Marx’ta ‘ulus’ (4)

Marx’ta ‘ulus’ (4)

ABONE OL
5 Mayıs 2024 10:41
Marx’ta ‘ulus’ (4)
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Habip Hamza ERDEM

Marx ‘ulusal etni’ (ethno-nationales) gerçekliğini tanımaktaydı. Ancak kimi ‘ulusal etni’ çıkarlarının proletaryanın genel çıkarları söz konusu olduğunda ‘feda’ edilebileceğini de kabul ediyordu.

Nitekim 1848 Devrimi günlerinde, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ile mücadele bağlamında Çek ve Hırvat hareketliliğine, Rus’ların manipüle etmesi dolayısıyla, karşı çıkacaktı.

          ‘Alman İdeolojisi’nde (1845) olduğu gibi ‘Manifesto’da da (1848) Marx, kendisinden önce ‘keşfedilmiş’ olan sınıf savaşında, proletaryanın motör rolünü ileri sürecekti.

Ancak özellikle de Alman toplumu için, Isabelle Garo’nun dikkat çektiği üzere, ne Marx ve ne de Engels, henüz ‘proletarya’ terimini ‘Halk’ terimi yerine ikame ediyor değillerdi.

          Kanımca, bu ‘ikame’ sorunu, yani proletaryanın ‘Halk’ terimini de kapsayacak biçimde kullanılması günümüzde bile ‘anlaşılmış’ değildir.

          Ya da böyle anlaşılmaması için başta ‘politikacı’lar olmak üzere, ekonomist, sosyolog ya da ‘siyaset bilimci’ler de çaba göstermektedirler.

          Oysa, “Biz modern halkların (die modernen Völker) kendi devrimlerine karışmasak bile onların modernleşmesinden yanayız” diyen Marx, çünkü diye şöyle devam edecektir:

          “bir kesim halklar devrim yapmaya cesaret ederken, bir diğer kesim halklar karşı-devrime maruz kalmaktadırlar”, o nedenle “biz, halkların restorasyonunu [yani modernleşme atılımlarını] tanımaktayız” (1)

          İşte burada, ‘Halk’, ‘Devrim’ ve ‘Karşı-Devrim’ terimlerinin her birinin özgül bir önemi olduğunun altını çizmek gerekiyor.

          Açıktır ki, Marx ‘Devrim’ derken, feodalizme karşı yapılan ‘Büyük’ Fransız Devrimi’ni kastetmektedir. Ve bu Devrim, halkın ‘burjuvazi’yle, Garo’nun deyimiyle ayrılmaz (indissociable) bir bütünlüğünü gerektirmiştir.

          O nedenle Fransız ve o arada Türk Devrimi’ni ‘burjuva’ olarak nitelendirmek, hiçbir koşulda ‘küçültücü’ bir anlama gelmez.

          Ya da, hiçbir biçimde, ‘Halk Devrimi’ olduğunu gerçeğini gizlemez.

          Bununla birlikte, anti-kapitalist ‘Devrim’in, bir öncekinin daha ‘köktenci’ bir biçiminden başka bir şey olmayacağı da açıktır.

          Örneğin, dönemin Almanyasından beklenen de, ne kadar ‘geri’ olursa olsun, ‘Devrim’ nitelemesini hakketmektedir, çünkü ‘statu quo Allemand’a karşı yürütülmektedir.

Dolayısıyla, Modern Devlet’in gizli ‘arıza kaynağı’ (défaut caché) olarak ‘Statu quo Allemand’a karşı yürütülecek her mücadelenin de, sadece ‘moral’ değil ama ‘politik’ bir temel nitelik olarak desteklenmesi gerekmektedir.

Böylece 1848 Avrupa Devrimi günlerinde bile, Marx ve Engels’in, baskı altındaki halklara sadece moral yani insancıl (philantropie) bir yaklaşımdan öte ‘evrensel’ yani ‘enternasyonal’ bir yaklaşım sergilediklerini görüyoruz.

Günümüz ‘siyaset bilimi’ne göre, siyasetin asıl hedefinin ‘insan’ olması ve özünün ‘insan temelli’ olması türü masalına karşın, bunu yapacak güç konusuna gelindiğinde yanıt hep başka yerlerde aranmaktadır.

          Bu tür bir yaklaşım, olsa olsa, ikibin beşyüz yıl önceki Sinoplu Diyojen’in ‘philantropie’sinin aşılmadığının göstergesi olabilir.

Yani, sözde ‘Halkçılık’, halkı yoksulluk ve ezilmişlikten kurtarmanın yollarını aramakla sınırlandırılıp, halkın kendisinin bunu başarıp başaramayacağı üzerine düşünmeye gerek bile duyulmamaktadır.

Tersine, günümüzde ‘işçi sınıfı’ ya da ‘emekçi’ denilen kesimlerin, ‘proletarya’nın  bu tür ‘ütopik’ hedeflerini dillendirmesi en kibar deyimle ‘aşırı uç’ olarak görülmekte ve çoğunlukla ‘huzur bozucu’ olarak nitelendirilmektedir.

O halde, ‘Halkçılık’ı salt, yoksulluk ve ezilmişlikten kurtarmakla sınırlandırmak, onun gerçekte ‘insanlığın bütünsel kurtuluşu’ (une reconquête totale de l’homme) hedefinden saptırmaktır denilebilir.

Son 1 Mayıs kutlamaları bunun en somut örneği değil midir?

Türkiye’de, en ‘bilgin siyaset bilimci’sinden, en ‘demokrat siyasetçi’sine değin tüm ‘aklıevveller’; işçi haklarına karşı olmadıklarını ama bu ‘proleter işçiler’in Taksim diye tutturmalarına katılmadıklarını söyleyeceklerdir.

Türkiş gibi kimi ‘işçi sendikaları’nın ise 1 Mayıs’la ilgisi kalmamış gibidir.

Böylece, özde ‘proleter işçilik’ olarak tanımlanan kesimler ‘Halk’tan dışlandıkları gibi, halkın kendi hakkını araması da kendi elinden alınıp ‘akıllı siyasetçi’lere bırakılmış olmaktadır.

Gelecek yazılarda değineceğimiz ‘sivil toplum’ kavramı işte tam da bu noktada önem kazanmaktadır.

Sivil’ sözcüğünün nasıl yozlaştırılarak ‘karşı-Devrim’in hizmetine sokulduğu böylece anlaşılabilecektir.

(Sürecek)

(1) Karl Marx, Critique du droit politique hégélien, « Introduction à la Contribution à la critique de la philosophie du droit de Hegel », Paris, Editions sociales, 1975, p.199-211, İsabelle Garo, a.g.m.

En az 10 karakter gerekli


HIZLI YORUM YAP