizlemek için kullanılan, sınırlar ötesine yayılan karmaşık şirket ağlarını ifşa ediyor. Bu nedenle ICIJ belgelerin “Pandora’nın kutusunu açacağını” düşündüğü için bu ismi verdi. Sızdırılan belgelerde dünya liderleri, siyasetçiler ve milyarderlere dair 12 milyon dosya ve belge bulunuyor. (“Pandora Belgeleri ‘Gizli’ Servetleri Ortaya Çıkardı”, 5 Ekim 2021… https://www.avrupademokrat.com/pandora-belgeleri-gizli-servetleri-ortaya-cikardi/)

[9] “263 Milyon İnsan ‘Aşırı Yoksullar’ Ordusuna Katılabilir”, 12 Nisan 2022… https://rojnameyanewroz3.com/yoksulluk-19514.html

[10] “Çeyrek Milyar İnsan 2022 Sonunda Aşırı Yoksullukla Karşı Karşıya”, 12 Nisan 2022… https://www.avrupademokrat.com/ceyrek-milyar-insan-2022-sonunda-asiri-yoksullukla-karsi-karsiya

[11] “BM’den Açlık Felaketi Uyarısı”, 30 Mart 2022… https://www.avrupademokrat.com/bmden-aclik-felaketi-uyarisi

[12] “35 Milyon Avrupalı Evini Yeterince Isıtamıyor”, 27 Kasım 2021… https://www.avrupademokrat.com/35-milyon-avrupali-evini-yeterince-isitamiyor/

[13] “İngiltere’de 2 Milyondan Fazla Yetişkin Geçen Ayın Bir Gününü Yemek Yemeden Geçirdi”, 9 Mayıs 2022… 9 Mayıs 2022… https://www.avrupademokrat.com/ingilterede-2-milyondan-fazla-yetiskin-gecen-ayin-bir-gununu-yemek-yemeden-gecirdi

[14] “Rapor: ABD’de Aşırı Doz Uyuşturucudan Ölenlerin Sayısında Rekor Artış ”, 11 Mayıs 2022… https://tr.euronews.com/2022/05/11/rapor-abd-de-as-r-doz-uyusturucudan-olenlerin-say-s-nda-rekor-art-s

[15] “Pentagon, 2023 Silahlanma Harcamaları İçin 813 Milyar Dolarlık Bütçe Talep Etti”, 9 Nisan 2022… https://www.avrupademokrat.com/pentagon-2023-silahlanma-harcamalari-icin-813-milyar-dolarlik-butce-talep-etti

[16] Orhan Bursalı, “33 Milyar Dolarlık Silah: ABD Küresel Savaşa mı Yöneliyor?”, Cumhuriyet, 2 Mayıs 2022, s.6.

[17] “Almanya Savunma Bütçesinde Rekor Artış”, 15 Mart 2022… https://www.avrupademokrat.com/almanya-savunma-butcesinde-rekor-artis/

[18] “İtalya’da Silah Harcamalarının Artırılması İstendi”, 1 Nisan 2022… https://www.avrupademokrat.com/italyada-silah-harcamalarinin-artirilmasi-istendi/

[19] “Bankaların Kârı Bir Yılda Yüzde 323 Arttı”, 30 Mart 2022… https://www.birgun.net/haber/bankalarin-kari-bir-yilda-yuzde-323-artti-382273

[20] “Doğan Holding İlk Çeyrekte 1.2 Milyar TL Kâr Açıkladı”, 11 Mayıs 2022… https://ilerihaber.org/icerik/dogan-holding-ilk-ceyrekte-12-milyar-tl-kar-acikladi-140386

[21] Uyandırma Servisi, 11 Mayıs 2022, Twitter, @uyanhadi_

[22] Ali Can Polat, “Emekli Açlık Sınırının Altında Aylık Alıyor”, Cumhuriyet, 26 Nisan 2022, s.11.

[23] “Halkın Yüzde 59’unun Geliri Giderini Karşılamıyor”, 3 Nisan 2022… https://www.avrupademokrat.com/halkin-yuzde-59unun-geliri-giderini-karsilamiyor

[24] “Türkiye’de Toplumun Yüzde 21’i Yoksul, Yüzde 63’ü Borçlu”, 6 Mayıs 2022… https://tr.armradio.am/2022/05/06/turkiyede-toplumun-yuzde-21i-yoksul-yuzde-63u-borclu/

[25] Duran Bülbül, “Türkiye Enflasyonda Lider”, Cumhuriyet, 9 Mayıs 2022, s.2.

[26] Mustafa Çakır, “Yurttaş Darda, Zengin Kârda”, Cumhuriyet, 10 Mayıs 2022, s.5.

[27] S. Deniz Yılmaz, “… ‘Anti-Depresan Çağı’nda Sosyal Devlet”, Cumhuriyet, 10 Mayıs 2022, s.2.

[28] “Milyonlar Borç, Sermayedarlar Sefa İçinde”, Atılım, Yıl:1, No:36, 12 Kasım 2021, s.7.

[29] “Türkiye Gelir Eşitsizliğinde Avrupa’da İlk Sırada”, Atılım, Yıl:8, No:463, 29 Ocak 2021, s.5.

[30] Percy Bysshe Shelley, Ateizmin Gerekliliği Aşk Üzerine Haklar Beyannamesi, çev: Yiğit Onat Ayaşlıoğlu, Ganzer Kitap, 2019

[31] Paulo Freire, Ezilenlerin Pedagojisi, çev: Erol Özbek-Dilek Hattatoğlu, Ayrıntı Yay., 1991, s.43.

[32] “Halkın büyük çoğunluğu için demokrasi ve halkı sömürenlerin ve ezenlerin zorla bastırılması, yani demokrasiden dışlanması, kapitalizmden komünizme geçişte demokrasinin geçirdiği değişimdir.” (V. İ. Lenin.)

[33] V. İ. Lenin, Proleter Devrim ve Dönek Kautsky, çev: Kenan Somer, Bilim ve Sosyalizm Yay., 2013.

[34] V. İ. Lenin, Marksizmin Bir Karikatürü ve Emperyalist Ekonomizm, çev: Yurdakul Fincancı, Sol Yay., 1979.

[35] V. İ. Lenin, Devlet ve İhtilal, çev: Kenan Somer, Bilim ve Sosyalizm Yay., 1989.

[36] Karl Marx, Aforizmalar/ Zincirlerimizden Başka Kaybedecek Neyimiz Var!/ çev: Peren Demirel, Zeplin Yay., 2014.

[37] Paulo Freire, Ezilenlerin Pedagojisi, çev: Erol Özbek-Dilek Hattatoğlu, Ayrıntı Yay., 1991, s.31.

[38] yage.

[39] yage.

[40] yage, s.25.

[41] Paulo Freire- Donaldo Macedo, Okuryazarlık, çev: Serap Ayhan, İmge Kitabevi, 2000, s.43.

[42] yage.

[43] yage, s.75.

[44] yage, s.22.

[45] yage, s.22.

[46] yage, s.29.

[47] yage.

[48] yage.

[49] V. İ. Lenin, Ne Yapmalı? Hareketimizin Canalıcı Sorunları, çev: Muzaffer Erdost, Sol Yay., 1968.

[50] “Kaynaşmış bir grup hâlinde, sarp ve zorlu bir yolda, birbirimizin ellerine sıkı sıkıya sarılmış olarak ilerliyoruz. Düşman tarafından her yandan sarılmış durumdayız ve bunların ateşi altında hemen hemen hiç durmadan ilerlemek zorundayız. Özgürce benimsediğimiz bir kararla, düşmanla savaşmak amacıyla daha başında kendimizi tek başına bir grup olarak ayırdığımız için ve uzlaşma yolu yerine mücadele yolunu seçmiş olduğumuz için, bizi suçlayan kimselerin bulunduğu yakınımızdaki bataklığa çekilmemek amacıyla birleşmiş bulunuyoruz.

Ve şimdi aramızdan bazıları şöyle bağırmaya başlıyorlar: ‘Gelin bataklığa gidelim!’ Ve onları ayıplamaya başladığımız zaman da, karşılıkları şu oluyor:

‘Ne geri insanlarsınız! Sizi daha iyi bir yola çağırma özgürlüğünü bize tanımamaktan utanmıyor musunuz?’ Evet beyler! Yalnızca bizi çağırmakta değil, istediğiniz yere, hatta bataklığa bile gitmekte özgürsünüz.

Aslında bize göre sizin gerçek yeriniz bataklıktır, oraya ulaşmanız için size her türlü yardımı yapmaya da hazırız. Yeter ki ellerimizi bırakın, yakamıza yapışmayın ve o büyük özgürlük sözcüğünü kirletmeyin, çünkü biz de dilediğimiz yere gitmekte ‘özgürüz’, yalnızca bataklığa karşı değil, yüzlerini bataklığa doğru çevirenlere karşı da savaşmakta özgürüz!” (V. İ. Lenin, Ne Yapmalı? Hareketimizin Canalıcı Sorunları, çev: Muzaffer Erdost, Sol Yay., 1968.)

[51] Aleksandra Kollontai, Marksizm ve Cinsel Devrim, çev: Aysem Göztok, Bilgi Yayınevi, 1974, s.71.

[52] Abel Paz, Halk Silahlanınca/ Durruti ve İspanya Anarşist Devrimi, çev: Gün Zileli, Kaos Yay., 2021.

[53] Mao Zedung, Seçme Eserler 1-2-3-4-5, Aydınlık Yay., 1976.

[54] V. İ. Lenin, Ne Yapmalı? Hareketimizin Canalıcı Sorunları, çev: Muzaffer Erdost, Sol Yay., 1968.

[55] Antonio Gramsci, Hapishane Defterleri, çev: Adnan Cemgil, Belge Yay., 2011, s.6.

[56] Deniz Yıldırım, “İttifaklar, Temsiller ve Adlandırmalar”, Cumhuriyet, 16 Şubat 2022, s.4.

[57] “Kemal Kılıçdaroğlu: Dikta Sandıkta Yenilecek”, Cumhuriyet, 29 Nisan 2022, s.15.

[58] “CHP Lideri Kılıçdaroğlu: Hiçbir Emperyal Güç Türkiye’yi Hizaya Sokamaz”, Sözcü, 27 Nisan 2021, s.4.

[59] Sefa Uyar, “Sancar: Ortak Aday Fikrine Açığız”, Cumhuriyet, 2 Şubat 2022, s.9.

[60] Türkiye İşçi Partisi (TİP) Genel Başkanı Erkan Baş, “Hedefimiz, üçüncü bir ittifak ile en az yüzde 3 oy alarak parlamentoda grup kurmak. HDP’ye bu yöndeki teklifimizi sunduk, cevap bekliyoruz… Millet İttifakı’nın cumhurbaşkanı adayının ilk turda kazanma ihtimali olursa destek veririz… Halk İttifakı, üçüncü ittifak ve onun içerisinde sosyalist bir kuvvet öne çıktıkça CHP’nin de ona göre bir Cumhurbaşkanı adayı belirleyeceğini düşünüyoruz. Önümüzdeki dönem parlamentosu bir nevi kurucu bir görev üstlenecek ve TİP, daha önce temsil edilmeyen kesimleri orada temsil edecek, hedefimiz bu. Önümüzdeki dönemin ana muhalefeti olmak istiyoruz. İttifak meselesinde sol içi bir tartışmaya girmeyeceğiz… İktidarın solcuları en çok vurduğu yer inanç ve ahlâk meselesi. Ama bizim kimseyi dini inancı sebebiyle dışlamamız veya parti üyeliğini engellememiz söz konusu olamaz. En basiti Konya örgütümüze bakalım, il binasının açılışına gittiğimde yaklaşık 50 üyemizin 20’sinin başörtülü kadınlardan oluştuğunu gördük.” (“Erkan Baş: Hedefimiz En Az Yüzde 3 Oy”, 10 Ocak 2022… https://siyasihaber6.org/erkan-bas-hedefimiz-en-az-yuzde-3-oy)

[61] Ruhat Mengi, “Erkan Baş: AKP Politikalarıyla Köklü Bir Hesaplaşma Şarttır”, Sözcü, 31 Aralık 2021, s.10.

[62] Ruhat Mengi, “Erkan Baş: AKP İktidarı Yıllardır Halka Hayal Satıyor”, Sözcü, 30 Aralık 2021, s.10.

[63] Veysi Sarısözen, “HDP Laiktir, Kamusalcıdır ve de Anti-Emperyalistir”, Yeni Yaşam, 2 Şubat 2022, s.10.

[64] “TKH: Ülkenin Sol Damarı Güçlenmelidir”, Cumhuriyet, 20 Ocak 2022, s.5.

[65] “HDP, Demokrasi İttifakı çağrısını tahakküm kurmadan, ön şart koymadan ve güçlü-güçsüz ayrımı yapmadan bütün sol, sosyalist, demokrat çevrelere yaptı. (Veli Saçılık, “Birlik-Dirlik”, Yeni Yaşam, 24 Ocak 2022, s.10.) Ya sonrası? “Radikal demokrasi” dayatması vb’leri!

“Bugün Kürt hareketi aşağıdan yukarıya siyasi etkide bulunmanın en önemli mecrası. Kürt dinamizmiyle Türkiye halkının demokratikleşme dinamizmini ayrıştıran değil, yan yana getiren eğilimlerin güçlenmesi, büyük bir fırsat. Bu fırsatı kullanmalıyız.” (Nezahat Doğan, “Ferda Koç: Sokağa Çıkanların Kazanacağı Kesin”, Yeni Yaşam, 17 Ocak 2022, s.6.) Bir “fırsat” mı? Ya anti-emperyalizm? Vb’leri…

[66] Ergin Yıldızoğlu, “… ‘Sol’ ve Seçimler Sorunu”, Cumhuriyet, 20 Ocak 2022, s.9.

[67] İbrahim Kaypakkaya, Bütün Yazıları, Umut Yay., 1992.

[68] İbni Haldun, Coğrafya Kaderdir, Hazırlayan: Mesud Topal, Destek Yay., 2021.

[69] Hazal Ocak, “Komünist Başkan Fatih Mehmet Maçoğlu: Devrimden Kaçış Yok”, Cumhuriyet Pazar, 9 Mayıs 2021, s.5.

[70] Gyorgi Lukács, Lenin’in Düşüncesi/ Devrimin Güncelliği, çev: Ragıp Zarakolu, Belge Yay. 1998, s.9.

[71] “Bir halkın ayaklanması ve halkın devrimi sadece doğal değil, kaçınılmazdır.”

“Devrim, bir ayaklanmadır, bir sınıfın başka bir sınıfı devirdiği bir şiddet hareketidir.”

“Düşmanın bize saldırıda bulunmaması kötü bir şeydir, çünkü bu durum hâliyle bizim düşmanla birlik olduğumuzu gösterir. Düşmanın saldırısına uğrarsak iyi bir şeydir, çünkü bu durum bizim düşmanla kendi aramıza kesin bir sınır çizdiğimizi ispatlar. Ve eğer düşman, bizi en karanlık bir şekilde tanımlayıp bütün yaptıklarımızı yererek şiddetle saldırırsa daha da iyidir. Çünkü bu durum, yalnızca düşmanla aramıza kesin bir sınır çizdiğimizi göstermekle kalmaz, aynı zamanda çalışmalarımızda olağanüstü başarılar kazandığımızı ispatlar.” (Mao Zedung, Mayıs 1939.)

[72] “Devrim ne önderler tarafından halk için, ne de halk tarafından önderler için yapılır. Devrim, halkın ve önderlerin sarsılmaz bir dayanışma içinde birlikte hareket etmeleriyle gerçekleştirilir.” (Paulo Freire, Ezilenlerin Pedagojisi, çev: Erol Özbek-Dilek Hattatoğlu, Ayrıntı Yay., 1991, s.43.)

[73] “Eğer bir düşman size zarar verirse ve siz ağlarsanız, o zaman aptalsınız çünkü düşmanlığın amacı zaten size zarar vermektir.” (Antonio Gramsci.)

[74] Paulo Freire, Özgürlüğün Pedagojisi-Etik Demokrasi ve Medeni Cesaret, çev: Gülden Kurt, Yordam Kitap, 2019, s.66.

[75] Paulo Freire, Ezilenlerin Pedagojisi, çev: Erol Özbek-Dilek Hattatoğlu, Ayrıntı Yay., 1991.

[76] Franco Lombardi, Antonio Gramsci’nin Marksist Pedagojisi, çev: Sibel Özbudun-Başak Ekmen, Ütopya Yay., 2000.