Milliyetçilik ve İlker Başbuǧ (2)

Milliyetçilik ve İlker Başbuǧ (2)

ABONE OL
21 Nisan 2024 18:22
Milliyetçilik ve İlker Başbuǧ (2)
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Habip Hamza ERDEM

Türkiye’de nasıl siyasal partiler konusunda Maurice Duverger, Ekonomi konusunda Paul Samuelson, her iki alanda Raymond Aron ve sosyoloji konusunda Max Weber gibi ‘tek adam’ların görüşleri yerleşmiş ise, ‘Milliyetçilik’ konusunda da Ernest Renan’ın görüşleri temel olarak alınmaktadır.

Her ne kadar günümüzde ‘Anglo-sakson sosyolojisi’nin en sıradan yazarlarına gönderme yapılıyorsa da, okunup yazılanların çoğu incelenen konu ‘üzerine’ olup, ‘hakkında’ derinlemesine bir incelemenin yapıldığını söylemek zordur.

Renan’ın 1882 yılında Sorbonne’da yaptığı konuşma metni otuz sayfalık bir metin olsa bile, daha sonra, denildiği gibi tuğla kalınlığında bir kitaba dönüşmüştür.

Renan’ın ‘Ulusal ruh’ olarak özetlenen görüşlerinin ayrıntısına gireceğiz ama, temel önermesini şu şekilde özetlemek mümkündür: “Uluslar sonsuz şeyler değildirler, nasıl ortaya çıkmışlarsa (bir gün) yok olacaklardır”: « Les nations ne sont pas quelque chose d’éternel. Elles ont commencé, elles finiront ».

Görüşlerinin çoğu bölümündeki ‘çelişki’ ve karmaşıklıklara karşın, son sözünün doğru olduğunu söyleyebiliriz.

Kaldı ki, yaşadığı dönemin ‘düşünsel ortamı’, başka türlü bir sonuca varmasına engel olmuştur da denilebilir.

Mustafa Kemal’in görüşlerinin ise kendisinin Ata-Türk olduğu dönemde billurlaşmaya başladığı söylenebilecektir.

Nitekim, “Ne mutlu Türk’üm diyene” sözü de Devrim’in ancak onuncu yılında dillendirilebilmiştir.

Burada bir parantez açıp, ‘Devlet’ konusuna da değinebiliriz. Ki Türkiye’de sürüp gelen ‘Devlet-Ulus’ mu yoksa ‘Ulus-Devlet’ mi demenin daha doğru olacağı tartışmasına bir katkımız olsun.

İki gün sonra kutlanacak olan 23 Nisan ‘Ulusal Egemenlik’ Bayramı, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılışının 104ncü yılının anılması değil midir?

Meclis’in açılışını, her önüne gelen ya da her ağzını açanın ‘öznel’ (sübjektif) bir biçimde değerlendirdiğini biliyoruz.

Oysa 23 Nisan 1920’de açılan Meclis, ‘Ulusal egemenlik’i ‘korumak’ amacıyla  değil ama ‘kurmak’ için açılmış ve (aynı anlama gelmek üzere) kurulmuştur.

Kurulan, aynı zamanda, Başkenti ile Teşkilat-ı Esasi’siyle (yani Temel Örgütlenme Yasası- Anayasası ile) ve kurulacak olan Ordu’suyla yeni bir ‘Devlet’tir.

Devlet’in kuruluşundan ancak tam on yıl sonra ‘Türklük’ konusunda tarihsel, toplumsal, arkeolojik, etnografik ve lengüistik çalışmalar başlatılabilmiştir.

Kısaca önce ‘Devlet’ kurulmuş ve giderek ‘Ulus’un kuruluşuna yönelinmiştir.

Bu Devlet’i kim kurdu denilecek olursa, Türk’ler dahil henüz ‘Ulus’ olmayan ve bugün yine bizim aklı-evvellerimizin zaman zaman saymaya çabaladığı ben diyeyim yirmi siz deyin otuz ‘etnik’ grubun üye ve temsilcileridir diyeceğiz.

Ancak önderliğini Türklerin yaptığına kuşku yoktur ve Meclis’in de Devlet’in de Ulus’un da Türk diye nitelendirilmesinden ‘doğal’ bir şey olamaz.

Ne var ki, kimi az okuyup çok konuşan sözde ‘milliyetçi’lerin ileri sürdüğü gibi ‘Türkiye Cumhuriyet’i bir ‘Türk Cumhuriyeti’ değildir ama resmi dili Türkçe’dir ve Türkçe’den başka bir dil önerisinin yapılamayacağı da o denli ‘doğal’dır.

Ve yine, özellikle Avrupa Birliği bağlamında, çağdaş düşünürlerden Jürgen Habermas’ın ‘Anayasal yurtseverlik’ (patriotisme constitutionnel) kavramıyla ilişkilendirilmesi de enine-boyuna tartışılabilir bir konu olmaktadır.

Örneğin Avrupa Yurttaşlığı ile Avrupa Birliği Yurttaşlığı ‘hukuksal’ olarak ayrı ayrı belirlenebilmekte olup, bütün bu tartışmaların ‘sosyal’ değil ama ‘hukuksal’ bir konu olduğunun altı çizilebilir.

Demek ki, ayrıntıya girdikçe içinden çıkılamaz bir karmaşıklık söz konusu olup, Ernest Renan’ın görüşlerinin de benzer bir (ambiguïté) taşıdığını söyleyerek, gelecek yazıda onlara değineceğimizi belirtelim.

Bununla birlikte, Atatürk’ün ‘Türk milletinin sonsuza kadar yaşayacağı’nı değil ama  ‘Türkiye Cumhuriyeti’nin ‘ilelebet payidar’ kalacağını söylediğini anımsatalım.

Yani nasıl Adem ile Havva’nın Türk olmadıklarını biliyor idiyse, İsrafil’in surunu dinleyenlerin de Türk olamayabileceklerini öngörüyordu denilebilir.

Kısaca, ‘milliyetçilik’ denilen ‘duygu’ ya da ‘ideoloji’nin ‘sonlu’ ya da ‘fani’ olduğunu bilmenin ilgili ‘millet’ olduğu kadar tüm insanlık için çok daha yararlı olduğu söylenebilecektir.

O zaman, tarihin belli dönemlerde ‘milliyetçilik duygusu’nun ‘şişmesi’ ya da ‘şişirilmesi’nin nedenleri üzerinde yeniden-düşünmek gerekir diyeceğiz.

(Sürecek)

 

En az 10 karakter gerekli


HIZLI YORUM YAP