11 Ağustos 2023 Cuma
(1)
Sevgilim
bir kaşı eğik bursa
ikindisiydin sen
(Ahmet Uysal)
Hölderlin, “insan yeryüzünde şairane mukimdir” der. Yani hayat bir şiirdir aslında ucu sonu belli buna layık olmak isteyen bir insan gibi, şair dili ile bu yaşamı dokur. Yani onu alelade olmaktan çıkartır yeniden kurar ona yeni bir mana katar. Kuru toprağı işlemek mümbit hale getirmek gibi bir şey bu…
Ahmet Uysal’ı seviyorum. Bana hep yakın bir şair gelmiştir. Yakınlık cismani hale de gelmiştir. Ölümünden kısa bir süre önce şiirlerinden tanıdığım Ustayla en son katıldığı kitap fuarı Bursa’da karşılaşmamızda vesile olmuştu. Bir kitabını imza için uzattığımda (Acının Gümüşü) başka bir tanesini de hediye olarak sunmuştu bana (Eylül Ebruları)…
Bursa’ya emeği geçmiş bir eğitimci idi. Bursa’da görev yaptığı sırada da bir edebiyat dergisi (Düşlem) çıkarmış çocuk kitapları yazmış değerli bir şair ve yazardı. Kendisini hem de yazdıklarım dolayısıyla ismen tanıyordum. Böyle bir ustayla karşılaşmışım, daha büyük mutluluk olabilir miydi benim için…
Hem sevdiğim hem beni iten bir tarafı vardır fuar salonlarının. Şimdi biraz frenk işi yani kibarca olsun diye herhalde stant diye adlandırılan sergilerden birinin önünde karşılaştık. Sanırım benim gibi bir yeri arıyordu, “Aman Hocam sakın bana sormayın ben de karıştırıyorum” demiştim de gülmüştü.
Bursa… Vefasız bir şehir. Haykırsan sesin işitilmez başka bir şehirde olsan nefesin duyulur falan derler. Sanırım o öteki şehir olsa olsa İstanbul olsa gerek. Taşralılık İstanbul dışındaki mütefekkirin en umumi kaderi… Bunu hala kıramamışız. Nasıl kırılsın ki metamorfoz her yıl tersine işleyen bir saati gibi memleketin. “Müsademe-i efkârdan barika-i hakikat doğar” demiş ya Namık Kemal. Yani gerçeğin şimşeği düşüncelerin çatışmasından doğar. Bırakın bu fikri bile benimseyemedik ve hakkını veremedik bir türlü… Bir başlangıcı mutlaka olması gerekliyken takılıp kalmışız halbuki ve o muammalı kaseti geri sarıp durmuyor muyuz?
yağmur: güz görümlüğüdür orada.
kadınlar: böğürtlen kokusuna bürünmüştür.
mahfel: şiir sözlüğü yazdığım mekândır.
güzaltı: şiir avlusudur.
bursa: aşk yerine geçen şehirdir.
çekirge:ebruli bir gömlektir.
maksem: orada söz yağmur olur.
sevgili: dağın öte yüzüdür.
sokaklar: ömrümü çelmiştir.
Bursa’yı Bursa yapan kaç şair kaç şiir vardır ki. Voltaire’i büyük bir mürşit sayan yaşadığı ve dünyaya hediye ettiği kent hala kendi adıyla anılır. Ona sunulan büyük bir vefakârlık ve saygı misali. Ya bizde. Bir taş parçasına kazılı bir iz bile yoktur. Oysa hayatı ebedi kılan ve balkıyan o şehrengizvari dizeler varken… Hala eksik tarafının iliklerine kadar işlediği bu sebeple varlığından yokluğundan şüphe duyarak sahiplendiğimiz geçmiş… Onu yarına taşıyacak kitapların o bir çiçek gibi sararıp solan yapraklarında mı saklanmalı? O zaman bundan dolayı ne diye müştekiyiz ne diye sızlanıp duruyoruz ki. Artık ne zaman şehirde dolaşsam bir şiir dizesi takılıp kalıyor aklıma eski zamandan…
Şehrini arayan bir nehirdim
Arar gibi eski bir sevgiliyi
Her yanım toprak, tuz ve kum
Köpüğü dağılmış bozkırda
Çoktan unutmuş çıktığı vadiyi
Şehir şiir olmadan hangi yüreği titretir. Setbaşı, Yeşil, Tahtakale… Bir mahal hüviyeti olmaktan öte kaç mana ifade ederdi ki. İşte Ahmet Uysal Bursa için böyledir. O Bursa’yı yeniden ören bir yürek işçisi gibi. Adı ve yüzü taşlardan oyulmasa da o yüreği ve şiiri ile ebedi belleğimizde.
ömrümü çelmeseydi bursa
unuturdum o sokakları
kalmazdı kaçamak günlerden
bu ıslak gül kokusu da
ısırılmış elmaların tadı
gizli sıyrıklar dudağımda
dolaşıp durmazdı ürpertisi
sularda, kuruyan otlarda
rüzgârlı taş avlular, serin
çınar gölgeleri aramazdım
göçü yıktığım şehirlerde
bir orman kadar ıssızdım
bursa’yı sevdim ya, sanki
kırgın bir aşk acısıyla
sürüklenip gidiyorum
yırmi yıldır oradan oraya
yağmurlu bir güz akşamı
dönecekmiş gibi bursa’ya
(2)
Güz geldi ah, güle ne söylesem
Sana ne söylesem ömrüm
Toparlan, kanınla katıl haydi,
Kalan ömrünle, kanayan yanınla
Bir yoğunluğa koy günlerini
Şair hiç kamelyalı şiir yazmamış kamelyalı şarkı yok. Bir kaç ad bilirim kamelyaya ilişkin adını ondan alan. Alexander Dumas Fils tarafından yazılan Kamelyalı Kadın adlı bir roman, bir de aynı romandan uyarlanmış film: Ünlü aktrist Greta Garbo ile Hollywood jönlerinden Robert Taylor oynuyordu. Verdi’nin bir bestesi bu romandan esinlenilerek yaratılmış. Namık Kemal’in İntibah romanı da Kamelyalı Kadın’ın etkisinde yazılmış… Gül öyle mi ki; ad olmuş, büyük ve doğurgan aşklara timsal. Çiçek ve edebiyat denince nerdeyse o akla geliyor. İranlı şair Furuğ Ferruhzad;
kızıl bir gül sürgün vermekte
kızıl gül
kızıl
bir bayrak gibi
ayaklanmada
Ah, ben gebeyim, gebeyim, gebe
diyor bir şiirde…
Kamelya ise bir çay türevi, çay bitkisinin tek çiçek vereni, bütün çaylar gibi yediveren. Kışın genelde açmayan bildiğimiz gülün boşluğunu dolduruyor. Lakin gül narin, tutkulu aşkın sembolü olduğu kadar yazların ve güneşin de habercisi. Ama devrimci şiirimizin bizde en uygun düşen paylaşılan çiçeği başka, tıpkı Adnan Yücel’in bir şiirinde belirttiği gibi:
Adı karanfil ki suçu rengidir
Özgürlük dilinde bir imge
Tutsaklık dilinde bir söylencedir
Karanlıkta bir el koparır dalından
Artık ölüme varmış bir işkencedir
Bursa’da bir meydan (Altıparmak) kerameti kendinden menkul, mütedeyyin belediyece yaza doğru kırmızı kamelyalarca donatılmış. Hani şu ara verdikleri Osmanlı’ya bir savurganlık ve şatafat devri olarak kullanılmış ya, bana lalelerden sonra yeni bir dönem çiçeği mi diye sordurtmadan edemiyor. Hayal tüccarları hayalet olasınız, kamelyaları da gayelerinize alet edecektiniz sonunda. Pes doğrusu yani bravo size!..
artık gizlisi kalmadı arka bahçemin
ele verdim saklı orman yolumu
yaşlı kadınlara dağıttım
kurutulmuş otlarımı da
genç şairlere gönderdim, kırk yıldır
biriktirdiğim rüzgârları
seksen öncesi, sonrası,
ben hep bir kırgınlığı yazdım
nasıl olsa bilirdi büyük ustalar,
yalnızca gül alıp satmadığını bir şairin
(Ahmet Uysal, Güzaltı Şiirler)