Faruk Haksal

Faruk Haksal

01 Ocak 2024 Pazartesi

Aidiyet duygusunun gölgesinde yaşamak…

0

BEĞENDİM

ABONE OL

“Aidiyet duygusu,” insanlarımızın ihtiyaç duymaktan kendilerini kurtaramadıkları bir sosyal-kalkan adeta…

Siz kalkan yerine siper mi, diyorsunuz?.. O da olabilir.  Öyle de bakılabilir soruna; sizin dediğiniz gibi olsun…

“Sorun” diyorum, evet… Bence, özgür, kendi ayakları üzerinde durma gücüne erişmiş ve ergen bir birey olarak varoluşunun merdivenlerinde az da olsa biraz yol alabilmiş “özgün” bir insanın penceresinden bakıldığında sözünü ettiğimiz bu “duygu” gerçek bir sorundur…

Bir yere, bir yöreye, bir patiye, bir derneğe, bir gruba ya da bir tarikata ait olduğunu hissetmek, o topluluk içindeki insanların rüzgârını arkasına alarak yaşamaya çalışmak ve toplum içinde kendisini güçlü hissetmek için böyle bir desteğe gereksinim duymak ya da yalnızlığının ıssız dinginliğine katlanamamak… Güçlü olmak ya da öyle görünmek için, bu itici güce yaslanma ihtiyacından kurtulamamak… İşte kişinin kendisini aidiyet duygusunun arkasına saklamasının temel nedenleri bunlardır.

Evet, uygar bir insan, içinde yaşadığı toplumda bu “kitleye yaslanış”ının hesabını vermek durumundadır!..

Herhangi bir kentin sıradan bir sokağında yürüyorsunuz…

Karşınıza gelen bir binanın üçüncü kat balkonuna asılmış derme-çatma bir tabela: “Konyalılar Derneği…”

Bir diğer sokağa sapıyorsunuz, bir başka tabela çıkıyor karşınıza: Merzifonlular Dayanışma Derneği…”

Yan sokağa yönelip, caddeye ulaşıyorsunuz karşınıza bir tabela daha çıkıyor: “Göl” Feneri Derneği…

Cadde boyunca yürüyüp, bir meydana ulaşıyorsunuz: tam karşıda, hemen dördüncü katta; ilginç bir tabela daha: “Delikli Şapka Giyenler Derneği…”

Aidiyet duygusu, belirlenen ortak bir payda üzerindeki güç birikiminden rüzgâr alıyor ve insanların güçsüzlüklerine güç katmayı amaçlıyor; yalnızlıklarına kalabalığın uğultusunu şırınga ediyor…

Peki… Aidiyet duygusu, örgütlü toplum hedefinin önemli bir dinamosu mudur?

Hayır, değildir!

Aidiyet duygusuna ihtiyaç duyan insanların bir araya gelmesi, bilinçli bir siyasal örgütlenmenin oldukça uzağında kalan başıbozuk kalabalıkların amaçsız görüntüsüdür…

Bilinçli bir siyasal örgütlenme, her şeyden önce belirli bir düşünce ve ilke birliğini gerektirir.

Birlikteliğin ortak paydası, işte bu düşünce ve ideal birliğidir.

A-simetrik psikolojik savaşın mimarları, bu ortak paydaya “ideoloji” diyorlar ve toplumsal muhalefetin ortak eylemlerinin bu nitelikteki bir düşünce ve ideal birliğine ulaşmasına ellerinden geldiği kadar engel olmaya çalışıyorlar…

Eğer siyaseti, ülkenizin ulusal çıkarları yönündeki bir düşünce ve ideal birliğinin merkezi yapıp, eylemlerinizin pusulası haline getirebiliyorsanız… Kendinizi gerçek bir yurtsever olarak tanımlayabilirsiniz.

Tam tersine siyaseti, toplum içindeki aidiyet duygusunun alelade ve niteliksiz bir tatmin aracı ya da kişisel mevki ya da çıkar mekanizması olarak görüp, benimsiyorsanız, ister faşist olun, ister komünist; ister sosyal demokrat ve ister yeni yetme bir neo-liberal, bizce siz, rengârenk bir “liboş”tan başka bir şey değilsiniz…

 

farukhaksal@gmail.com

 

www.soruyusormak.com

 

www.akceder.com