Faruk Haksal
Cumhuriyetimizin 100 yılını [ne tuhaf, ama gerçek] tüm engellemelere rağmen coşku ile kutlamaya çalışıyoruz.
Kutlayıp da ne yapıyoruz?
Valilikten, kaymakamlıktan izin almak suretiyle Atatürk büstüne çelenk koyup, “saygı” duruşunda bulunuyoruz.
Sonra?..
Sonra fener alayı var; Atatürkçü Düşünce Derneği’nin düzenlediği gece-yemek-balo etkinliği boyunca marşlar söyleyip kafalarımızı tütsülüyoruz.
Ancak, yaşadığımız süreçte olayları süzme yeteneği olan her bir yurttaş, cumhuriyet rejiminin, yani demokrasinin, yani gerçek halk egemenliğinin büyük bir risk altında olduğunu görüp, anlamaktadır.
Çare?
Ancak bir fener alayı kutlaması etkinliğinde bile birleşemeyen, bu öncelikli görev ve sorumluluğun gereğini yerine getiremeyen sözde “seküler” insanlarımız ile bu iş nasıl becerilecektir?..
Ortaya çıkan üç-beş kişi ile bile ayrışma bencilliğinin içine yuvarlanan bir zihniyetle cumhuriyetimizi gerçekten nasıl koruyacağız.
Ulusal etkinlikleri sadece vitrine tırmanma fırsatı olarak değerlendiren egosantrik siyaset magandaları ile nereye kadar gideceğiz; nerelere varacağız?
Kutlamakta olduğumuz Cumhuriyet Bayramı’nın temel gündemi bu gibi soruların yanıtını sorgulamak olmalıdır.
Şikâyet ve eleştiri süreci büyük ölçüde tamamlanmıştır.
Gün klavyenin başında ego parlatma günü değildir.
Şimdi birileri diyecektir ki;
Bu sorunun yanıtını, sizler sormadan yanıtlayalım:
Çünkü…
Aşağıdaki soruların yanıtlarını teker teker her birimiz vermek zorundayız:
Yani… Hepimizin bildiği gibi:
Lafazanlık değil…
GÜNDEM
4 saat önceEKONOMİ
5 saat önceEKONOMİ
6 saat önceDÜNYA
7 saat önceGÜNDEM
7 saat önceEKONOMİ
10 saat önceGÜNDEM
10 saat önce