Laikliğin izdüşümü (1)

Laikliğin izdüşümü (1)

ABONE OL
2 Mart 2023 11:18
Laikliğin izdüşümü (1)
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Selma ERDAL

Eğer gelecekte uygar ve demokrat bir Türkiye sonsuza dek var olabilecekse bu ancak laikliğin izdüşümü ile olacaktır diye düşünen bir kadın yurttaşım ben…

Bilindiği gibi Mudanya Ateşkes’inden sonra, Batılı Devletler; antlaşmanın Lozan’da yapılmasını kararlaştırırlar. Böylece Lozan’a hem Ankara’yı, hem de İstanbul’u çağırırlar. Amaçları bir kez daha Anadolu’yu birbirine düşürmektir.

Ankara Hükümeti konuyu TBMM’ye getirir ve Lozan’da Türkiye’yi yalnızca Ankara’nın temsil etmesi gerektiği konusunda karar alınır. Bu karar İstanbul’a duyurulur. Meclis yaptığı çalışmalar sonucunda iki maddelik bir karar alır, 1 Kasım 1922 günü saltanat kaldırılır. 29 Ekim 1923’de Cumhuriyet’in duyurulmasının ardından 3 Mart 1924’e gelince halifeliğin kaldırılmasının da günü gelir.

Gerçekte halifeliğin anlamı bilinmeden, Atatürk’ün bu konudaki başarısını anlamak pek olanaklı değildir. İşte bu nedenle tarih sayfalarında kısa bir yolculuk yapmak yerinde olacaktır.

Hazreti Muhammed sağlığında kurduğu devletin tüm işlerini yürütür. O; hem peygamber, hem de devlet başkanıdır. Ölümü ile Arap Devleti başsız kalır. O’nun koyduğu kurallara göre işleri yürütecek birisi gereklidir. Böylece dört halife İslam Devleti’nin başına geçer.

Bilindiği gibi Muhammed son elçidir. O’nun ölümü ile İslam dininin; Tanrısal yanı kapanmıştır, bir diğer deyişle Tanrı bir başkası aracılığıyla artık insanlara seslenmeyecektir.

Bundan sonra halifeler Muhammed’in yalnızca “yöneticilik” niteliğinde ardılı olurlar. Bu durum 1517’den sonra Osmanlı Devleti’nde ve özellikle de son yıllarında değişik bir uygulamaya dönüşür. Devletin çöküş yıllarında tüm İslam dünyasının desteğini almak amacıyla bu unvan araç olarak kullanılır. Ama İslam dünyası destek vermek yerine, Yemen çöllerinde; İngilizler’le, Fransızlar’la birleşerek Mehmetçiklerimiz’i sırtından vurur, hançerler bir İngiliz sarı lirası için…

Giderek Osmanlı’da son Osmanlı sultanlarının hem siyasal, hem de dinsel yetkeyi kişiliklerinde topladıklarına ilişkin görüş iyice yerleşir. Olaylar son sultanın davranışlarıyla halktan da ne denli uzak kaldığını gösterir. Çünkü son sultan Vahdettin; yedi düvelin saldırılarına karşılık verenlere, yurdunu savunanlara karşı çıkar, din adamlarından aldığı fetva ile Anadolu’da bağımsızlığımız için savaşanları, Osmanlı Devleti’ne başkaldıranlar olarak gösterir. Onları suçlar.

Bu sırada yabancı devletlerin baskısıyla son Halife Abdülmecid Efendi’nin siyasal yetkesini geri getirmeyi düşünür. Devletin başında halifeliğin bulunması gerektiği savunulur.

15 Şubat 1924 günü Mustafa Kemal Paşa İzmir’de bu konuyu komutan ve arkadaşlarıyla görüşür. Halifenin çevresinde yapılan çalışmalar ülkeyi yeni bunalımlara sürükler. Konu kısa zamanda Meclis’e gelir ve yapılan açıklamada halifeliğin kaldırılması görüşmeleri başlar. Aynı günlerde halife; ödeneklerini az bulur, üstelik de daha geniş yetkiler ister. Osmanlı ailesinin Türkiye sınırları içinde oturup, oturmaması tartışmaları da başlar. Sonuçta halifelikle birlikte tüm Osmanlı ailesinin Türkiye sınırları dışına çıkarılması; 431 Sayılı Yasa ile onaylanır.

Halifeliğin kaldırılmasının içerde ve dışarda olmak üzere iki ayrı anlamı vardır.

İçerde; ülke CUMHURİYET olarak yerini alır ve iki merkezli bir yönetimden kurtulur. Bununla birlikte halifeliğin kaldırılmasıyla eski kurumlar da kalkar. Böylece vicdan özgürlüğü çerçevesinde dine yeni bir yapı kazandırılır. Dışarıdaysa; Türkiye artık İslam dünyasının merkezi olmaktan çıkar. Böylece Türkiye’de ilk kez başlatılan bu değişikler tüm İslam dünyasına ışık tutar, çağdaş uygarlık düzeyini yakalama girişimleri başlar.

Bu arada bir ayraç (yabancı dilden gelen parantez’in Türkçesi’dir) açalım ve bir düşünelim:

Acaba İslam Coğrafyası’nda her hangi bir sorun olunca, hemen soruna “müdahil olmaya kalkışma” girişimleriyle, halifelik kurumunu hortlatmak ve yalnızca Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne değil, çok daha geniş topraklara egemen olmağa yönelik hırs ve isteği olabilir mi egemenlerimizin içinde, en derinlerinde ya da bilinçaltlarında ve belki de üstlerinde, akıllarında? Kim bilir? Belki de…

Saltanat ve halifeliğin kaldırılmasından sonra, mahkemelerin de laik hukuka bağlanması kesinleşir.

Bilindiği gibi Osmanlı Devleti’nde iki türlü mahkeme vardı. Adli Mahkemeler ve Şer’iye Mahkemeleri… Bugünün medeni hukuku ile ilgili işleri Şer’iye Mahkemeleri görüyordu. Her iki mahkeme arasında da uyuşmazlıklar sürüyordu. Böylece Cumhuriyet Dönemi’nde bu karışıklığa son verilmiş ve Din İşleri Bakanlığı kaldırılırken, Şer’iye Mahkemeleri de uygulamadan çekilmiştir.

Böylece 3 Mart 1924’de halifeliğin kaldırılmasıyla Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin LAİKLİK niteliğini sağlam temellere oturtan ilk adım atılmış olur.

Bilindiği gibi Laik;; Latince kökenli Fransızca bir sözdür. Anlamı; ruhani olmayan düşünce, kuram, düzen, ilke demektir.

Kurtuluş Savaşı’nın ardından bağımsızlığını kazanan Türkiye; daha sonra uygar bir devlet olarak yaşamak yolunda LAİK DEVLET durumuna gelmiştir.

Laiklik; genel anlamıyla din ve dünya yetkesinin(otoritesinin) birbirinden ayrılmasını, din işlerinin kişisel ve özel sayılarak, kişinin vicdanına bırakılmasını tanımlar. Gerçek bir Laik de; din düşmanlığı değil, dine tarafsız bir bakış, tutum ve davranışı vardır. LAİK; insanların Tanrı’ya ulaşmak için seçtikleri yolları tartışmaz, tersine bütün dinlere, inanç anlayışlarına saygı duyar. Çünkü gerçek Laik bilir ki TANRI ile KUL’un arasına girilmez.

Yine bilindiği gibi DEVLET ve DİN arasında görev ve amaç ayrılığı vardır. DEVLET; siyasal topluluğu ilkelere göre yaşatmak için yaratılmış bir araçtır. Burada ana kural; toplumun dünya yaşamını yaşamasıdır. DİN ise; kişinin ruhsal gereksinimlerine hizmet eder. Devletin resmen bir dini olmaması, devletin din tanımaması anlamına gelmez. Laik Devlet’in bu tutumu; çeşitli dinler arasında herkesin inancına saygı göstererek ayrım yapmamasıdır.

Laik devlet düzeninde; bütün dinler KAMU DÜZENİNE AYKIRI DÜŞMEDİKÇE TANINIR. Laik devlette dinsel makamlar ayrılmıştır. Türkiye’de devletin laikliği siyasal alanda gerçekleşmesine karşın, yönetim bakımından din devlete bağlı tutulmuş ve bir kamu hizmeti olarak örgütlendirilmiştir.

3 Mart 1924 gün ve 429 Sayılı Yasa’nın 1. maddesiyle İslam didinin inanç ve ibadetle ilgili tüm işlerinin ve dini kurumların yönetimi için Diyanet İşleri Başkanlığı kurulmuştur.

Başkanlığın görevi; İslam dininin inanç ve ahlak kurallarıyla ilgili işlerini yürütmek, din konusunda toplumu bilgilendirmek, ibadet yerlerini yönetmektir. Kuşkusuz bu görevleri arasında; Şer’iat yayılmacılığı yapanlara göz yummak, cemaat ve tarikatlara kol, kanat germek yoktur.

Ve bütün bunlarla, bu konular ne kadar gündemde tutulursa; pusuya yatmış kör karanlık savunucularına fırsat vermemek bağlamında, ussal bir davranış biçimi olacaktır.

 

 

En az 10 karakter gerekli


HIZLI YORUM YAP