Habip Hamza Erdem

Habip Hamza Erdem

14 Mayıs 2024 Salı

Marx’ta ‘ulus’ (3)

Marx’ta ‘ulus’ (3)
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Habip Hamza ERDEM

Aslında Marx’ın bütün çabası, proletarya kavramını, ona ‘politik’ bir işlev yükleyerek, ‘ulusal faktör’ ile ‘sınıf faktörü’nü uzlaştırmaya yöneliktir (1).

Bu da, ‘ulus’un tarihsel maddi bir temeli olduğunu kabul etmek, ancak tarihsel süreç içinde, üretim biçiminin bir fonksiyonu olarak değişip dönüşebileceği anlamına gelmektedir.

Proles, populace, peuple, nation ve proleterya…

Demek ki, ulus denildiğinde, tarihsel süreç içinde, işte bu sayılan ‘terimler’den herhangi birine denk gelen bir ‘halk’tan söz edildiğinin anlaşılması gerekmektedir.

Rodinson’un da belirttiği üzere, ulusun düşünsel eğilimleri, kendisini oluşturan sınıflar tarafından oluşturulan yapıyla anlamlı bir ilişki içindedir; örneğin ulusal gelenekler tamamen gerçek olgular olup, toplumun ekonomik gelişmesini yansıtırlar ve her ülkenin tarihine göre özgül ve tekil (unique) özellikler taşıyabilirler: İngiliz, Fransız, Alman, Rus ve ABD’li gibi.

Yani, tarihinin belirli dönemlerine göre, bir sınıfın çıkarları halkların genel çıkarına hizmet ediyor olabilir. Böylece ortak çıkarların izlenmesi, sınıf savaşı stratejisi bakımından sempatik olmasa da, ulusal birliğin sağlanması için gerekli olabilir.

Bu cefa çekilmez ama, yine de ‘Tanrı milletimize zeval vermesin!’ denilebilir.

Bununla birlikte, ‘Devlet’le birlikte kullanılan ‘Ulus’ kavramının, ‘burjuva devrimleri’ sonrasında ortaya çıkmış olduğunun altını çizmek gerekmektedir.

Tam da bu nedenle, uzun süreden beri, gerçek ‘Ulusal Devlet’e ancak ‘Ulus’un ‘Devlet’i fethettiği zaman ulaşılacaktır biçiminde özetlenebilecek tezimizin, şimdi bu açıklamalardan sonra anlaşılabileceğini umalım.

Ve bir burjuva düşünürü olan Ernest Renan’ın da “Uluslar sonsuz şeyler değildirler nasıl ortaya çıkmışlarsa (bir gün) yok olacaklardır” sözünün de daha iyi anlaşılabileceği beklenir.

Bu söze, olgu ve olaylara pür ampririk olarak bakmaktan başka bir düşünme yol ve yöntemi bilmeyenlerin ‘Tanrı Türk’ü korusun!’ diyecekleri de apaçıktır.

Onlara ‘Korkma! Sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak’ diyerek geçelim.

Bununla birlikte, bir başka ‘burjuva’ yaklaşımına göre, her ulusun, her koşulda bağımsız bir Devlet kuracağına yönelik bir tez ve temelsiz kuramlar vardır.

O zaman, neden Fransa’nın Franche-Compté, Belçikan’nın Wallonne ya da İsviçre’nin Romande bölgelerinde ‘ayrı Devlet’ler kurulamamış ya da Fransa’yla bütünleşmemişlerdir diye sorulmuştur.

Ve yine, daha Marx yaşıyor iken, Engels’in, Dalmaçya’da 1882 yılındaki ayaklanma dolayısıyla Bernstein’a yazdığı mektupta neler söylediğine bakılabilir:

Biz Avrupa proletaryasının bağımsızlığından yana olup, tüm diğer gelişmelerin de bu amaca hizmet etmesinden yanayız, diyen Engels; Balkan Devletleri ve benzerlerinin de bu bağlamda değerlendirilmesini” istemektedir.

Örneğin Fransa’nın Alsas bölgesi halkı da ezilenler arasındadır. Ancak Alsas’daki hareketliliğin Fransa-Almanya savaşına yol açması, gelmekte olan Devrim’i geciktireceği göz önüne alınırsa, ‘İmdat !’ diye haykırmak isterim” diye eklemektedir.

Onların da Avrupa proletaryasının sabrını göstermesi gerektiğini düşünüyorum, diyen Engels; çünkü eğer Avrupa proletaryası özgürleşecek olursa kendileri de özgürleşmiş olacaklardır. O güne değin, proleter mücadelesine zarar verecek projelere müsamaha göstermeyeceğiz” (2) diye ekleyecektir.

Görülüyor ki, Marx ve Engels’e göre ulus, geçici bir tarihsel formasyon (une formation historique contingente) olup, her koşulda bağımsız bir Devlet’e sahip olacağı anlamına gelecek  (prédestiné) bir yapı değildir.

Yani ‘Devlet’ kurmak her ulusun bir ‘yazgı’sı olarak görülmemektedir.

Buna karşın, en yüce değer (valeur suprême) maksimum özgürlük, eşitlik ve kardeşlik olup, bunun da ancak sosyalist toplumda mümkün olacağı göz önüne alınırsa, her ayrı ulusal iradenin bu amaca yönelik olması gerekmektedir.

Rodinson, Engels’in bu yaklaşımının Batı Avrupa şovenizmine dayandırılamayacağını, çünkü Marx ve Engels’e göre Batı Avrupa proleter hareketinin dünya proletaryasının sert ‘çekirdek’ini oluşturduğunu ve proleter ulusallık anlayışının ‘şoven’ ya da herhangi bir ‘burjuva milliyetçiliği’yle bağdaştıralamayacağını ileri sürmektedir.

Nitekim Kautsky de, halkların ‘kendi yazgılarını belirleme hakları’nı (auto-détermination) genel toplumsal evrimin gereklerine bağlı olduğunu ve bunun da temel itici gücünün proletaryanın sınıf savaşı olduğunu düşünüyordu (3).

Demek ki, bu ve benzeri konularda, kimi bağlamından kopuk alıntılar yapmak yerine konunun daha da derinleştirilmesi gerekecektir.

(Sürecek)

(1)Maxime Rodinson, “Le marxisme et la nation” In: L’Homme et la société, N. 7, 1968. numéro spécial 150° anniversaire de la mort de Karl Marx. pp. 131-149.

(2) Kautsky, Die Befreiung des Nationen, Stuttgart, Dietz, 1917, p.9’dan alan Maxime Rodinson, a.g.m.

(3) Kautsky, a.g.m.