Habip Hamza ERDEM
Marksizmin ayrıntısına girmeden önce, bir parantez açmak gerekebilir:
Mal’ı mal gibi değil ama üretim sürecini sürükleyen trenin ‘çekicisi’ (marchandise) ya da taşıyıcısı olduğu konusuna bakarak, örneğin Türkiye’deki ekonomik gelişmeleri yorumlamaya kalkmanın bir başka ‘mal’lık olduğuna değinelim.
Türkçemizdeki ‘Trene bakar gibi bakmak’ deyimi buradan mı türetilmiştir bilmiyorum, ama eğer öyleyse ‘cuk oturmuş’tur diyebirilim.
Türkiye’deki ‘mal ekonomistler’, sabah akşam yazılı ve görsel basında, sözde üniversitelerde okutulan ‘ekonomi kuram’ına göre yorum yapmakta, ‘üretim ekonomisi’ -müretim ekonomisi gibi ‘boş laf’lar etmektedirler.
Hele bir de Atatürk dönemi övgüleri yapılırsa ne kadar ‘gerçekçi’ oldukları sanılabilir.
Oysa her ne kadar Marx, A-M-A’ formülüyle bir kuramsal temel atmışsa da, bu sürecin bir ‘ilkel birikim’ (accumulation primitif) denilen bir aşaması olduğuna da işaret etmişti.
Bu ‘ilkel birikim’i, Türkçesiyle ‘talan’ olarak tanımlayabiliriz.
Yani başta Dr Recep ve Binali Yıldırım ile adlarını saymakla bitiremeyeceğimiz ‘siyasetçi’ ve onların destekçileri olan ‘yeni-yetme kapitalistler’in, (ki bunlara iş insanı diyenin insanlığından şüphe ederim), ekonomi kuramındaki A-M-A’ formülüyle zerre ilişkileri bulunmamaktadır.
Bunlar sürece tersten yani A’-M biçiminde girmektedirler. Yani A’ olarak ifade edilen ‘artı-para’ya, kredi, hibe veya artık genelleşmiş bir deyimle ‘çökme’ yoluyla sahip olup, ardından M (mal) edinmektedirler.
Bunlardan birinin ‘Milletin A-M’ını nasıl ‘A’-M’ye çevirdiklerini kendi sesiyle nasıl ifade ettiği akıllardadır.
O arada yüksek ve alçak bürokratlar, yüksek ve alçak komutanlar, yüksek ve alçak partililer de bu ‘talan’dan paylarını alacaklardır.
‘Mal ekonomistler’ ile yüksek düşünürlerimiz ise, etik-metik, liyakat-miyakat üzerine derin filozofik, psikolojik, etnolojik, antropolojik ve aklınıza gelebilecek her türlü ‘-lojik’ analiz ve sentezler yapacaklardır.
Rakamlarla ifade edilecek olursa, bu talan parasının trilyon dolarları bulduğu ama Kemal Kılıçdaroğlu’nun hesaplamasıyla 418 Milyar dolar olduğu söylenmektedir.
Ki, Türkiye’nin son yüzyıllık toplam dış borcundan daha büyük bir rakam olduğu görülmektedir.
Bu durumda, ‘Mal ekonomist’lerin ‘para politikası’, ‘kredi politikası’, ‘faiz haddi’, ‘üretici fiyatları’, ‘maliyet fiyatları’, ‘döviz rezervleri’ gibi cafcaflı laflar etmesinin zerre önemi olmadığı söylenebilir.
O nedenle değil, Bulut, Şimşek, gökten ‘lojik yağsa’ anlamlı bir ‘ölçüm’ yapmanın olanağı kalmayacak demektir.
Parantez içinde parantez olarak da şunları anımsatarak, bir karşılaştırma (comparaison) yapalım: [kuşkusuz comparaison’un raison olmadığına işaret ederek…]
1519-1527 yılları arasında Peru’ya üşüşen Avrupalılar 81 Milyar Frank değerinde 23 575 ton altını ülkelerine getirmişlerdi.
Gümüş paranın dolanımdan kaldırıldığı 1873 yılı baz alınırsa, ondan önceki 400 yılda Avrupa’ya 30 milyar Frank değerinde altın girmesine karşın, ondan sonraki kırk yılda bu miktar 50 Milyar Frank’ı geçmişti.
Yani Avrupa’da ‘Rönesans’ dediğimiz bilim, teknik ve sanattaki atılımın temelinde bu ‘ekonomik talan’ın önemini de, aklımızın bir tarafında tutmak gerekir diyeceğiz. [Bu konu benim Devlet-Ulus’un Sonu başlıklı çalışmamın 40-50 sayfaları arasında işlenmektedir]
Şu koşulla ki, Marx’ın dediği üzere tarih tekerrür eder ama birincide ‘sanat’ ikincide ‘soytarılık’ olarak…[ l’histoire se répète en deux temps, la première fois comme tragédie, la seconde fois comme farce].
Böylece Türkiye’de son yirmi yılda yaşanan ‘talan’dan niye Atatürk dönemindeki gibi bir ‘rönesans’a geçilemediği anlaşılmış olabilecektir.
Çünkü bu sonuncu dönem tam bir ‘soytarılık’ dönemi olup, sözünü ettiğim çalışmada işlediğim üzere, ‘Devlet-Ulus’un yıkım dönemi olmuştur.
Yapılanlara bakarak ne Devlet, ne Ulus, ne ulusal çıkar ve çok daha önemlisi ne de kapitalist ‘Üretim Tarzı’ çıkarsanabilir.
Parantezi kaparken, ‘bilimsel bakış’ın, işte ‘somut’un bu zenginliğini çözümleyebilmek demek olduğunu, ama yineleyelim, ‘analitik felsefe’nin ‘analiz-sentez’i biçiminde değil ama ‘tarihsel materyalizmin’ ‘gerçek soyutlama’ yöntemiyle ele alınması demek olduğunun altını çizelim.
Böylece yavaş yavaş ‘bilimsel çözümleme’ye girmiş olacağımızı da söyleyebiliriz.
(Sürecek)
YAZARLAR
Az önceYAZARLAR
4 saat önceMANŞETLER
4 saat önceYAZARLAR
5 saat önceYAZARLAR
5 saat önceYAZARLAR
20 saat önceYAZARLAR
20 saat önce