01 Ocak 2024 Pazartesi
Her insanın morale ihtiyacı var.
Daha entel olanlar buna motivasyon, diyorlar.
Kişinin, kendi dinamiklerini harekete geçirici, duruma göre ateşleyici bir dış katkıya ihtiyacı var.
Dünya yüzünde bu ihtiyacı en yoğun biçimde dinler sağlıyor.
Dinin çeşidi önemli değil.
Müslüman, Hıristiyan, Musevi, Budist fark etmiyor. Yeter ki, insana o moral ve enerjiyi versin, gerisi ayrıntı.
Kimi birey, bu [moral] motivasyonu kitaplardan oluşturduğu kültür birikiminin “itme” gücü ile sağlamaya çalışıyor; kimi dindar kişi ise, bu aynı şeyi inancına sığınarak [örneğin beş vakit] üretme çabası içinde…
Diyelim ki, bir futbol takımı 2 – 0 yenik kapadığı ilk devre sonunda soyunma odasında teknik direktörünün sağladığı yoğun motivasyon sonunda sahaya dönüp belki de maçı 4 – 2 bitirebiliyor.
Bilmem dikkat ettiniz mi?..
Karşı kaleye golünü atan futbolcu ya ellerini göğe kaldırır ve kendisine o golü attırdığına inandığı Tanrı’sına şükreder; ya da birden secdeye kapanır gibi yere çöker ve bir nevi sembolik bir namaz kılma görüntüsü verir…
Bütün bu olanlar kişinin eylemlerine ne ölçüde moral motivasyonun egemen olduğunu bize gösteren ap/açık örneklerdir.
Peki ya toplumun morali?..
Toplumun morali ise, kendisini meydana getiren tek tek bireylerin morallerinin toplamı ya da ortalamasından ibarettir.
Türkiye toplumunda ise, inancın yaşam içindeki rolü tarihinde hiç olmadığı kadar yükselen bir çizgi izlemektedir.
Dinin siyasi bir araç olarak kullanılması olgusu bu rolün önemini daha da artırmaktadır.
Her ne kadar dinin siyasete alet edilmesi samimi dini duyguları rencide etse de, büyük bir kitle bu rahatsızlığın dışında kalmakta ve din tacirlerinin yapıp/ettiklerini görmezden gelerek ve inancından yakalanarak yönetilmekte oluşunu [giderek] önemsememektedir.
Bu önemsememe olgusu, motivasyona ihtiyacın tavan yaptığı kişilerde daha çok görülmektedir. Böylece, dini siyasete alet etme çıkarcılığı yaygınlaşmakta, iktidarından muhalefetine kadar usul usul gelişmekte, geliştirilmekte ve egemenliğini sürdürmektedir.
Ve böylece [gerçekte hukuka aykırı ve müstakil bir suç olan] bu siyasal tavır, meşrulaşmakta ve toplumun damarlarına nüfuz etmekte, yerleşmektedir.
Türkiye laik ve sosyal hukuk devletidir…
Anayasa’da böyle yazıyor.
Ama bu taktik-siyaset stratejisinin kök saldığı bir zeminde laiklikten söz edilemez.
Alenen suç olan bu eylemli suç fiilinin meşrulaştığı bir zemin hukuk devleti ile bağdaşamaz/ uzlaşamaz.
Sosyal devlet ilkesinden, bireysel hak ve özgürlüklere bu ölçüde alenen saldırıldığı bir zeminde söz dahi edilemez.
Ve böylece ortada, Anayasa’nın en temel maddelerinin “ihlal, tebdil ve tağyir” edilmesi yönünde ciddi bir suç oluşmaktadır.
Peki, nasıl düzelir bu çarpık gelişme?
Bilinçlenerek, sosyal farkındalık yaratarak ve gerçek demokrasi yönünde direnerek…
@farukhaksal42
www.soruyusormak.com