14 Kasım 2024 Perşembe
Kapitalizmin günahlarının başına ‘kâr hırsı’nı koymak gerekiyor.
Kâr olmayacaksa niye üretim yapılsın denilebilir.
Ancak kazın ayağı öyle değil. Bu kâr hırsı ‘toplum sağlığı’nı değil görmezlikten gelmek, tersine sağlığa zararlı ise bile üretmek biçimi almış bulunmakta.
Türkiye’den gelen yurttaşlarımızın neredeyse tümünün ilaç türleri ve markalarını bildiklerini, hangi ilacın hangi hastalığa iyi geldiğini şaşırarak görüyorum.
Neredeyse her biri bir uzman doktor !
İlaçların içerdikleri sofistik maddelere kadar sayanları da var.
Oysa, o gereksiz ve yanlış bilgiler, kapitalizmin ‘sağlık alanını’ da bir ‘piyasa’ olarak gören ‘uluslararası tekeller’in son dönemdeki ‘icat’ları.
Alternétaives Economiques’deki dosyayı hazırlayanlardan Céline Mouzon’un araştırması, son yıllarda ‘İlaç Ekonomisi’den ‘Yasal Zehirleyici’lere ; şeker, tuz ve yağlı maddelerden, ‘Tabağımızdaki Sağlık’a değin bir dizi yayına gönderme yapıyor.
Artık beslenmemiz bile ‘para babaları’nın, yani sözümona girişimcilerin ya da kısaca ‘kapitalistler’in ‘kâr hırsları’nı tatmin alanı.
Bu durum, saf bir ‘kazanç kapısı’ olmanın ötesine geçmiş bulunuyor.
Eğer sağlığa zararlı gıda maddesi de üretebilecekse üretilmesinin önünde bir engel yok.
İlk akla gelen ise, doğal şeker pancarından üretilen şeker yerine kimyasal şeker üretimi.
Hem tadı bozuk ve hem de sağlığa zararlı.
Türkiye’de adı iyi bilinen uluslararası tekelin, nasıl artık Türk olmaktan çıkmış Devlet tarafından desteklendiği artık biliniyor.
Bir kez daha ‘Devlet’ konusuna gelmiş bulunuyoruz.
Devlet olmadan kapitalizm olmaz diyorduk.
Kaldı ki Devlet olmadan başka bir düzen de olmayacağı apaçık ortadadır.
Ancak ortalıkta başka bir ‘düzen’ olmadığına göre, kapitalizmin ele geçirdiği Devlet üzerinde, kısaca durulabilir.
Bu Devlet’e, sıradan Devlet demek yerine Kapitalist Devlet demek çok daha yerindedir.
Yazılarımda zaman zaman ‘Burjuva Devlet’ diyordum ve kimi okurlarımın dudak büktüklerini tahmin ediyordum.
Oysa nasıl kediye kedi demek gerekiyorsa, Devlet’e de kimin devleti olduğunu söylemek bilimsel etik gereğidir.
Devletin ‘burjuva niteliği’ ve aynı anlama gelmek üzere ‘kapitalist niteliği’, Fransız Devrimi ardından Napolyon Bonapart tarafından kazandırılmış denilse abartı olmaz.
Bu konuyla ilgilenenlerin derinliğine inmeden Bonapartizm üzerine ahkâm kestikleri üzerinde durmaya gerek yok.
Kaldı ki, ulusal burjuvazi dönemi de kapanmış bulunmaktadır.
Günümüz ‘Dünya ekonomisi’ bağlamında, ulusal burjuvazinin esamesi bile okunmamaktadır.
Denildiği üzere, artık kapitalizm kendi ‘imparatorluğu’nu kurmuş bulunmaktadır.
Çok uzağa gitmeye gerek yok, size Tarım Bakanı olarak sunulan kişinin bir önceki işi uluslararası bir tekelin ‘acente memurluğu’ idi.
Sağlık Bakanı bir ‘ilaç tekeli’nin ‘memuru’..
Orman Bakanı bir kimya tekelinin ‘memuru’.
Ve ilah…
Dır ya da ‘olmak durumunda’dır.
Bu bölümü sonlandırıken, uluorta biz de ‘ulusal burjuvazi’ yaratacağız, biz de ‘uluslararası tekel’ kurabiliriz diyen sözde ‘muhalif’lere selam göndermesek olmaz.
Hele bir de ‘üretim ekonomisi’ yaratacağız diyenler var ki, sözcüğün tam anlamıyla ‘dünyadan bihaber’dirler.
(Sürecek)