İnanın bana, içtenliğimle söylüyorum “o sözü” hiç hak etmediler!
  • OLAY NET
  • Yazarlar
  • İnanın bana, içtenliğimle söylüyorum “o sözü” hiç hak etmediler!

İnanın bana, içtenliğimle söylüyorum “o sözü” hiç hak etmediler!

ABONE OL
11 Mart 2022 17:13
İnanın bana, içtenliğimle söylüyorum “o sözü” hiç hak etmediler!
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Oktay EROL

Daha ilk/ orta sıralarında “diğerlerinden” ayıran yanları vardı. Daha bir ilgili, daha bir olanların üzerine eğilen, daha çok soru soran, daha çok öğrenmek isteyen özellikleri gözlemlenebiliyordu.

Sınıfın genelde bileni, öğretmenlerin onlara soru sorarken bile zorlandığı/ kendilerine çeki-düzen verdikleriydi!

Saygısız, çokbilmiş davranışlarına tanık olmadım, pek kaçanlarını da görmedim; öğretmene sorarken, öğrenci arkadaşıyla söyleşirken “içinin” dolacağı konular bulmakta zorlanmazdı!

Hep karşılaştığımızda bir kitap görürdüm elinde, daha ortaokul sıralarında kalın sayfalı klasikleri okurdu. Yaşar Kemal, Gorki, Tolstoy, okuduğunu söylemişti. Yine birinde Nazım Hikmet’in “Memleketimden insan Manzaraları” için “beni en çok etkileyen kitap, o şiirleri okurken yurdumu, insanlarını daha çok sevdim” demişti. Liseli yıllarında fen derslerine ağırlık verdiğini, matematiğe özel bir ilgi duyduğunu söylerdi. Bir kezinde “bana bilmediğim, zor yerden matematik sorar mısın” diye diretmişti…

***

İlgisi, kendini akranlarından ne denli ayırıyor görülse de, zaman zaman onlarla da söyleşmeyi sürdürüyordu. Sıkça gelirdi yanıma, evde/ okulda/ arkadaşları arasında gelişen, ancak kafasına takılan soruları sorardı. Çay ısmarlardım ikimize birden, aramızdaki yaş farkı onu “düzeysizliğe” itmezdi, ben de bir yetişkin gibi karşıma alır, hiçbir sorusunu geçiştirmeden/ saklamadan yanıtlardım.

“Annemi-babamı nasıl buluyorsun” diye sormuş, “ikisi de temiz, güvenilir insanlar” demiştim.

“Size sorduğum soruların karşılığını alamıyorum ama” demişti.

“Çocuklarla, anne-baba arasında öyle bir iletişimsizlik var ne yazık ki. Ayrıca bana sorman beni sevindiriyor” demiştim.

Bunları söylerken ortaokulu bitirmiş, lise yılları yeni başlamıştı. Bana uzun uzun Gorki’nin “çocukluğum” yapıtından söz etti. Çok etkileyici bir yaşamının olduğunu anlattı!

Anlatırken “yaşıyor” gibiydi o yoksulluğu, o zorlukları. Söylev’i okudun mu, diye sordum. Okumamış. Bendekini uzattım. “Bunu okumalısın, yaşadıklarını ilk elden öğrenirsin, bu yıldan sonra okuyacağın tarih derslerini bununla karşılaştırırsın” dediğimde biraz burkulmuştu. “Ne oldu” diye sorduğumda da “öyle anlattınız ki, bu güne dek okumadığım için üzüldüm.”

Derslerini aksatmayacağının da sözünü vermişti.

***

Öyle bir geçiyor ki zaman… Dizi adı gibi oldu da değil; gerçekten, zaman öyle bir geçiyor ki…

Lise son sıralarındaydı artık. Dersleri düşündüğüm gibiydi. Yazın yapıtlarından daha çok fen sorularına odaklanmıştı. Tıp kazanmak istediğini söylüyordu. Nerede bir fen konusunda bir soru duysa, nerede çözülememiş sorular/ denklemler önüne getirilse zorlanmadan kağıdı/ kalemi eline alıp, bir köşesine de küçük notlar yazarak çözmeye çalışıyordu.

Zorlandığı sorular üzerine düşünmekten uzak durmuyordu, liseden öğretmenlerin bazıları “uzak” durmayı bile yeğliyordu, zamanlarının olmadığını söylüyordu, “sorunu bir kağıda yaz, sonra konuşuruz” bile diyenler vardı!

Öğretmeni aşan öğrenciyi seviyorum ben; öğretmen başarısı “odur” çünkü!

***

Sevinerek yanıma geldiğinde tatlı vardı elinde, “Çukurova tıp” dedi; sevincini paylaştım. Tatlısından komşulara da dağıttık. Babası ile karşılaştım ilerleyen günlerde, derslerinin yoğunluğundan söz etti. Sonra uzun süre görüşemedik. Ancak her Kozan’a geldiğinde uğrardı. Her yılın, bir diğerinden daha yorucu olduğundan söz ederdi.

Birçok tanıdığıyla görüşemediğine üzüldüğünü sezdim. “Sen bu toplumun aydın insanlarından birisin, birçokları senden bir şeyler öğrenmek isteyecek, çünkü sen öğrenmeye kendini açtın, öğrenmek de emek/ özveri isteyen bir eylemdir, kendini üzmene gerek yok, seni herkes çok iyi anlıyor, bak ben bile seni çok iyi anlıyorum” dediğimde rahatladığını gördüm.

Artık sonuna gelmişti yılların, “ne istiyorsun bundan sonrası için” dedim. “Evden böyle kalmamı istiyorlar, ancak cerrah olmak için çalışacağım daha” dedi.

Dediğini de yaptı…

***

Bir doktor öyle kolay yetişmez, öyle bildik sıralardan çıkmaz, öyle yaşamın her alanında kolayca bulunabilen bir olgu değildir. Yüzbinlerce öğrenci yarışır, içlerinden ilk üç/ beş binlere girebilenler ancak orada okumaya hak kazanabilirler!

Çok okurlar, çok öğrenirler, daha çok özveride bulunurlar; canlının “can” yarısı olurlar!

Benim bildiğim haksız burslar almadı, arkasını bir varlıklıya dayamadı, bir “iktidara” hele hiç; ailesinin, sevdiklerinin gücüyle okudu, yine onların gücüyle de varlığını sürdürecek.

İnanın bana, içtenliğimle söylüyorum “açık konuşuyorum, varsın gidiyorlarsa gitsinler, bizler de üniversiteyi yeni bitiren doktorlarımızı istihdam ederiz, biz asistan doktorlarımız ile buralarda devam ederiz” sözünü hiç, ama hiç hak etmedi!

10032022

 

 

 

 

 

En az 10 karakter gerekli


HIZLI YORUM YAP