Claudia Roth söylemleri üzerinden Avrupa Birliği’ni okumak
Avrupa Birliği ne zaman demokrasi adına sesini yükseltse, Türkiye’de kulaklar tıkanır. Ne ara bir AB temsilcisi Türkiye’yi eleştirse, karşılığında “sizin geçmişiniz temiz mi?” yanıtı gelir. Ne ara bir Avrupalı siyasetçi demokrasi, ifade özgürlüğü, hukuk devleti gibi kavramları dile getirse; Türkiye’de bu söylemlerin ya içi boş romantizmi ya da ikiyüzlü pragmatizmi sorgulanır.
İşte bugünler yine… Almanya Kültür Bakanı Claudia Roth’un sözleri üzerinden Avrupa’nın Türkiye’ye bakışını yeniden okuma günleridir.
“El sıkışamayız.” Neden şimdi?
Claudia Roth, Türkiye-AB müzakerelerinin yeniden başlatılmasının gündemde olduğunu söylüyor ama ardından 19 Mart yerel seçim süreci ve sonrasında yaşananlar nedeniyle “AB, Erdoğan ile el sıkışamaz” diyor. Bu sözler, yalnızca bir diplomatik uzaklığın anlatımı değil; aynı anda Avrupa’nın artık “yüzünü doğuya çevirmeye eğilimli Türkiye’ye” duyduğu düş kırıklığının dışavurumu gibi…
Ama asıl önemli olan Roth’un kendisine yönelik itirafı:
“Erdoğan demokrasi söylemini benim gibi romantik Avrupalıları kandırmak için kullandı. Şimdi bunun farkına vardım. Safmışım.”
Bu sözlerde hem bireysel bir pişmanlık hem de AB’nin kolektif siyasi saflığının itirafı gizli elbette ki Roth’a göre…
Avrupa, uzun yıllar boyunca “reform süreci”ne ilişkin umutlarını Erdoğan’ın reformcu söylem ve eylemlerine bağladı. 2002–2010 arası reformlara verilen destek, AB fonları, vize kolaylığı görüşmeleri… Hepsi bir “demokratik dönüşüm” beklentisinin yansımasıydı. Ama görünen o ki, bu beklenti Roth’un deyimiyle “romantik bir yanılsama” imiş.
AB: Eleştirirken Aynaya Bakar mı?
Claudia Roth’un sözleri, Avrupa’nın kendi içindeki çelişkileri de açığa vuruyor. AB bir yandan Türkiye’deki otoriterleşmeyi eleştirirken, öte yandan Erdoğan hükümeti ile göç mutabakatı, ticaret anlaşmaları ve NATO üzerinden pragmatik ilişkilerini sürdürüyor. Türkiye’de ifade özgürlüğü bastırılırken, Avrupa bu suskunluğun bedelini mülteci akınlarını önlemek için “Euro” üzerinden ödüyor.
Bu çifte standartlılık, yalnızca Türkiye’nin değil, Avrupa kamuoyunun da gözünden kaçmıyor. Claudia Roth’un, İstanbul’un seçilmiş belediye başkanına yönelik yargı baskısı için sarf ettiği şu sözler bu nedenle önemli:
“Umarım zenginler de İstanbul’un seçilmiş belediye başkanını bu şekilde hapsetmenin ne kadar pahalıya patladığının farkına varırlar.”
Bu “pahalıya patlama” yalnızca ekonomik değil… Avrupa da artık demokrasiye ilişkin söylemleriyle güven vermekte zorlanıyor. Bir yanda Macaristan ve Polonya’da otoriter eğilimleri görmezden gelen bir birlik; diğer yanda Türkiye’ye yönelik “ahlaki üstünlük” söylevleri… Claudia Roth’un içtenliği belki gerçek ama inandırıcı, dürüst bir yüzleşmenin göstergesi değil…
Türkiye’nin Gözünden AB: Umut mu, Hüsran mı?
Türkiye için Avrupa Birliği uzun süre bir “uygarlık projesi”ydi. Ama bugün geldiğimiz noktada ne Ankara Brüksel’e güven duyuyor ne de Brüksel Ankara’nın dönüşümüne inanıyor. Claudia Roth’un açıklamaları, bu güven krizinin duygusal bir dışavurumu gibi…
Ancak şunu da sormak gerek:
Eğer Erdoğan gerçekten “romantik Avrupalıları kandırdıysa”, Avrupa neden bu kadar kolay kandırıldı?
Bu sorunun yanıtı, Türkiye’den çok Avrupa’ya yönelik bir eleştiridir. Çünkü Avrupa’nın dış politikası da dönem, dönem “gerçekçilikle düş kırıklığı” arasında gidip geliyor. Avrupa, bir yandan demokrasiye vurgu yapıyor, ama diğer yandan enerji, güvenlik ve göç gibi konularda otoriter rejimlerle iş birliğini sürdürüyor.
Sonuç: İki Taraflı Saflık, İki Taraflı Çöküş
Claudia Roth’un açıklamaları üzerinden baktığımızda, Avrupa Birliği’nin Türkiye’ye yönelik demokrasi çağrıları bir idealizmin yıkıntısı gibi duruyor. Türkiye ise Avrupa’ya yönelik aidiyet duygusunu çoktan yitirmiş durumda. Bir dönemin “ortak yazgı” duygusu, yerini karşılıklı düş kırıklığına, güvensizliğe ve diplomatik nezaket içinde söylenen sert sözlere bırakmış.
Şimdi Avrupa, Türkiye’ye uzatmadığı eli eleştiriyle çekiyor. Türkiye ise artık o ele uzanmayı dert etmiyor, belki de umursamıyor ve istemiyor.
Ama ne yazık ki…
Demokrasi bu ilişkide hem en çok sözü edilen hem de en az korunan bir kavram olma özelliğini sürdürüyor.
Didim, 14 Nisan 2025