Temel DEMİRER

Temel DEMİRER

12 Kasım 2024 Salı

Giden(ler)imiz ve özleyecek(ler)imiz[*]

0

BEĞENDİM

ABONE OL

Temel DEMİRER

“Ölmek için çok genç,

yaşamak için fazla telaşlıydık.”[1]

Giden(ler)imizin ardından yazmak gerçekten de çok zor. Hem de o(nlar) yüreğinizin bir parçasıysa eğer, yazmak daha zordur; William Shakespeare’in, “En ölümcül sürgün, sevdiklerinizden ayrı kalmaktır,” deyişinde dile getirdiği üzere.

“Yeryüzünde söylenmemiş söz yoktur,” deseler de, ayrılık için daha söylenecek çok şey vardır, olacaktır. Örneğin ayrılığın sevdaya dâhil olması ya da ayrılık üzerine yazılanların hepsi doğrudur…

Gidenler dönmez; gelenler de yetmezken; gideceği hiç düşünülmeyen(ler), istenilmeyen(ler), müthiş özlenir!

O(nlar) geride birçok şey bıraksa da, daima çok şeyler götürür; ayrılığın acılarına ilişkin ne söyleniyorsa doğru ama yetersizdir.

“Ölüm ile ayrılığı tartmışlar 50 dirhem fazla gelmiş” denir ayrılık için, bu doğrudur. Ayrılıkla bir şeyler yıkılır, kırılır dökülür, parçalanır insanın ruhunda…

Acıklı şeydir o ve Ahmet Telli’ye göre, “Susuşların birbirine eklendiği yerde” başlayan savruluştur.

Bu konuda “Partir c’est mourir un peu/ Her ayrılık biraz ölmektir,” der Fransızlar. Haksız da değildirler. Her ayrılık biraz ölmektir; çünkü her yitirilenle bir parça eksilir senden.

Reşat Nuri Gültekin’e göre, “İnsan, yaşadığı yerlerde beraber bulunduğu insanlara görünmez ince tellerle bağlanırmış; ayrılık vaktinde bu bağlar gerilmeye, kopan keman telleri gibi acı sesler çıkarmaya başlarmış.”

Oruç Aruoba’nın tanımıyla, “Özlem, batmış ama aydınlığı hâlâ süren güneş gibidir… Bomboş bir varlık ve dopdolu bir yokluktur.”

Ümit Yaşar Oğuzcan’a göre de, “Ayrılık diye bir şey yok. Bu bizim yalanımız. Sevmek var aslında, özlemek var.”

Bu konuda ayrılığı sevdaya dâhil eden Attila İlhan’ı, “Ayrılanlar hâlâ sevgili” dizesini de unutmamalı…

Özlem; göğüs kafesiyle burun ucuna yerleşen, insanın burnunun direğini sızlatan, nefesini kesen bir denklem.

Ömrümüz ayrılıklar toplamıdır; ve ayrılık varsa özlem de vardır elbet.

Malûm, özlediğin göremediğindir; gidip görmek istediğindir; Ümit Yaşar Oğuzcan’a, “Ne zaman elime bir kalem alsam, sana seslenmek geliyor içimden,” dedirtendir.

Bir kimseyi bir daha görme, ona kavuşma isteği ve duygusu olarak; Nâzım Hikmet’e, “Azı çoğu olmaz, ağırdır işte…” dedirten özlem, uzaktaki yakınlığın acısıdır.

Bir daha yaşanamayacak olanın kederidir; tarif edilmesi güç, yoğun bir duygudur.

Özlemin en katmerlisi -elbette bir “son” olmayan!- ölüme ait olandır…

Ölüm… dedim; bu konuda Friedrich Nietzsche, “İnsan ölümü nasıl karşılayacağına karar vermek zorundadır.” “Ölümsüzlüğün bedeli oldukça fazla olur. Bunun karşılığı olarak birçok kez ölür henüz yaşarken insan…”

Bertolt Brecht, “İnsan, ancak onu düşünen hiç kimse kalmadığı zaman gerçekten ölür…”

Honoré de Balzac, “Şan, ölülerin güneşidir.” “Ölüleri ararken, ben yaşayanlardan başka bir şey göremiyorum…”

William Shakespeare, “Korkaklar, ölümlerinden önce birçok kez ölürler; cesurlar ise ölümün tadına asla bakmazlar,”[2] derlerken; bunlardan “Neden mi söz ettim”?

Giden(ler)imiz ve özleyecek(ler)imiz için…

* * * * *

Tiyatronun, sinemanın, özellikle de seslendirmenin eşsiz sanatçılarından Altan Karındaş ile Nusret Çetinel’i kaybettik…

Kaleme aldığı 27 Mart (2009) Tiyatro Ulusal Bildirisi’nde, “Ben bir tiyatro oyuncusuyum. Bütün dünyam tiyatrodur. Gücümü sahne ışıklarından alırım. Ben bir sahne işçisiyim, bir ağır işçi. İşim gereği gece-gündüz çalışırım; buradan sizlere en güzel, en doğru, en çağdaş ve gerçekçi bir oyunla ulaşmak için. Bir oyun, bir oyun daha, bir oyun daha!” diye haykıran ve “Sahne albenisi büyüleyiciydi”[3] dedirten Nedret Güvenç kendi deyişiyle, “47 sezon boyunca hiç ara vermeden” tiyatromuza emek vermiş bir sahne sanatçısıydı.

‘Boş Beşik’, ‘Alcectis’, ‘Beyaz Güvercin’, ‘Cyrano de Bergerac’, ‘Rüya Gibi’, ‘Tartuffe’, ‘Therese Raquin’, ‘İhtiras Tramvayı’, ‘Hile ve Sevgi’, ‘Macbeth’, ‘Eski Şarkı’, ‘Suların Altındaki Yol’, ‘Evcilik Oyunu’, ‘Kuru Gürültü’, ‘Yarış Bitti’, ‘Bozuk Düzen’, ‘Bir Kış Masalı’, ‘Vişne Bahçesi’, ‘Genç Osman, ‘Masum Irene’, ‘Kanlı Düğün’, ‘Kralın Kısrağı’, ‘Ya Devlet Başa Ya Kuzgun Leşe’, ‘Hırçın Kız’, ‘Günden Geceye’, ‘Aşk Mektupları’ gibi 200’den fazla oyunda oynadı ve geçenlerde bizi bırakıp gitti.

Tiyatronun hayatın ta kendisi olduğunu gösteren bir bakış açısıyla, “Dram sanatı insanı eşiklerde sınar!” diyen Sevda Şener’i de 2014’de kaybettik.

Tıpkı 18 Mayıs 2021’de yitirdiğimiz Erol Keskin gibi; “Bir usta sanatçı, bir bilge insan”[4] olarak nitelenen Onun oyunculuk dünyası derin bir denizdi…

Ve tiyatromuzun “Rönesans İnsanı”[5] Özdemir Nutku’nun ardından; daha geçenlerde 56 yaşında kaybettiğimiz eleştirel politik mizahın önemli isimlerinden Turgay Yıldız’ı yitirmek ne kadar da acıydı; politik mizah öksüz kaldı (mı?)

Sonra da -geleneksel Türk(iye) Tiyatrosu’nun en önemli simgelerinden- ‘Kavuk’lulardan Rasim Öztekin.

O kavuklu’ydu. Hiciv geleneğinin madalyası sayılan kavuk’un emanetçisiydi.

Dalkavuk olmanın çok kolay olduğu coğrafyamızda kavuklu olmak zordur. Çünkü kavuk liyakattır.

Oynadığı her rolü kendine yakıştıran, karakterin sözünü kendi sözü yapan tuluat sanatının ustalarının O, geleneksel olanı günümüzle bağdaştıranlardandı.

Ferhan Şensoy’un Ortaoyuncular topluluğunda tiyatro sanatçılığına profesyonel olarak başlayıp; 2016’da Kel Hasan Efendi’nin kavuğunu, Ferhan Şensoy’dan alıp, 20 Eylül 2020’de Şevket Çoruh’a devretti.

Sonra ardından da 8 Mart 2021’de, “Güle güle Bob Marley Faruk” dedirterek çekip gitti.

Ve Ferhan Şensoy…

Ardından dillendirilen onca itiraz ve tezvirata rağmen; Ferhan Şensoy, karanlık güçlerin susturmak için Şan Tiyatrosu’nu yaktıkları kişiydi…

Hatırlayın: Daha yangın devam ederken Valiliğin resmi açıklaması yangının elektrik kontağından çıktığı şekildeydi. Ama koca tiyatro salonunun bir anda yanıp kül olmasına elektrik kontağının neden olması mümkün değildi. Tehditler nedeniyle tiyatroya verilen koruma polisleri kısa süre önce değiştirilmiş, yerlerine oyunculara düşman gibi bakan tipler gelmişti. Yangın elektrik kontağından diye konu kapatıldı ama herkes gerçeğin farklı olduğunu biliyordu; tiyatroyu Ferhan Şensoy’un oyunlarından rahatsız olanların yaktığı açıktı…

Orhan Aydın’ın, “Tiyatromuz canını, sevinçli aklını, ruhunu kaybetti” notunu düştüğü O yaşamı boyunca birilerini hep rahatsız etti…

2021’in Haziran’ındaki röportajında “Şahları da Vururlar’ı yeniden oynamak istiyorum. İçimde ukde kaldı,”[6] diyen O, muhteşem bir zekâ, gerçek bir Don Kişot’tu.

Külyutmaz mizahıyla, tiyatronun dağarcığının gelişmesine unutulmaz katkıları olmuştu.

Özgür mizahıyla mesajını veren Ferhan Şensoy Haldun Taner’den el aldığı Kabare Tiyatrosu yapısını “Ferhanca” üslubuyla geliştirdi, yetkinleştirdi. Sadece bir tiyatrocu değildi; “Şimdi herkesin elinde bir cep telefonu, ‘selfie çekebilir miyiz?’ manyaklığı. Ben de Sait Faik gibi ismi bilinen, cismi bilinmeyen bir yazar olmak isterdim,”[7] diyen bir yazardı; muhalifti de.

O da kavuk’lulardandı…

Türk(iye) tiyatrosunun en komik oyuncusu nişanesi olan Kavuk, Kel Hasan Efendi’nindi. Kel Hasan Efendi, Kavuk’u ilk olarak kendi öğrencisi de olan İsmail Dümbüllü’ye vermişti.

İsmail Dümbüllü ise 1968 yılında yeteneğinin nişanesi olarak düzenlenen bir törenle Kavuk’u Münir Özkul’a devretmişti.

Usta isim yaklaşık 21 yıl Kavuk’u taşıdı. O süre zarfında birçok filmde insanları güldürdü, ağlattı, düşündürdü, duygulandırdı. 1989 yılında ise Kavuk’u Ferhan Şensoy’a devretti.

Ferhan Şensoy, İsmail Dümbüllü’nün Münir Özkul’a devrettiği, bir geleneğin de sembolü olan Hasan Efendi’nin kavuğunu, usta oyuncu Rasim Öztekin’e devretmişti.

O müthiş zenginliğiyle Ferhan Şensoy’un bir tek kişi olmadığını nasıl anlatmalı? Onun aslında Kel Hasan, Naşit, İsmail Dümbüllü, Münir Özkul, Nejat Uygur, Erol Günaydın ve Gazanfer Özcan olduğunu nasıl anlatmalı?

* * * * *

Gidenler(imiz) biz(ler)e Anton Çehov’un, “Her şey basit olmalıdır. Tümüyle basit. Teatral, olmamaktır esas olan,” uyarısını ve tiyatronun çoğul bir sanat olduğunu, kalabalıklarla yapıldığını/ izlendiğini, iş bu nedenle de halka ait olduğunu anımsattılar.

Tekilliğ(imiz)e değil, çoğulluğ(umuz)a vurgu yaptılar.

Beşerî keşiflerin en büyüğünün ya da sanat biçimlerindeki en büyük çoğulluğun tiyatro olduğunun altını çizdiler ısrarla…

Kolay mı? Sosyolojinin sahne hâlidir tiyatro; özgür, sınırları olmayan sanattır. Tabiri caiz ise tiyatro, insanlığın rahmidir.

Veya Haluk Bilginer’in ifadesiyle, “Tiyatro insanda anı bırakır. Fotoğrafı veya videosu yoktur. Sadece anısı vardır, ama unutmazsınız. İlk öpüşmeniz gibi. İlk öpüşmenizin de fotoğrafı yoktur ama unutamazsınız.”

Kolay mı? Yaşam, sürekli değişen, benzerlikleri olabilen ama yinelenmeyen bir tiyatro sahnesiyken o, söze can katar; sözü görüntüye, düşünceyi eyleme çevirip bağ kurar.

Öğretici, besleyici bir kaynak ve çok etkin bir sanat dalıdır. Eğitir, geliştirir insanı, dünyasının sınırlarını genişletir. Kendimizi görme imkânı verir. Bir nevi arınmadır, bir eğitimdir. Bir eşleşmedir.

Tiyatro insandan insana doğrudan iletişimdir. Araya elektronik ya da mekanik bir aygıt girmeyen insani bir iletişimdir; bir barometredir.

Bu özellikleri (ve daha da fazlasıyla) “Tiyatro… Hoş bir hayal galerisidir,” der Hermann Hesse…

Sonra da ekler Sait Faik Abasıyanık: “Tiyatro demek, kardeşlik demektir.”

* * * * *

Federico García Lorca’nın, “Tiyatrosunu destekleyip cesaretlendirmeyen bir ulus, eğer ölmemişse, ölmek üzeredir; tıpkı toplumsal ve tarihsel nabzı, halkının dramını, tinsel ve doğal manzaranın gerçek rengini kahkaha ve gözyaşlarıyla yakalayamayan bir tiyatronun kendine tiyatro demeye hakkı olmadığı, bunun sadece bir oyalanma mekânından ibaret olduğu gibi,” vurgusu eşliğinde özetlersek:

Gidenler(imiz), özleyecek(ler)imiz çok önemlidir. Çünkü Onlar biz(ler)e William Shakespeare’in ‘Hamlet’e söylettiği “Doğduğu gün de bugün de tiyatronun asıl amacı nedir? Dünyaya bir ayna tutmak, iyilerin iyiliklerini, kötülerin kötülüklerini göstermek, çağımızın ne olup ne olmadığını ortaya koymak,”[8] sözünün hayat bulmuş ölümsüz hâl(ler)idir.

5 Eylül 2021, 19:12:54, Çeşme Köyü.

N O T L A R

[*] Kaldıraç, No:244. Kasım 2021… İnsancıl Dergisi, Yıl:32, No:376, Kasım 2021…

[1] Lev Nikolayeviç Tolstoy.

[2] William Shakespeare, Julius Caesar, çev: Sabahattin Eyüpoğlu, Türkiye İş Bankası Kültür Yay., 2019.

[3] Ayşegül Yüksel, “Nedret Güvenç: Görüntüsü, Sesi ve Seslenişliyle Güzel”, Cumhuriyet, 3 Ağustos 2021, s.13.

[4] Dikmen Gürün, “Bir Usta Sanatçı, Bir Bilge İnsan: Erol Keskin”, Cumhuriyet, 20 Mayıs 2021, s.13.

[5] Erdal Sevinçli, “Özdemir Nutku: Tiyatromuzun Rönesans İnsanı”, Cumhuriyet Kitap, No:1623, 25 Mart 2021, s.14.

[6] https://www.milliyet.com.tr/cadde/galeri/ferhan-sensoy-icimde-ukde-kaldi-demisti-6587265

[7] https://www.gazeteduvar.com.tr/ferhan-sensoyun-vasiyeti-bi-cicek-cizelim-haber-1533406

[8] William Shakespeare, Hamlet, çev: Sabahattin Eyüpoğlu, Türkiye İş Bankası Kültür Yay., 2008.