Ali Rıza Özkan

Ali Rıza Özkan

02 Temmuz 2023 Pazar

Alevilere kumpas: Kırk katır mı, kırk satır mı?

0

BEĞENDİM

ABONE OL

Bugünün hikâyesi dünde yazıldı.

Alevileri kendi kontrolleri altında tutmak, sağcı partilerin her dönem önem verdiği bir
konu oldu. Ancak, 1980 darbesi sonrasında resmen başlatılan Cumhuriyet Devrimi’nin
kazanımlarının restorasyonu çalışmalarında Alevilerle ilişkiler farklı bir noktaya taşındı.
“Restoratörler” artık Alevilerden toplumsal bir kuvvet olarak sahada görev almalarını
istiyordu. Bu “görev tanımlaması”nın tam olarak başarıya ulaşmadığını aradan geçen sürede
Alevi toplumu içerisindeki örgütlenme çeşitliliğinden anlayabiliriz. Alevilerin farklı renklere
dağılmışlığı, aslında “proje”nin başarıya ulaşmasını engellemişti.
Alevilerin kendi içlerindeki çok renkliliğin elbette toplumsal bir dayanağı da var. Şah İsmail’le
birlik olup, Safevi devletinin kuruluşuna katılanlar, Osmanlı devleti ile en azından “iyi
geçinip” varlığını sürdürme “şansı” elde edenler, her iki kesimden de uzakta, hatta coğrafi
olarak da erkin ulaiamayacağı yerleri yurtluk seçerek, hayata tutunmayı başaranlar, Ege’nin,
Torosların özgür dağlarına kartal olup konanlar vs. yüzlerce yıl içerisinde, inancın içerisine
kendi özgünlüklerini kattılar. Dünyayı kendi durdukları yerden “yorumladılar”.
“Restoratör bürokrasi” ise, bu gerçeği ıskaladı. “Yol bir, sürek binbir” deyişinin mânasını
ve kaynağını anlayamadı. Sandı ki, birkaç “inanç önderi”ni ikna ettiğinde projeyi yürürlüğe
sokabilecekti. Bu yanılgının bir kaynağı Alevilere tarikat muamelesi yapmaksa, diğer bir
kaynağı ise, Kürtlerde denenmiş ve başarılı olmuş bir yöntemin sağladığı yalancı özgüvendir.
Halbuki, Alevilik ne tarikattır, ve ne de Aleviler ile Kürtlerin sosyolojik yapısı benzerlik taşır.
Bugün geldiğimiz noktada, “restoratör sınıfı” yeni bir hamlenin peşindedir. Cumhuriyet
Devrimi’nin “ıslah” çalışmalarında neredeyse sona gelinmiş, Tansu Çiller’in deyimiyle,
“dünyadaki son sosyalist devlet” yıkılmak üzeredir. (http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/
printnews.aspx?DocID=6484) Bu durumda, Alevilerin de devlet ve toplum içerisindeki
konumunun yeniden tanımlanması zorunlu olarak gündeme getirilecektir. Nitekim, 2000’li
yılların ortalarından itibaren yaşadıklarımız, Alevilere biçilen “yeni gömleğin” üstümüze
giydirilmesi çabalarından ibarettir.
Alevilere “açılım dayatması”, “Alevilik İslam dışıdır” tartışması, “Ali Balkız’a suikast”
operasyonu, Alevilerin içerisindeki “Kürtler ve kripto-Ermeniler” tartışması, cami ile cemevini
“barıştırma” projesi, “Alevilerin tek dostu PKK’dır” propagandası gibi başlıklar altında
yapılan operasyonları bütünlüklü bir incelemeye alırsak, “restoratörlerin” Alevileri toplumun
neresine yerleştirme çabasında olduklarını anlayabiliriz.
Yürütülen operasyonları irdelediğimizde, Alevi toplumunu bir arada tutan faktörlerin işlevini
kırmaya ve devamında Alevi toplumunu dağıtmaya yönelik bir büyük operasyonun varlığını
tespit edebiliriz. “Restoratör” Aleviler arasındaki renkliliği uzlaşmaz farklılıklar algısına
dönüştürmek için “düğmeye basmış”tır. Pekçok öngörü sahibi Alevi aydının ve kanaat
önderinin “asimilasyon girişimi” olarak tanımladığı kavram haklı olarak tam da, bu çözülme
sürecine işaret ediyor.
Asimilasyon, erki elinde bulunduranların “sapkın” denetim dışı toplulukları eritmek ve
ortadan kaldırmak için uygulaya geldikleri bir “düzeltme operasyonu”dur. Elbette, doğal
asimilasyon olarak tanımlanan bir kavram da vardır ve burada konumuz dışındadır. Biz, erki
elinde bulunduranların sahip oldukları “asimilasyon projesi”nden konuşuyoruz.
Alevilerin asimilasyonu erki yönetenlerin neden önemli bir sorunudur? Bu soru, yazının ilk
başında, bugün yaşananların aslında tarihsel bir dayanağı olduğunu belirttiğimiz cümle ile
ilişkilidir. Türkler Anadolu’yu yurt edinirlerken, iki temel sorunla karşılaştılar. Birincisi, daha
Orta Asya’da karşılaştıkları ve savaştıkları İslam’la, diğeri ise daha önceden Anadolu’da var
olan Hıristiyan topluluklarla ilişkilerin nasıl düzenleneceği idi. Öncelikle, her iki din grubu
ile de uzlaşmak durumundaydılar. Selçuklu her iki dinle ilişkilerin incelenmeye değer bir
“deney odası” niteliğindedir. Ancak, bu uzlaşmanın ortaya çıkardığı direnç ise, kendisini gene
din üzerinden, yani Alevilik olarak tanımladı. Safevi devletinin dönüşümü sürecinde tekrar
Anadolu’ya dönen Türkmenleri de hesaba katarsak, Osmanlı sınırları içerisinde “sorunlu” bir
dini topluluk ortaya çıktı.
Cumhuriyet bir toplumsal barış ve uzlaşma yarattıysa da, süreç içerisinde devletin
dayanaklarına dinsel referansları da alan “yürütme”, Alevileri tekrar Osmanlı dönemindeki
muameleye hapsetmek ve kapalı toplum olarak muhafaza etmek istedi. 1960 sonrasında
ortaya çıkan özgürlük rüzgârı Aleviler içerisinde de esmeye başlayınca, Aleviler tekrar
toplumsal hayatın bir parçası olarak söz istemeye başladılar. Bunun yanıtı, Özbek kökenli
CIA ajanı Ruzi Nazar’ın 2013’te yayınladığı anılarında 60-70 yıllarında Türkiye’de ABD’ye biat
etmeyen her kesimi “Moskova ajanı” olarak nitelemesi ile, aynı dönemde sağcı siyasetçilerin
söyleminin birebir örtüşmesi gerçeğinde gizlidir. ABD, sağcı siyasetçilere kontrol edilemeyen
toplumsal grupları imha ederek onlardan kurtulmayı önermişti! Aleviler de bu öneriden
nasiplerine düşeni aldılar.
1990’lar ile birlikte yeni bir sürece girdik. Doğu Bloku artık yok. Ancak, ABD’nin dünyanın
ilelebet jandarması olma hevesi de kursağında kaldı. Bazı solcularımızın pisliklerinde
demokrasi boncuğu aradığı sağcı-muhafazakâr-mütedeyyin siyasetçilerin emperyalist
merkezlerle işbirlikçiliği ifrat noktasında fotoğraflanırken, zamanı iyi değerlendiren Rusya
ve Çin ezilen ülkelerin tekrar rahat nefes alabilecekleri uluslar arası rekabet ortamına denge
unsuru olarak ağırlıklarını koymaya başladılar. Tam da bu noktada, Türkiye’nin restorasyonu
hız kazandı. ABD elini çabuk tutmazsa, Türkiye’yi de bağımsız ülkeler grubuna kaybedebilir.
Bugün olanları, Aleviler açısından bu perspektifle değerlendirdiğimizde, Alevilerin iki
seçenek arasında tercih yapmaya yönlendirildiği hemen fark ediliyor. Birinci seçenek, “Sünni
otorite”yi kabul eden, kendisini BOP’un şeffaf hali olan “ılımlı İslâm” içerisinde ifade etmeye
yönelen bir Alevilik. İkinci seçenek ise, İslam dışına çıkan, marjinalleşen böylece zaman
içerisinde dağılacak veya Öcalan’ın kendisi için ifade ettiği şekilde “araçsallaşacak” bir
Alevilik. Hangisini istersiniz?
Kırk katır mı, kırk satır mı?
Hangi seçenekle olursa olsun, Alevilerin önüne konulan seçenekler, inanç birliğinin
parçalanması ve dağıtılması demektir. Halbuki, Aleviler inanç birliği olmadan var olma
nedenlerini yitirirler. İşte, asıl hedeflenen de budur!
Oysa, Aleviler bugün tarihsel var oluş gerekçelerine daha sıkı sarılmalıdır. Çünkü, ABD’nin
Ortadoğu’da egemenlik sahasını genişletmesi ve garanti altında tutmasının projesi olan BOP,
ılımlı İslâm adı altında gerçekleştirdiği siyasi örgütlenme ile birinci derecede Şiileri ve Alevileri
hedef almaktadır. Üstelik, Şiilerin İran üzerinden pazarlık yapma şansları olduğu halde,
devleti olmayan Alevilerin böyle bir seçeneği dahi yoktur.
İslam üzerinden Ortadoğu’ya hükmetmek isteyen bir siyasi güç Alevilerle işbirliği yapmaz.
Aleviler bizzat varlıkları ile böyle bir projenin önünde engeldir. O nedenle, her emperyalist
proje önünde sonunda Alevileri tasfiye edecek, asimile edecek bir projeyi gündemine almak
zorundadır ve gördüğümüz gibi almaktadır. Alevilere yönelik nefret söyleminin Tayyip
Erdoğan’ın veya Fethullah Gülen’in kişisel ifadeleri ve tasarrufları olduğunu sananlar, ne yazık
ki, siyasetin bugün geldiği noktayı kavramamış demektir.
Şimdi, Aleviler adına söz almak isteyenlerin önünde iki seçenek var, ya önlerine konulan
emperyalist çözümlere teslim olacaklar, ya da Alevilerin ulusu Pir Sultan gibi, “kadılar,
müftüler fetva yazarsa, dönen dönsün, ben dönmezem yolumdan” diyecekler.
Umudumuz ve çabamız Alevi toplumunu emperyalist projelere peşkeş çekmeye yeltenen
yalancı çobanların mumu yatsıya kadar dahi yanmasın diyedir.