İster Das Kapital’e göre “sınıfsız toplum” yapısını amaç edinin, ister TC Anayasası’na göre “sınıfsız toplum ve de eşit yurttaşlık” kavramlarını savunun; bilinen bir gerçek vardır ki toplumun yükünü çeken bir ORTA SINIF ya da yaygın kullanımıyla bir ORTA DİREK vardır. Hani Türkülerde bile geçen “el veriyor, el veriyor… Orta da direk bel veriyor” denen bir ORTA DİREK vardır.
Ki o orta direk ya da orta tabaka; genellikle orta direk ailenin soyundan gelir, okur, meslek edinir, çalışır, vergisini öder, askere gider, çocuk yetiştirir ki onlar da okur, meslek edinir ve bu kısır döngü sürer gider.
İşte bu orta direk çökerse; işte o zaman Devlet de çöker.
Üstelik Devlet denen tüzel kişilik de bu gerçeği çok iyi bilir. Bu nedenle orta direği ne oldurur, ne de öldürür.
İşte bizler de Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluş ilkeleri bağlamında Resmi İdeolojinin tedrisatından geçen, ulusun bireyleri, TC Anayasası’na göre bu ülkenin yurttaşları olarak; daha güzel günlerde yaşamak varken, giderek daha bir zora, dara, sıkıntıya düşmekteyiz. Yaşamak hem de inadına yaşamak varken!
Biliyoruz yine dağ başını, duman almış. Düşman Truva atının içinden, ülkenin her yanına dalmış. Çoğunluğun benliğini umutsuzluk sarıp, sarmalamış. Ama yenilmek yok! Pes etmek yok! Korkmak yok! Yaşamak var, hem de inadına yaşamak var!
Sağlık Uzmanları Hekimler’e göre;
Balıklar yüzermiş. Dört ayaklılar koşarmış. İki ayaklılar yürürmüş.
Biz insan soyundan gelenler iki ayaklı olduğumuza göre, çok yaşamak için yürümeliymişiz. Çünkü koşarken kalp hızlı atarmış, hızlı atan kalp de çabuk eskirmiş/yorulurmuş, dolayısıyla kalbin sahibi de çabuk ölürmüş.
Kalp atış hızı 50 ve 70 sınırları arasında kalırsa, o kalbin sahibi de yaşamda uzun süre kalırmış.
Bu nedenle “koşma, yürü” diyor uzmanlar.
Üstelik kanserden, tansiyondan, kalp krizinden, şekerden korunmak istiyorsan; STRESS denen musibetten de uzak durmak gerekiyormuş. Çünkü STRESS insanı öldürüyormuş. Ama YÜRÜYÜŞ de stress’i öldürüyormuş.
Ve şu mitokondriler; son yıllarda iyicesine tanış olduğumuz bedenimizde bulunan o minicik şeyler. Küçücük, incecik şeyler, bedenimize enerji veren minicik kılcal iplikçikler…
Onların da sayısı YÜRÜYÜŞ ile artarmış, eğer hareketsiz kalınırsa sayıları azalırmış. Onların sayısının azalması da bedende enerji kaybına, enerji kaybındaki sürekli azalış da yaşam kaybına neden olurmuş.
Ve şu hekimlerin bazıları (ilaç firmalarının kar marjlarını arttırmak amacıyla) kullanılması için dayattıkları KOLESTEROL İLAÇLARI; meğer onlar da bizim mitokondrilerin baş düşmanı olup, onları öldürürmüş.
İşte mitokondriler öldükçe, bizim de enerji yokluğu sorunsalımız nedeniyle, yine gidermişiz koşa, koşa ölüme…
Ve yine uzmanlara göre çok yaşamak için en önemli kural da şöyle belirlenmiş:
Günde iki öğün beslenme ve günde iki öğün uyku ki uykunun uzunca, derince bir gece uykusu, diğeri de gündüz 13.00-15.00 arası yapılacak bir şekerleme… İşte bu koşullarda yaşam denen tekerleme; çok uzun yıllar devinim durumunda olurmuş.
Dedik ya inadına yaşamak var; beden ve beyin sağlığıyla…
Ama yalnızca yaşamak, yaşıyor olmak yeter mi “yurttaşlık” kimliği taşıyanlara?
Elbette ki yetmez!
Tüm baskı, sindirme, korkutma çabalarına karşın ve kendi ideolojileri doğrultusunda “neden-sonuç” dogmaları türetenlere; inadına sorular sormak var ülkemizin ve ulusumuzun sürdürülebilir varlığını korumak adına!
YORUMLAR