Mekin ŞAHİN
Bilgi ve ilimin dünyayı değiştirmek üzere insanlar tarafından kullanılmaya başladığı andan itibaren; üretim ilişkilerinde denge bir türlü oturmadı. Üretim ile tüketim dengesinin, ihtiyaç ötesi bir algıyla; üretim aracına sahip olanların lehine dönüşmesi, insanların arasında ki yaşam standardını da farklılaştırdı. Toplum da ki arz ve talebin, alım gücünü ters yüz eden ilişkiler nedeniyle, keyfiyeti öne çıkardı. Ülkede yaşayan insanlar yönlendirilerek, ticari sistemin figürü haline getirildi. Sonuç; üretim ile tüketim dengesi ortadan kalktı. Sürekli büyüyen işsizlik. Üretmek; biriken deneyim ve becerilerle, ana kaynakları insanların ihtiyaç duyduğu tüketim mamulüne dönüşmesidir. Üretimi yapan insanların, işlerini sürekli yapabilmesi için, o işi yapabilecek enerjiye sahip olmasıyla mümkündür. Ayrıca insanın kendini koruması, yaşamak için gerekli besini sağlaması ve sınırlı yaşamını; binlerce yıllara sığdırmak için sürekli üremesi gereklidir. Bu bütünlük görsel mana da çok karmaşık gözükse de, yukarıda ifade edilen üç saç ayağı üzerinde yerleşik bir gelişme içindedir. Bu gelişimin adı da kültürdür! Kültürlerin kuşaktan kuşağı aktarılması, bilginin ve becerinin ve de gözlemlerin aktarılması; eğitimle yapılır. İnsan elde ettiği her araçla dünyaya hükmederken, insanlığın ihtiyaçlarını kolayca elde etmesini sağlar. Karşılıklı etkileşim başlar. Bilgi ve bilim teknolojiyi üretir, her üretilen teknoloji de bilginin ilerlemesi için bilime misyon yükler. Bütün bu işlemlerin olması için insan gücüne ihtiyaç var. Bu nedenle toplumsal iş bölümü kaçınılmaz olur. Çünkü insan tek başına tüm ihtiyaçları karşılayamaz.
Toplumun; öğretmene, birçok dalda ki hekimlere, mühendislere, üretim araçları olan toprakta ve fabrikalar da çalışan işçilere, üretilen malları tüketicilere ulaştıran esnafa, sağlık kurumlarına, eğitim kurumlarına, ulaşımı sağlayan şoföre, evlere, ev yapan ustalara, hayvan yetiştiren çobanlara, üniversitelere, sistemde ki olumsuzlukları gideren siyasetçilere, toplumun ahenk içinde yaşamını sağlayan güvenlik güçlerine, kısaca o toplum da arz ve talebe binaen olan her şeye ihtiyacı var. Bu kadar geniş alan tek insanla organize edilemez. Bilinçli ve biriken her şeyi topluma hizmet sunma görevi yapanlara aktarmak ve eğitmek gereklidir. İşte bu geniş pencereyi kusursuz biçim de ören sistemin adı eğitimdir! Eğitimin hedefi yeni toplumu hazırlamaktır. Bu hazırlığın vaz geçilmezi ise yeterli iş bölümünün ihtiyaca göre hazır hale getirilmesidir. İşin düğüm noktası da burasıdır. İhtiyaçların neler olduğu önceden tespit edilmeli. İhtiyaç duyulan iş gücünü karşılamak için ülke kaynakları analiz edilmeli. Bu iki tespitten sonra; ne kadar insan gücü gerekiyorsa, ne kadar meslek gerekiyorsa, ne kadar üretim kapasitesi gerekiyorsa onlar tespit edilmeli. Bütün bunlar genel plan dahilin de ve toplumun geleceğini yaratan eğitim ve öğretimle, yerli yerine oturtulmalıdır. Planlamayla üretimle tüketim arası denge kurulur. İşsizlik yok olur. Kurulacak halk iktidarıyla insanın insanı sömürmesi ve yönetmesi sona erer. Türkiye de böylesi bir amaç var mı? Türkiye de eğitim ve öğretim böylesi bir amaç hedefliyor mu? Türkiye de eğitim ve öğretim; üretimi hedefliyor mu, yoksa tüketim toplumu yaratmayı mı hedefliyor? İşsizliğin nedenini bu soruların yanıtı ciddi biçim de açıklayacaktır!
Türkiye de üretim planlı bir modele sahip değildir. Anlaşılacak bir örnekle bu durumu görebiliriz. Bütün dünya da iki ana üretim aracı var. Toprak ve Fabrika. Biri tarımı diğeri sanayi ifade eder. Toprak insanlık tarihinin bilindiği günden beri, insanın üretim yaptığı bir araçtır. Türkiye her mevsim de tarım yapılan bir iklime ve toprağa sahiptir. Halkın gıda ihtiyaçları ve sınai ham maddesi bu topraklardan sağlanır. Ancak cumhuriyetin ilk yılları hariç üretim bilinçli biçimde yapılmadı. Devleti yöneten güçler Türkiye de ki ekilebilir alanlar üzerin de hangi ürün deseninin, ne kadar miktarda üretileceğini; ülke içinde ne kadarının tüketileceğini, ne kadarının ihraç edileceğini ve ne kadar insan gücüne, meslek sahibine ihtiyaç olduğunu tespit etmedi. Bu amaca hizmet eden plan ve proje tasarlamadı. Üretimi keyfiyete ve bazı güçlerin denetimine bıraktı. Bugün var olan ürün deseni, yarın yok oldu. Yeni ürün deseni ihtiyaçtan çok, alt yapısı olmaksızın yok olanın yerine toprağa atıldı. Yarın o da yok olacak. Sürekli olmayan üretimle, köyden şehre göç grafiği yükseldi. İşsizlik ve yoksulluk her geçen gün arttı.
Dün Çukurova da Pamuk ve Buğday ekimi çok geniş alanları kaplardı. O günler de Adana ilin de yüz binlere yakın insan tekstil ve gıda fabrikaların da çalışıyordu. Kırdan şehre göç sınırlıydı. Toprakta üretimin Türkiye resmi bu olunca, fabrika da ki üretim de bu resimden farklı değil.
Dün fabrika ham maddesini en yakın tarım alanından sağlıyordu. Sanayi kurumları hizmetini korkusuzca bu bölgelerde veriyordu. Fabrikaların üretici gücü insanlar, kent insanı olduğu için yeniden üretime daha diri ve sağlıklı katılıyordu. Ham maddede dış bağımlılık azalırken, ihracat devletler arası anlaşmalar nedeniyle daha risksizdi. Bugün bunlardan bahsetmek mümkün değil. Dış bağımlılık ham maddeden başlayarak, sermaye hareketliliğine kadar genişledi. Ülkede ki sanayi, dünya sanayi ile rekabet edecek güçte değil. Fabrikalar ya kapandılar ya da dış güçlerin eline ve denetimine geçti. Kapanan fabrikalar, ekilemeyen topraklarla Türkiye büyüyen işsizliğe ve ucuz iş gücüne mahkum edildi. Türkiye de işsizlik reel üretim genişlemeden ortadan kalkmaz. Tek başına reel üretimin artması da yetmez. Planlı bir üretim modeli yaratılmalı. Planlı üretimi yaratmanın da tek yolu var. Eğitim ve öğretimin, üretimi hedefleyen amacı olmalıdır. İşte o vakit kalifiye emeğin; özgürleşen üretici gücünde üretimin güçlendiğini ve bağımsız Türkiye ile örtüştüğünü görebiliriz. İşsizlik ve yoksulluk; özgürleşen iş gücü ve tam bağımsız Türkiye hedefine götürecek olan kaynakları yerinde kullanan planlı üretimle bitecektir! İşte ülkemiz de bu yapılmıyor. Yaptırılmıyor.
YAZARLAR
5 saat önceEKONOMİ
1 gün önceYAZARLAR
1 gün önceYAZARLAR
1 gün önceYAZARLAR
1 gün önceYAZARLAR
2 gün önceYAZARLAR
2 gün önce