Zeki SARIHAN
Günümüzde Enstitülerle ilgili yazı ve konuşmalarda bu kurumların yeniden açılmasını isteyenlere rastlanıyor. Oysa Köy Enstitülere hayat veren koşullar bütünüyle ortadan kalkmış bulunuyor. Köy nüfuzumuz artık yüzde 20’lerin altına inmiştir. Nüfusun bu bölümü için olsun Köy Enstitüleri yeniden açılmaya değerdi, eğer köyler eskisi gibi kapalı bir ekonomi içinde bulunsaydı. Köyler artık kentlerin birer uzantısı durumundadır. Bu köylerin büyük çoğunluğunda doğum oranı azalmış, bir okulu dolduracak çocuk yoktur. Bu çocuklar taşımalı eğitimle kasaba veya merkezî köylere götürülüp getirilerek eğitilmektedir. Köy Enstitülü öğretmene kazandırılmaya çalışılan eğitim, hayvancılık, tarım ve teknik işleri görecek elemanlar farklı eğitim kurumlarında eğitilmektedir. Artık bir öğretmenin hem öğretmenlik hem örnek çiftçilik ve hayvancılık yapması, iş atölyesi kurması köyün sağlık işleriyle ilgilenmesi gerekmiyor. Zaten köy okullarında görev yapan öğretmenler köyde de oturmuyor. Otomobiliyle derse gelip, paydos edince köyü terk ediyor. Öğretmen artık 1940’lardaki gibi köyün tek okumuşu değildir.
Köy Enstitülerinin yeniden açılmasını isteyen aydınlar, derya içre olup deryayı bilmeyen balıklar gibidirler. Türkiye’deki sosyo-ekonomik değişimi okuyamıyorlar. Köy nostaljisine takılıp kalmışlardır. Köy Enstitüsü mezunu olup öğretmen kuruluşlarında yöneticilik yapmış olanların Tayyip Erdoğan’dan Enstitüleri yeniden açmasını isteyene bile rastladık.
Bu vesile ile bir olayı nakletmem gerekecek. Ankara’da kurulu Köy Enstitüleri ve Çağdaş Eğitim Vakfı’nın kongresinde enstitü mezunu bir arkadaş, enstitülerin yeniden açılmasını isteyince genç bir mimarın ona verdiği yanıtı hatırlıyorum. Bu akademisyen doktora tezi olarak köy enstitülerinin mimarisi üzerinde çalışırken bu kurumları da incelemişti. “Hocalarım, dedi. Siz bu okullarda okudunuz, ben ise sizin öğrenciniz yaşındayım. Nasıl olur da Enstitülerin yeniden açılmasını istersiniz? Koşulların tamamen değiştiğini fark etmiyor musunuz?”
Çifteler Köy Enstitüsü, Hasanoğlan Köy Enstitüsü ve Yüksek Köy Enstitüsünde müdürlük yapmış, 1946’da ilk görevden alınan müdürlerden biri olan M. Rauf İnan, 1994’te, kendisi için yaptığımız saygı gününde konuşmasını yapıp sahneden inerken ona birlikte refakat ettiğimiz iktidar ortağı SHP Genel Başkanı Erdal İnönü’ye duyulur duyulmaz bir sesle “Köy Enstitülerini yeniden açınız” ricasında bulundu. İnönü, bu isteği sessizlikle geçiştirdi. Geçen yüzyılın en büyük birkaç eğitimcisinden biri olan İnan, Enstitülerin hayaliyle yaşarken, Erdal İnönü, tek başlarına da iktidar olsalar bunun mümkün olmadığını görüyor olmalıydı.
Türkiye sosyolojisinin geçirdiği büyük değişimi, Türkiye’nin kentlileştiğini kabul eden bazı aydınlar gene de enstitü nostaljisinden vazgeçemiyorlar. Bu kez “Kent Enstitüleri açılsın” demeye başladılar, bu önerilerini kitaplaştırdılar da. Sanki “Enstitü” sözünde kutsal bir sihir vardır! Oysa kent nüfusunun ihtiyaçları ile 1940’lardaki köyün ihtiyaçları çok farklıdır ve kentlerde halk eğitimiyle uğraşan gerek Millî Eğitim Bakanlığının, gerek belediyelerin birçok kurumu vardır.
SON SÖZ
Köy Enstitüleri yeniden açılamayacaksa, her 17 Nisan günü onu anmanın, birbirimize anlatmanın anlamı nedir? Her 19 Mayıs’ta Mustafa Kemal Paşa bir daha Samsun’a çıkmayacağı halde her 19 Mayıs’ta onu anmanın veya 23 Nisan, 30 Ağustos, 29 Ekim’de toplantılar, yürüyüşler yapmamızın anlamı neyse, 17 Nisan Köy Enstitüleri Bayramı’nın anlamı da odur.
Enstitü düşüncesi, bize bünyemize uymayan kurumları dışarıdan almak yerine, ülkenin ve halkın koşullarına ve ihtiyaçlarına uygun kurumlar yaratmamızı hatırlatıyor. Ezberci değil yaratıcı olmamızı söylüyor. Her hareketimizde geniş halk kitlelerini düşünmemizi, halka hizmet edenleri örnek almamızı telkin ediyor. Enstitüler, karma ve laik okul için de örnek kurumlardır.
YAZARLAR
10 saat önceEKONOMİ
1 gün önceYAZARLAR
1 gün önceYAZARLAR
2 gün önceYAZARLAR
2 gün önceYAZARLAR
3 gün önceYAZARLAR
3 gün önce