12 Kasım 2024 Salı
Sibel ÖZBUDUN
“Mermerden bir elin
mermerden bir kumaşı
tutabilmesidir sanat.”[1]
Üzerimizdeki emeğinin inkârı mümkün olmayan Cengiz Gündoğdu Hoca(mız)dan çok şey öğrendik, hâlâ da öğreniyoruz;[2] ‘Marksist Sanat Yazında Gerçekçilik’[3] çalışması da öyle oldu bizim için: öğretici…
Kolay mı? O, “Materyalizm, doğa bilimleriyle tam bir uyum hâlinde, maddeyi bir ilk veri, bilinç, düşünce ve duyumu ise ikincil veri olarak kabul eder,”[4] diyen Marksist bir entelektüeldir.
“Tarih Düşüncelerin Sıralanması Değildir” (s.17) uyarısıyla ve “Bilgide Pratiğin Ölçütü” (s.15) vurgusuyla; “Özgürlük ve Zorunluluk” (s.16) diyalektiğini atlamadan; “Materyalist Tarih Felsefesi”nin (s.17), “Marx’ın Yolu”nda (s.16), “Marksist Yazın İçin Önkoşullar”ı (s.11) sergiliyor yapıtında…
Hem de bir alay önyargıyı, yanılgıları yerle yeksan ederek…
Karl Marx’ın, “Beş duyunun oluşması, tüm geçmiş tarihin işidir,” ifadesinden hareketle burjuva uygarlığının estetik anlayışına meydan okuyan Cengiz Gündoğdu’nun estetik anlayışı, sanat yapıtlarında güzel olanı belirlemenin ötesinde, estetiğin insandan koparılmasına “Hayır” demektir; Ona göre, sanat yansıtmadır; “Sanat, kendisinin dışında var olan gerçekliği, kendine özgü bir tarzda yansıtır ve yorumlar.”
“Sanatın Kökeni” (s.20), “Sanatta Nesne-Özne Diyalektiği” (s.29), “Sanatta Öz”ü (s.120) derinliğine irdeleyen yazar “Güzel Zordur” (s.123) diyerek, “Neden Bilimsel Maddeci Estetik” (s.37) diye sorar…
Bu kapsamda “Estetiğin temel amacı, insanı estetik özne yapmaktır… İnsandan koparılan estetiği, insana vermek”ken; “Güzellik bir yapıtın bir parçası değildir. Güzellik bir yapıtın bütünüdür,” diye ekler.
Onun için sanattaki yansıtma, nesnel gerçekliğin tıpatıp kopyası değildir. Nesnel gerçekliğin bilince yansısı, sanatçının öznelinden geçerek dışsallaşır… Öznelinden geçip dışsallaşan bu yansıtmaya, kendi öznelliğini (özgün biçimini, içeriğini, yorumunu…) katar sanatçı. Böylece, nesnel gerçekliğin karşısına, çeşitli biçimlerle, çeşitli imgelerle estetik bir yaratı koyar.
Marksist felsefe ışığında sanatsal estetiğe ömrünü veren gerçekçiliğiyle “Güzellik bir yapıtın bütünüdür,” diyen Ona göre, sanat yapıtlarının güzelliği bir bütündür. Sözgelişi bir romanın şurası güzel, burası güzel olmaz. Şiir için, öykü için, resim için, yontu için geçerlidir bütünsellik ilkesi…
Sanat yapıtları gerçekliğin bilgisini göstermek; insancıl duyarlılığı geliştirmek; estetik haz vermek; insanı deneyimli kılmak; insanda estetik bilinç oluşturmak ile mükelleftir; öte yandan gerçekçi estetik insan(lık)ı tarihsel bağlamda geçmişi, bugünü ve geleceğiyle kavrar.
“Gerçekçiliğin Temel İlkeleri” (s.58) ile “Gerçekçilik Üstüne Not”larını (s.108) “Sanatta Star Sistemi” (s.71) eleştirisiyle net biçimde ortaya koyan Ona göre, yazarın, sanatçının derin bir insan sevgisinin olması gerekir. “İnsanı sevmezseniz insana nefretle bakarsanız, iyi bir yazar olamazsınız.” Yani insan(lık) sevgisi, gerçekçi yazarların, sanatçıların temel özelliğidir onun için; Cengiz Gündoğdu’nun yazın dünyasına en önemli katkılarından biri de, Sanatta Star Sistemi’nin işleyişini, ekonomi politiğini sergilemiş olmasıdır; bu katkı, onun eleştiri anlayışının temelini oluşturur.
* * * * *
Mehmed Uzun’un, “Kan ancak adalet duygusu insani ve vicdani yaklaşımla yıkanabilir temizlenebilir. Adalet anlayışının insani vicdani duyguların kaynağı da edebiyattır. Edebiyat insanların birbirlerini daha iyi anlamalarının yolu kültürlerin birlikteliğinin vazgeçilmez köprüsüdür,” notunu düştüğü sanatta, Cengiz Gündoğdu yazmakla yaşamak arasında ayrım yapmaz.
Tam da bunun için Karl Marx’ın öğrencisi, bir Marksist entelektüel olarak, ekonomi-politik ilişkilerin sınıf mücadeleleri tarihi çerçevesinde, ücretli kölelik sistemi kapitalizmin nasıl işlediğini öncesi ve bağıntıları ile çözümleyip, burjuva ile proletarya arasındaki antagonistik mücadeleyi -tarihsel materyalist bakışla- sergiler.
Toplumsal tarihten ayrı bir sanat tarihi anlayışını kesinlikle reddederek; iktisadi-siyasal bağlama yeniden oturtulan sanatın, estetiğin “ne”liği üzerine kafa yorar, yanıtlar arar.
Bunun için de kapitalist üretim tarzında meta ve sanatın metalaşmasına sıkça değinirken; metalaşma terimini çok geniş anlamda “Sanatta Star Sistemi” bağlamında kullanır; sanatçının yaratıcı çalışmasının hangi sınıf ya da toplumsal grubun bakış açısını yansıttığının önemine dikkat çeker.
Bunlar böyle olunca “Marksist sanat kuramı”nı konuşmak Cengiz Gündoğdu için doğal olarak “Marksizm üzerine yeniden düşünmeyi” de beraberinde getirir. Ancak yanlış anlamaları baştan engellemek için “Marksizm üzerine yeniden düşünmenin” kesinlikle yeni bir Marksizm iddiasıyla bir ilişkisi olmadığını belirtmeliyiz.
Onun dikkat çekmek istediği şey: Marksizm’in kültür, sanat, tarih, politika, ekonomi, felsefe vs. gibi ayrı kuramların aritmetik toplamı değil; organik bir bütünü olması yanında; nihai kertede kapitalizmin sanatın düşmanı olduğu; “sanat”ın (ve muhtelif dallarının) toplumsal ve ekonomik olan ile iç içe geçmişliğidir.
Bu kapsamda insan(lık)ın toplumsal ve tarihsel gerçekliğine mündemiç materyalist analizleriyle sanatın sınıfsal/ ideolojik niteliğinin Marksist estetikte önemli bir yer tuttuğunun; sanat ile politik mücadele alanının birbirinden tümüyle soyutlanamayacağının altını ısrarla çizer.
Tam da bu yolla, “Marksist sanatın temel amacı nedir?” sorusunu yanıtlar.
* * * * *
Toparlarsak: Walter Benjamin’in, “Sanatın görevi, ancak daha sonraki bir gelecekte tam olarak doyum sağlayabilecek bir istemi, bir beklentiyi yaratmaktır”; Martin Heidegger’in, “Güzellik, ‘hakikât’in varoluş çeşitlerinden biridir”; Theodor Wisegrund Adorno’nun, “Bir sanat yapıtı, içinde doğduğu toplumun tüm yapısal özellikleriyle meydana getirilmişse ciddi ve tutarlıdır”. “Sanat, çağın duyarlılığı için bir meydan okumadır”; György Lukacs’ın, “Her sanatsal eylemin ardında şu soru gizlidir: Bu dünya ne ölçüde gerçekten insanın olan bir dünyadır ve insanoğlu bu dünyayı ne ölçüde insanlığına yaraşan bir dünya olarak onaylayabilir?” notunu düştükleri sanat bir yansıtma kuramı olduğuna göre, toplumdaki gerçeklerden kaçınması, taraf olmaması mümkün değildir. Sanatçı toplumda ne yaşanıyorsa olduğu gibi aksettirmeli; ayıp, çirkin, iğrenç gibi bakış açısıyla gerçekleri örtbas etmeye kalkışmamalı ve gerçeği yansıtmalıdır. Yani sanatçı gerçek durumu bütün çıplaklığı ile okuyucunun gözünün önüne sermelidir.
Bunu böyle deyince, “XX. yüzyıl ortasında, Lunaçarski, Jdanov ve Stalin’den sonra, bir Sovyet bürokratına ‘sosyalist sanat/estetik nedir?’ diye sorulsa alınacak cevap aşağı yukarı şu olurdu: ‘Sınıf propagandası ve devrimci didaktizm’; ‘sanatın determinist kökenlerine dair sarsılmaz inanç’, ‘sanatçının sınıfsal konumunun sanat yapıtındaki yansıması’ v.b.,”[5] diyen “ucuzluk”un saldırılarına maruz kalmamanız mümkün değildir.
Oysa dedik ya, sanatçı gerçekliği kendi birikiminin, duyarlığının, bilincinin, kısacası öznelliğinin imbiğinden geçirerek yansıtır; “herşeyi” anlatması şart değildir. Kimi zaman çok yalın bir dokunuş, ciltlerin anlattığından fazlasını duyumsatır okura, izleyiciye… Örneğin Dersim Katliamı’nın Cemal Süreya’nın “Bizi bir kamyona doldurdular… Tarih öncesi köpekler havlıyordu,” dizeleriyle, Dersim adı dahi anılmadan anlatılabileceği gibi. Veya Nazi soykırımını anlatmak için, Costa Gavras’ın ‘Amen’ filminde olduğu üzere temerküz kamplarına dolu gidip boş dönen katarların, insanların yakıldığı fırına gözetleme deliğinden bakan rahibin gözünde yansıyan yalımın yetmesi gibi…
Marksizm gibi sanatı da, gerçekçiliğe yönelik dikkati daima diri tutup, yarına bağlamaktan yanadır. Çünkü Terry Eagleton’a göre “Marksizm; insan toplumlarına ve onların dönüşüm pratiğine ilişkin bilimsel bir kuramdır; çok daha somut bir biçimde söylersek, Marksizm anlatısı insanların kendilerini sömürü ve baskıdan kurtarma mücadelesine dair bir hikâye”yken;[6] “Sanatta, hayal gücü, düşünceyle birlikte etkinliği içinde, yaratıcı imgeler ortaya koyar; daha önce bilinmeyeni, yeniyi yaratır. Bilimde ise, soyut düşünce, hayal gücünün yardımıyla, varlığın yasalarını açığa çıkarır. Bunun için bilimde model önerileri altdüzenleşik, yardımcı karakter taşır.”[7]
Kolay mı?
Sanatı da dahil olmak üzere “Marksizm, bilindiği üzere, genel bir dünya görüşüdür. İnsanlığın tüm etkinliklerini kapsar ve onları eylemler ve karşılıklı etkileri bağlamında değerlendirir. Marx, farklı disiplinleri çevreleyen ve birbirinden ayıran duvarları yıktığı gibi, felsefeyi gerçekliğe bağlayarak bilgiyi de prangalarından kurtarır. Doğa olayları gibi toplumsal olayların da diyalektik bir gelişim gösterdiğini; yaşamanın, eylemenin ve ilerlemenin kaynağının karşıtlar kavgası olduğunu ortaya koyan Marx, toplumsal evrimin artık bağımsız sferlere (kürelere) ayrılamayacağını gösterir. Birbirini etkileyen, ilk eylemliliklerini ekonomik öğeden alan bir olaylar topluluğuna dikkat çekerek ekonomik temel ile ruhun en karmaşık, en ince işlemleri arasındaki ilişkileri açığa vurur. Bu bağıtta; sanatsal yaratışın üretim biçimlerinden, entelektüel yaşamın ise toplumsal yaşantıdan ayrılamayacağını vurgular. Eskiden bireysel dehanın, rastlantının ve açıklanamazlığın krallığı gibi görülen sanatsal yaratış, onda toplumsal gelişmenin yasalarına uyan insancıl bir etkinlik olarak karşılık bulur. Bunun doğal sonucu olarak, maddi olasılıklardan soyutlanmış ve güzelliğin olumsuz kurallarına dayandırılan bir estetik de dayanaksız kalır. Bir yapıtı öznel beğenilere, kişisel duyarlılıklara, teknik uzmanlıklara göre yargılamak; o çağın toplumsal ve etnik yapılarının kanılarına saplanmaktan öteye geçemez. Nesnel etkenlerin (özellikle de ekonomik etkenin) ideolojik üstyapılara etkisi incelenmedikçe bütüncül bir değerlendirmeye varmak mümkün değildir.
Platon ve Aristoteles’in ahlâk, siyaset ve düzeni esas alarak ülküsel bir doğaya dayandırdıkları sanat, Kant için de enikonu bir oyundan ibarettir. Yararsız, amaçsız, kişisel ve özgür bir uğraş. İlk olarak Hegel’in tarihsel gelişmeler temelinde ‘Kendini Arayan Tin (Geist)’ olarak kavradığı sanat, nihayet Marx tarafından, tıpkı tarih gibi, insan emeğinin ürünü olarak asli doğasına kavuşur. Hegel’in aşamalar düzenini tersine çeviren Marx, eyleme önceliğini ve devrimci anlamını geri verir. Pratik etkinliğin yalnızca bilinç ve düşünceyi yansıtmakla sınırlanamayacağına, onu hazırlayan ve kuranın gene o olduğuna işaret eder. Sanatsal yaratısı yaşanagelen yabancılaşmayı aşmak ve yenmek için yapılan bir uğraş olarak görür. Sonuç itibariyle ‘Marksist Estetik’; mülkiyet, sınıflar ve ideoloji biçimlerinin tarihsel temeli üzerinde dolaşır. Sanatı; dünyayı temsil etmenin bir yolu, bir bilme aracı, bir toplumsal bağ, bir sınıf miğferi, insancıl bir zenginleşme, bir toplum aynası sayar.”[8]
Evet Marksist sanatın yaptığı budur; yani John Berger’in, “Bizi sürekli mülkten söz etmekle suçluyorlar. Bunun tam tersidir doğru olan. İncelediğimiz toplumun, kültürün ta kendisidir mülkten başka bir şey düşünmeyen. Ne var ki bir şeye saplanıp kalan kişiye saplantısı, nesnelerin doğasında varmış gibi gelir. Bu yüzden de o şey olduğu gibi algılanamaz hiçbir zaman,”[9] diye formüle ettiği şey!
* * * * *
O hâlde sanatın, estetiğin sınıflı sömürücü iktidar ilişkileriyle örülü olduğu bir dünyadaki işlevsizliğini kabul etmeyerek Marksist sanat ile başkaldıranlar; insan(lık)ın sınırsız hayal/ düşünce dünyasının pratiğiyle gerçekçi sanatı, gerçekçi sanat da estetiği ortaya çıkarmış ise, bunları (görmek isteyen) gözler önüne seren Cengiz Gündoğdu’ya da çok şey borçluyuz…
Teşekkürler Hoca(mız)…
4 Aralık 2022 11:43:09, İstanbul.
N O T L A R
[1] Thomas Ridgeway Gould.
[2] Bkz: Sibel Özbudun-Temel Demirer, “Gelecekteki Etiktir Estetik”, İnsancıl, Yıl:31, No:365, Aralık 2020.
[3] Cengiz Gündoğdu, Marksist Sanat Yazında Gerçekçilik, İnsancıl Yay., 2022, 134 sahife.
[4] V. İ. Lenin, Materyalizm ve Ampiryokritisizm: Gerici Bir Felsefe Üzerine Eleştirel Notlar, çev: Sevim Belli, Sol Yay., 1976, s.39.
[5] Barış Özkul, “Sosyalizm ve Estetik(i)”, 9 Ekim 2016… https://birikimdergisi.com/haftalık/7966/sosyalizm-ve-estetik-i
[6] Terry Eagleton, Marksizm ve Edebiyat Eleştirisi, çev: U. Özmakas, İletişim Yay., 2012, s.8.
[7] Moissej Kağan, Güzelliğin Bilimi Olarak Estetik ve Sanat, çev: Aziz Çalışlar, Altın Kitaplar Yay., 1982, s.298.
[8] Yusuf Yağdıran, “Marksist Estetik Bağlamında Adnan Özyalçıner”, 8 Kasım 2019… https://www.gazeteduvar.com.tr/kitap/2019/11/08/marksist-estetik-bağlamında-adnan-özyalçıner
[9] John Berger, Görme Biçimleri, çev: Yurdanur Salman, Metis Yay., 1986.