Ali Rıza Özkan

Ali Rıza Özkan

02 Temmuz 2023 Pazar

‘Cehaletin Rönesans’ı mı olurmuş? KARANLIK İZİN VERDİKÇE BÜYÜR

0

BEĞENDİM

ABONE OL

Özdemir İnce okurken, özellikle de son kitabı “Cehaletin Rönesansı”nı okurken, Ahmet Hamdi Tanpınar’ı anımsıyorum. Bunun, ‘İnce’yi okumak’ için her zaman ideal bir yöntem olacağını iddia etmemekle birlikte, benzerlikleri ve benzemezlikleri ile iki farklı dönemin bu dil ve düşünce ustalarının yazdıkları metinleri üzerinden birbirlerine sözü ikram ediyorlar.

Ahmet Hamdi Tanpınar 1950 yılının ilk günlerinde Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan ‘Kelimeler Arasında Elli Yıl’ adlı makalesinde, insanlığın yeni bir döneme girdiğini tespit ederken, bu devrin en önemli kavramını da işaret eder: Buhran

 

Tanpınar’ın “zamanımızın âdeta tek izahı, yahut mihveri” olarak tanımladığı buhran kavramı, “sahaları daraldıkça berraklığı artan karışık ve had realiteleri, hayatımızı farkında olmadan taşıdığımız dönülmesi imkansız ve baş döndürücü müntehaları her gün bize yeniden göstermektedir.

 

1950’lerde başlayan dönemin, bugünle olan örtüşmeleri ve aykırılıklarını tespit bir kenarda dursun, bugünün ana özelliği İstiklâl Savaşı ile kazanılan Cumhuriyet’in ve kazanımlarının tek tek ilga edildiği, yeni bir rejim arayışına ve kuruluşuna geçildiği bir dönem olduğunu artık saptamak gereklidir.

 

Buhran döneminden, ilga döneminin sürekli buhran haline geçişin ideolojik çözümlemelerini üreten az sayıdaki öncü adın yanında, o bağlamdan koparılamayacak ama genel bir kültür birikimi üzerinden ona katkıda bulunacak ve bulunan çok az sayıdaki aydından biri de Özdemir İnce’dir.

 

2001 yılının ilk günlerinde Hürriyet’te başladığı ülke ve toplum hakkındaki özgün yazılarını şimdi Aydınlık’ta sürdüren Özdemir İnce de, ülkemizin ve insanımızın yaşadığı ‘buhran’ı göstermeye ve nedenler kadar süreçleri de açıklamaya yoğunlaşmıştır. Aslında İnce, “ülkenin geleceği” hakkındaki endişe ve öngörülerini çok daha önce yayınladığı “Söz ve Yazı” (1993), “Tarih Bağışlamaz” (1994), “Çile Törenleri” (1994), “Dinozorca” (1993), “Bu Ne Biçim Memleket” (1996), “Yaşasın Cumhuriyet” (1999) kitaplarında toplamıştı. Ama, “Cehaletin Rönesansı”nı okurken anlıyoruz ki, Özdemir İnce gericiliğin toplumu bir kangren gibi sarışının güncesini de tutmuştur, aynı zamanda!

 

TEZLER KİTABI

Türkçe’nin yaşayan en büyük ustalarından olan Özdemir İnce’nin kitabına seçtiği ad hem düşündürücü hem de tartışma kışkırtıcıdır.

 

İlk kez İtalyan sanatçı Giorgio Vasari tarafından kullanılan ve 15. ve 16. yüzyıllarda Avrupa’nın Roma ve Yunan kültürel mirası üzerinden kendisini yenilediği dönemi ifade eden ‘Renaissance’ (Rönesans: yeniden doğuş) kavramı İnce’nin kitabının başlığında olumlu tarihsel bağlamından çıkarılıp, tamamen olumsuz bir anlam yüklemesiyle bile son derece ilginçtir.

 

Anlıyoruz ki, Özdemir İnce Rönesans kavramını sadece sözcük anlamı ile ve tarihsel/kültürel çerçevesinin dışında kullanmaktadır. Olasılıkla, “yeni orta çağ”ın en önemli göstergelerinden olan cehaletin yatay ve dikey yaygınlaşmasına, bütün iktidar erklerini ele geçirmesine böylece kavramı ters-yüz ederek dikkat çekmek istemiştir.

 

Özdemir İnce “Cehaletin Rönesansı”nda buhranı açıklamak üzere 5 temel tez öne sürüyor. ‘Cumhuriyet’in Saatini Bozma Mezhebi’ bölümünde, Türk sağının daha Cumhuriyet Devrimi ile birlikte feodal ve dinci gericilikle nasıl yıkıcı bir işbirliği içerisine girdiğini ve neden gerçek anlamda bir merkez-sağ partinin oluşamadığını açıklıyor. Yine o çevrelerdir ki, onlarca yılda Cumhuriyet Devrimi ile oluşan yapıyı parçalamak amaçlı her türlü iş ve güç birliğine yanaşarak merkez-sağı temsil kabiliyetini ve ehliyetini de yitirmişlerdir!

 

İslamcı Mitoslar ve Solcu Dindarlık’ bölümü ise, dincilik üzerinden siyaset yapanların açmazlarını ortaya koymakta. Ahlak, vicdan ve bilimin yanına uğramayanlar elbette dini topluma bir “afyon” olarak sunacaklardır. Dincilerin sol programı benimsemeleri emekçilerin inanç dünyasına bir fayda sağlayabilir. Ancak, solcuların sözüm ona “din ile barışması” sadece, dincilerin sürdürülmesine katkıda bulundukları sömürü düzenini meşrulaştıracaktır. İtirazı olan?

 

Üçüncü bölüm ‘Siyasal İslam Öldü, Yaşasın İslamcılık’da ise, reel İslam pratiğinin sorgulandığı bir bölüm. Kız ve erkek lise öğrencilerinin birbirlerine 45 cm’den daha fazla yakınlaşmalarını ‘İslam adına’ yasaklayan müdürden, Türkiye’nin buhranını İslam Birliği ile aşabileceğini iddia eden Mehmet Şevki Eygi’ye kadar çeşitli kesimler ve düşüncelerle girişilen polemiklerin yer aslında bir sonraki, İslamcılığın kendisini Yeni Osmanlıcılık olarak sunmaya hazırlanmasının tartışılacağı bölümün ‘giriş anahtarı’ niteliğinde.

 

Önce, Cumhuriyet Devrimi’nden rövanş alma üzerine kurulu bir hesaplaşmanın alt-metni olarak sunulan “devr-i saadet’ul Osmaniyye” ile AKP iktidarının, Türkiye’nin “bölgesel güç” haline geldiği illüzyonu ile gerçeğin karşılaştırılmasında uluslar arası ilişkiler bağlamında tam anlamıyla “buhran” yaşattığı ve yaşadığı açığa çıkıyor.  ABD’nin jandarma çavuşu rütbesinden öte gidemeyerek, “yeni nesil Osmanlıcılık” nasıl yapılıyor görüyoruz. Özellikle Arap dünyasında, ‘Osmanlıcılık’ların yenisi veya eskisinin tedavüle girebilmesinin imkânsızlığı en yeni olarak Mısır’da yaşananlarla ortaya çıktı. Üstelik, ‘Devr-i Osmanlı’ çok küçük bir azınlık için ‘saadet’ ile eşanlamlı görülebilir, fakat ezici çoğunluk için açlık, yoksulluk ve zulüm demekti.

 

Kitabın son bölümü ise, Arap dünyasındaki gelişmelerle ilgili. Özdemir İnce, ‘Arapların Gerçek Baharı: Laiklik’ adlı bölümde Arap ülkelerindeki ayaklanmaların ancak laiklikle birleştiğinde anlamlı olabileceğine ve halkın yaşam koşullarının gerçekten değişebileceğine vurgu yapıyor.

 

BUHRAN, YİNE BUHRAN

İnce’yi okurken ülkemizin yaşadığı buhranın temelinde akıl tutulması olduğunu anlıyoruz. Bilim-dışılığın egemenlik sahasının genişlemesi ile dincilik referanslı cehaletin artması paralel gelişme gösteriyorlar. Cehalet ateşinin söndürülmesi ancak rasyonalizm ve bilim ile olanaklı olacaktır. Hamhh

 

Özdemir İnce’yi anlamak için, Ahmet Hamdi Tanpınar’ı yardıma çağırdım. Çünkü, nesnelliği ve bilimi hayatı kavramak ve yorumlamak için temel ölçütler olarak belirleyen İnce’nin sorguladığı ‘statüko kayması’ Tanpınar’ın buhran tahlilleri ile örtüşüyordu. Bu iki büyük düşünce adamından ilki Cumhuriyet’in kireçlenme dönemine tanık oldu ve tahlilde bulundu. İkincisi ise ‘ilga dönemi’ni tahlil etti. Elbette önemli bir farkla; Özdemir İnce sosyalizmin ufkundan bakarak çözüme de işaret etti.

 

İşte bu yüzden Özdemir İnce’nin yazılarında karanlığın en koyusunda dahi aydınlığı da bulabiliyorsunuz.

 

Özdemir İnce

Cehaletin Rönesansı

Kaynak Yayınları, 2013, 290 s.