Günün getirdikleri

Günün getirdikleri

ABONE OL
7 Şubat 2024 09:42
Günün getirdikleri
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Selma ERDAL

Onca hay huy arasında unutulup gitmesin ama 5 Şubat günü de anlamlı günler sıralamasında ön sıralarda gelir, gelmelidir kanımca…Çünkü bir 5 Şubat gününde LAİKLİK ilkesi ANAYASA’ya girmiştir, yıllardan 1937 tarihinde…

Ne yazık ki günler gelip, geçerken pek olunmuyor ayırdında böylesi önemli günlerin. Üstelik ayırdına varılmasın diye de koparılıyor ülkede türlü, çeşitli fırtına; pek çok önemsiz olayı “önemli” sayıp da alıyoruz gündemimize…

Örneğin bugünlerde; dolandırıcıları, talancıları, mültecileri, saldırganları ve fiyat artışlarını konuşmaktan önemli konuları konuşmaya, önemli günleri anmaya sıra gelmiyor. Oysa 5 Şubat gününde gündeme getirilmesi, konuşulması gereken en önemli olay; 5 Şubat 1937 tarihi, LAİKLİK kavramının ANAYASA’ya girişinin yıldönümü…

Laiklik demişken…

Başörtüsünü özgürlük sanan beyni bulanık gerici fani; bilindiği gibi İranlı kadınlar, başörtüsünü çıkarıp, sopaya taktılar, özgürlük diye inim, inim inleyip, protesto yaptılar 2018 yılından beri hem de pek çok kez…

Komşudaki kızların bu eylemlerini, yobazlığa karşı duruşlarını hiç duydun mu?…

Ne diyorsun bu işe?… Gerçi sana kalsa; LAİKLİK ilkesini savunan bizleri geçireceksin şişe…

Takvimin 5 Şubat gününden girmişken söze… Yine bir 5 Şubat gününde ki geçen yılın 5 Şubat 2018 gününde yazılı ve görsel medyadan öğrendiğimize göre…Sağlık Bakanlığı “nişasta şurubu”nu tartışmaya başlamıştı. Tartışma raporu; piyasaya, pardon medyaya sızmıştı. Neyse ki bu sızıntıya kimsecikler kızmamıştı; ne de olsa yurttaşlarını düşünen bir DEVLET vardı ve

ABD’den yapılacak dış alıma kota konacakmış diye gazeteler yazmıştı ve 2019 yılının başında da bu dış alıma yüzde 1 sınırlandırma getirilmişti. Ardından da ambalaj içinde satılan besin maddelerinin içeriğine bakmadan satın almayınız ve iyice okumadan onları tüketmeyiniz uyarıları yapılmağa başlanmıştı.

Ama yine de…

Çok değerli yetkililer; siz önce bu lanet şurubu üreten, İznik Gölü’nün kıyısına konuşlandığı için ileri dönük kirlilik bağlamında bizleri sürekli endişelendiren CARGILL efendi hazretlerinin kapısına kilit assanız, nasıl olurdu acaba?…

Bu bağlamda sorarsak kendimize…

Neden önemli LAİKLİK?…  Elbette ki özgürce düşünen, özgürce inanan beyinler için…

Neden önemli NİŞASTA BAZLI TATLANDIRICILARA KARŞI DURUŞ?…  Elbette ki sağlıklı bedenler için…

Çünkü her geçen gün kanser illetine tutulanlar ve bu nedenle sağlığını yitirenler, sağlığını yitirmek nedir ki, yaşamını bitirenler çoğalıyor. Uzmanlara göre en geç on yıl sonrasında; kanser nedeniyle kitlesel ölümler bekleniyor bu yapay tatlandırıcıların ve de GDO’lu besinlerin neden olduğu sağlık sorunları gerekçesiyle…

Durumlar her geçen gün böyle kötüye gittikçe; yapılaşmaya açılan tarım alanlarımız, soyu tükenen yerli tohumlarımız, dışa bağımlı beslenme nedeniyle açlıkla pençeleşmeğe yaklaşan halkımız… Bu karanlık gelecek; bana dünü anımsatıyor. Oysa dünde bizler ne umut dolu, ne paylaşımcı, ne idealist/ülkücü bir halk olarak bu ülkede yaşardık.

Özellikle 70’li yıllarda; eli kalem tutan, birazcık okuyan herkes ama herkes Anadolu’ya gidecek, ülkesini kalkındıracak, topraksız köylüye toprak dağıtılması için çabalayacak ve Doğu’da herkes gönüllü olarak görev yapacaktı.

O yıllarda kitaplar dolaşırdı elden, ele Anadolu halkının yaşadıklarını anlatan… Örneğin; Yaşar Kemal’in İnce Memed’i okunmadan HALKÇI olunmazdı. İnce Memed’in dağa çıkmasına neden olan ağaların ne menem bir bela olduklarını bilmeden, öğrenmeden, tanımadan köylüye yardım edilemezdi. Ve Doğu’daki “ağalık” düzeni kaldırılmadan köylü/maraba aydınlığa, gönence kavuşamazdı.

Yine 70’li yıllarda Samim Kocagöz’ün yazdığı BİR ÇİFT ÖKÜZ, Fakir Baykurt’un yazdığı TIRPAN ve Bekir Yıldız’dan KAÇAKÇI ŞAHAN okunmadan Anadolu’nun ve özellikle de Doğu ve Güneydoğu’nun sorunları anlaşılamazdı.

Daha sonraları nereden, nereye?…

O günlerde biz küçük burjuva ergenlerine “bu kitapları okuyun” diye bazen akıl, bazen öğüt veren 68’li abiler ve ablalar; bir de ne görelim 12 Eylül 1980 sonrasında öylesine değiştiler ki önceleri kendilerini “ikinci cumhuriyetçi” diye tanıttılar. Sonra gördük ki çoğu Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet’e “kinci” ve pek çoğu da “bölücü, yıkıcı” üstelik de en koyusundan bir “faşist”  kadar “ırkçı” , son aşamada bizlere “can düşmanı” olacak kadar  “yedi düvel işbirlikçisi” olup, çıktılar.

Ve bir daha ne köylüyü, ne işçiyi, ne esnafı hiç umursamadılar; onların sorunlarına tamamen yabancılaştılar.

Bugün topraksız köylüyü, toprak sahibi yapmak şöyle dursun, tarım dışı amaçlarla kirletilen verimli tarlalar, tarım toprakları, bağlar, bahçeler, otlaklar, yeşil alanlar… Ve bunun getirisi de dışa bağımlı beslenme, yabanın ürettiklerine yaslanma, yine de Dünyanın gelişmiş 20 ekonomisinden birisi olmaya heveslenme…

Nasıl ki ülkenin büyümesi, yabancı sermayeye dayalıysa, ülkenin beslenmesi de dışa bağımlı… Ama biz Dünya genelinde ekonomisi gelişmiş 20 ülkeden birisiyiz. Gerçekten de öyle miyiz?… Acaba böyle emanet atla; daha ne kadar gideriz?…

Ne tarlada ürün, ne de tarlada üretecek köylü olmayınca; bir ülke kendi halkının karnını, kendi ürettikleriyle/olanaklarıyla doyurmayınca, o ülkenin gelişmişliğinden nasıl söz edebiliriz?…

Bu konuları hiç tartışmıyorlar ve o 68’li Abiler ve de Ablalar; artık akıl vermek, öğüt vermek şöyle dursun, hiç konuşmuyorlar. Kıyılardaki kentlerde; viskilerini yudumlarken, dünlerden çok daha başka düşler kuruyorlar.

Uğruna “devrim” yapmayı düşledikleri köylüyse, çok yıllar var ki kentlerin büyüsüne kapılıp, “kökenim şuralı ama 40 yıldır İstanbullu, Bursalı ve İzmirli” diyerek, kendilerine kentsoylu kimlikler biçip, kentli olmakla kıvanıyorlar.

Tarlaları kim sürecek, tohumu kim ekecek, bu ülkeyi kim besleyecek diye; hiç umursamıyorlar.

Nasılsa Dünyanın 20 Büyük Ekonomisi’nden birisi olan bu ülkede (ki bugünlerde ilk 20’den daha da gerilere düştük), bolluk bereket içinde; yabanın yetiştirdiği ürünlerle yaşayıp gidiyorlar. Ama ne zamana kadar?… Bu değirmenin suyu ne zaman tükenecek?… Akıtma su, değirmeni daha ne kadar döndürecek?… Bunu hiç düşünmüyorlar.

Dünya yansa, hasırları yanmaz kıvamında yaşayıp gidiyorlar.

Ekmek elden, su gölden deyiminin; gerçek olduğu bir düzende… Ekmeğin buğdayı bile yabandan geldiğine göre…

Laiklik mi?… O da ne ya da ondan bize ne derlerse birileri?… Ey Türk Ulusu; sakın üzülme, çünkü bu gidişle daha da karanlık bir gelecek çok yakında yaşamını saracak… Senin bu aldırmazlığın sürdükçe…

 

 

 

En az 10 karakter gerekli


HIZLI YORUM YAP