Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Ömer Alpdoğan

Milletvekillerine çağrı: İklim Yasasına hayır deyin!

Türkiye Büyük Millet Meclisi önümüzdeki günlerde tarihî bir oylamaya hazırlanıyor: Hükûmetin gündeme taşıdığı ve “İklim Yasası” olarak adlandırılan düzenleme, çevreye duyarlı bir adım gibi sunuluyor. Ancak yasa tasarısının satır aralarına dikkatle baktığımızda, doğayı korumaktan çok, şirketlere yeni imtiyazlar tanıyan, halkın ve yerel toplulukların söz hakkını geri plana iten bir anlayışın ürünü olduğunu görüyoruz.

İklim değişikliğiyle mücadele, elbette ki hepimizin sorumluluğu. Ancak mücadele adı altında, gerçek anlamda çözüm üretmeyen, büyük sermaye gruplarına “yeşil” etiketli yeni rant kapıları açan bir yasa, ne doğayı korur ne de iklim krizini önler.

Tasarıda öne çıkan bazı tehlikeli maddeler şunlar:

Karbon piyasaları adı altında, büyük kirleticilere “para ver, kirletmeye devam et” izni çıkarılıyor. Bu yaklaşım, iklim krizini durdurmak yerine ticarileştirmeye yöneliktir.

Yerel yönetimlerin ve sivil toplumun karar alma süreçlerinden dışlanması, merkeziyetçi ve denetimsiz uygulamalara kapı aralıyor.

Geçiş süreci adı altında fosil yakıt şirketlerine yıllarca daha faaliyet izni veriliyor; oysa bilim insanları bu tür yatırımların derhal durdurulması gerektiğini açıkça ifade ediyor.

Bu yasa, doğayı değil, sermayeyi koruyan bir yasa olmaya adaydır. Mecliste görev yapan tüm milletvekillerini bu tasarıya “hayır” demeye çağırıyoruz. Halkın temsilcileri, şirketlerin değil, yurttaşların ve doğanın çıkarlarını gözetmekle yükümlüdür.

Yıllardır çevre meselesini ciddiye almayan bir siyasal anlayış, şimdi karşımıza bir “İklim Yasası” ile çıkıyor. Üstelik ne zaman itiraz etsek, “Ama bakın, biz yasa çıkarıyoruz” diyerek kendisini aklamaya çalışıyor. Peki, bu gerçekten bir iklim yasası mı? Yoksa yeşile boyanmış yeni bir rant planı mı?

Ben bu soruyu sormak zorundayım. Çünkü bu ülkede yaşanan her selde, her orman yangınında, her kuraklıkta, yalnızca doğa değil; vicdan da yanıyor, akıl da kuruyor.

İklim kriziyle mücadele ciddi bir meseledir. Oy uğruna ya da uluslararası arenaya hoş görünmek için hazırlanmış göstermelik yasalarla çözülmez. Hele ki bu yasa tasarısında olduğu gibi, büyük enerji şirketlerine alan açarak, halkın söz hakkını kısıtlayarak, yerel yönetimleri dışlayarak hiç çözülmez.

Sayın milletvekilleri,

O koltuklara sadece partinizin politikalarını geçirmek için değil, halkın çıkarlarını savunmak için oturdunuz. Sizin göreviniz, yalnızca iktidarın dayattığı metinlere el kaldırmak değildir. Sizin göreviniz, “Bu yasa kime hizmet ediyor?” diye sormaktır. Gelin dürüst olalım: Bu yasa doğaya değil, paraya hizmet ediyor.

Karbon ticaretiyle kirletmeye devam edecek olanlara “yeşil kart” veriliyor. Fosil yakıt şirketlerine geçiş süreci adı altında zaman kazandırılıyor. Yerel halkın, belediyelerin, ekoloji hareketlerinin sözü yok sayılıyor. Bu mudur iklim adaleti?

Eğer bu yasa geçerse, birkaç yıl sonra çocuklarımıza ne anlatacağız? “Biz oylamada sustuk, ama içimiz el vermemişti mi” diyeceğiz? O zaman bu suskunluğun bedelini hep birlikte öderiz; kimse kenarda durarak aklanamaz.

Meclis’teki her milletvekiline açıkça söylüyorum:
Bu yasa bir turnusol kâğıdıdır. Ya halkın, doğanın ve bilimin yanında duracaksınız; ya da şirketlerin, lobilerin ve günü kurtaran politikaların yanında. Ortası yok.

Gerçek bir iklim yasası, bilimsel verilere dayanmalı, halkın katılımına açık olmalı ve doğayla uyumlu bir dönüşümü esas almalıdır. Aksi takdirde bu yasa, geleceğimizi değil, yalnızca büyük şirketlerin kar hanesini güvence altına alır.

Sayın milletvekilleri, bu tarihi sorumluluğunuzun farkında olun. Bu yasaya hayır deyin.

Bugün “Hayır” demek, sadece bir oylama kararı değildir. Bugün “Hayır” demek, geleceğe sahip çıkmaktır.

Ben kendi adıma netim: Bu İklim Yasasına hayır diyorum.
Ve vicdanı olan herkesi, aynı duruşa davet ediyorum.

 

Aday İmamoğlu mu, Özel mi? Yoksa…

Siyaset, olasılıklar sanatı. Hele ki Türkiye’de, 24 saat bile uzun bir zaman dilimi sayılır. Ama yine de 2028’e giden yolda muhalefetin ve özellikle CHP’nin kimi cumhurbaşkanı adayı göstereceği sorusu şimdiden kulislerin bir numaralı konusu.

Bugün bu köşede açık açık soruyorum:
CHP’nin Cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu mu olacak, Özgür Özel mi?

İsterseniz önce iki ismin “sahne duruşuna” bakalım.

Ekrem İmamoğlu: Halkla bağı güçlü, ama…

Ekrem İmamoğlu hâlâ muhalefetin en yüksek potansiyele sahip ismi. İstanbul gibi bir mega kenti, bütün iktidar kuşatmasına karşın tekrar kazanmış bir figürden söz ediyoruz. Üstelik sadece seçim kazanmak değil, “umut yaratmak” gibi bir meziyeti de var.

Ancak İmamoğlu’nun önündeki en büyük handikap, siyasetin “içeriden” değil “dışarıdan” yürütülmesine alışık olması. Kılıçdaroğlu döneminde bu durum avantajdı; bugün Özgür Özel’le birlikte bu denge değişti. Parti içindeki egemenlik artık genel merkeze yakın olanın. Yani Ekrem Bey’in cumhurbaşkanı adaylığı için ya partiyi yeniden etkilemesi gerekiyor ya da dışarıdan çok daha büyük bir toplumsal baskı yaratması.

Özgür Özel: Partinin patronu, ama…

Özgür Özel ise CHP Genel Başkanı olarak her gün nabız tutan, parti örgütüyle birebir çalışan, “saha siyaseti”ni önemseyen bir lider portresi çiziyor. Genç, enerjik, kavgacı ama ölçülü. Erdoğan’a karşı alternatif bir siyasi dil üretmeye çalışıyor.

Ancak Özel’in bir handikapı var: Henüz ulusal ölçekte bir “lider” imajı oturtmuş değil. Genel başkan olabilir ama “cumhurbaşkanı adayı” olmak başka bir lig. O lige çıkmak için daha fazla meydan, daha fazla risk, daha fazla meydan okuma gerekiyor.

Peki ne olur?

Bugünden net konuşmak cesaret işi ama birkaç senaryo var:

İmamoğlu’nun yıldızı tekrar parlayabilir.
İstanbul’da göstereceği liderlik, toplumla kurduğu ilişki, kendisini tekrar “muhalefetin doğal lideri” haline getirebilir. Öyle bir rüzgâr yakalanırsa, Özel dâhil kimse “hayır” diyemez.

Özel güçlenir, partiyi de toplumu da ikna ederse…
Bu defa “partinin adayı” olarak öne çıkar ve İmamoğlu gibi isimlerle güçlü bir ittifak kurarak adaylaşabilir.

Üçüncü bir yol: Ortak aday dışarıdan biri olur.
İki ismin de birbirini gölgelemesi durumunda, CHP başka bir figürü—belki Türk Sağının yükselen partisi olan Zafer Partisi ile soldaki bazı partilerle uzlaşılabilecek daha “dengeci” bir ismi—ortaya çıkarabilir.

Ama şunu net söyleyebilirim: Bu yarış, sadece iki adam arasında değil. Bu, CHP’nin ne olmak istediğiyle ilgili bir sorun.

Halkçı mı olacak, devletçi mi?

Gençleşecek mi, yoksa “deneyim” diye diye eski modellere mi dönecek?

Cevabı 2028’de değil, bugünden verilen tercihler belirleyecek.

Sözün kısası, bu yarış çoktan başladı. Kim kazanır derseniz?
Eh, biraz da rüzgârın nereden estiğine bakmak lazım.
Ama şimdilik tek kesinlik şu: Kazanmak isteyenin, önce toplumu değil, partisini ikna etmesi şart.

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER