Yemekler

Yemekler

ABONE OL
14 Ekim 2021 10:28
Yemekler
0

BEĞENDİM

ABONE OL

İtalyanlar; Tortellini tipi makarnayı Aşk Tanrıçası Venüs’ün göbek deliğinden ilham alarak üretmişler. Bu tip makarna Yılbaşı sofralarının vazgeçilmez bir yemeği imiş. Bize gelince makarna yemenin ne yeri, ne zamanı, ne de felsefesi vardır; Tortellini makarnayı tencereye attığımızda ne Venüs gelir aklımıza, ne de Afrodit… Bizde makarna; özelikle seçim dönemlerinde en muteber besin maddesidir, oyla takas edilen…

Bizim yemeklerimizden de öyküsü, rivayeti, hikayesi olan yemekler vardır da felsefesi, mitolojisi olan yemek pek yokTur. Örneğin; Tarhana… Tebdil-i kıyafet gezen padişahın yoksul bir eve Tanrı misafiri olarak girip de, ev sahibinin “kusura bakmayın bu dar hane çorbasıdır, başka bir şeyimiz yoktur misafirin önüne konacak” diye sunduğu bir çorba… İnce, kibar konuşacağım diye çırpınan halkın dilinde; darhane olmuş tarhana…

Bu arada; şu söyleme de değinmeden geçmeyelim. Anadolu halkının, Türkün dilinde; TANRI Misafiri vardır. Türk; TANRI der. Allah; Arapça’dır, dolayısıyla Türk TANRI MİSAFİRİ der, zorda kalıp da, kapısını çalana… Elbette ki Suriyeliler, Afganlılar ve benzerleri girmez bu sınıfa, onlar Tanrı Misafiri değildir, bir yanlış anlama olmasın!

Biz dönelim yemeklere…

İşte sırada yine öyküsü olan bir başka yemek; Hünkar Beğendi…

Rivayete göre; Fatih Sultan Mehmed’in en sevdiği sebzeymiş patlıcan… Bir gün buyruk vermiş; ülkenin her yöresinde çeşit, çeşit patlıcan yemekleri yapılsın diye… Bunun üzerine çeşit, çeşit yemekler sunulmuş padişahın önüne… Ancak o Bursa yöresinde yetişen patlıcanlardan yapılan yemeği beğenmiş; işte Hünkar Beğendi yemeğinin de adı oradan gelmekteymiş.

Ve Aşure; özellikle de aşure… En anlamlı yemekler sıralamasında; belki de en önde…

Çünkü Kerbela olaylarının sonrasında; kimsede yemek pişirecek erzak kalmamış. Kimin evinde ne varsa onu getirmiş. Kurulmuş kazanlar, her evden gelen ne varsa, konmuş kazanın içine, kaynatılmış bir güzelce… Böylece her Muharrem ayında yüzlerce yıl sonra da barışın, kardeşliğin, imecenin aşı olmuş aşure…

Şükran günü yemeğinin hindisi… Elbette ki tüm dünyada bilinir öyküsü…

Avrupalılar gemilerinden inip de ayak basınca Amerika topraklarına… Amerika’nın gerçek yerlileri aç kalmasınlar diye hindi vermişler onlara… Ama onlar hindileri afiyetle yemişler de yemesine… Sonrasında Kızılderililer de yok edilmiş acımasızca… Ama bu acımasız işgalciler Kasım aynın son Perşembe gününde hala Şükran Günü Yemeği’nde hindileri pişirirler; dostlarıyla birlikte yerler ama Kızılderilileri soykırıma uğrattıklarından hiç söz etmezler. Nasıl ki Alevileri sevmeyen Sünnilerin de aşureyi afiyetle midelerine indirmeleri gibi…

Dolar ayak oyunları sonrasında, Enflasyon Canavarı yeniden oturunca Türk halkının sofrasına; bundan böyle herkes kendisi karar verecek ne yiyeceğine…

Oy’larıyla takas edeceği makarnayı mı? Tescilli yoksul yemeği tarhanayı mı? İçi geçmiş, karta kaçmış, çekirdeklenip, bir de genetiğiyle oynanmış patlıcanı mı?

Yoksa Kerbela sonrasında olduğu gibi, her evde ne kaldıysa avuç, avuç kazana atılanlarla aşını kaynatıp, başının çaresine mi bakacak? Belki de henüz anılarımızda canlılığını koruyan Rahip Brunson’la ya da duymadığımız, işitmediğimiz daha kimler varsa, takas edilecek bir hindiyi mi Amerika göndersin diye bekleyecek?

 

Eğer bir halk; üretimden çekerse elini, dışa bağımlı yaşam koşulları kırarsa ekonomisinin belini, açlıktan kokarsa nefesi… Korkarım ki bu ülkenin bebeleri de Afrikalı kara çocuklar gibi UN kamyonlarından yiyecek umacak duruma düşecekler.

Çocukluğumda gazetelerde fotoğraflar yayınlanırdı; UN yazan kamyonlardan, un çuvalları indirilirken çekilmiş. Sanırdım ki bütün dillerde un; aynı adla biliniyor. Sonrasında öğrendim ki UN dediğin United Nations, Türkçesi ile Birleşmiş Milletler… En tepesinde de Amerika ile birlikte diğer büyükler… Onların söz sahibi olduğu örgüt… İşte bu örgütün efendileri; yüzlerce yıl boyunca sömürdükleri ve yoksul bıraktıkları Afrika’yı bu UN kamyonlarıyla, un taşıyarak “sözde” beslemeğe çalışıyorlar. Onlara karşı şirin görünüp, ilişkilerini koparmıyorlar. Ne de olsa Afrika’nın daha çok sömürülecek kaynakları var. Örneğin; son yıllarda başta organik pamuk üretmek amacıyla hem Afrika’nın topraklarını, hem de Afrika halklarını kullanıyorlar. Velhasıl küresel şirketler sayesinde; kara adamın köleliği sürüp gidiyor günümüzde de…

Oysa o çokbilmiş 5 varsıl efendiler; sürdürülebilir kalkınma diye bir kavram attılar ya ortaya, şu küreselleşme kuramı bağlamında… Evet, sürdürülebilir bir kalkınma var ama yalnızca o 5 varsıl efendinin ülkesinde… Ama onlar tarafından diğer ülkelere uygulanan da sürdürülebilir sömürü ve kölelik düzeni…

O efendilerin en önde gideni de oynatıyor tüm ülkeleri parmağının ucunda, kendisini G20’ler arasında sanan Türkiye’yi bile atıverdi 3. Dünya Ülkeleri arasına, döndürdüğü dolaplarla… Dolayısıyla bu gidişle yemekler şöyle dursun, bir lokma ekmek bulamayacağız sofralarımızda…

 

Didim

 

En az 10 karakter gerekli


HIZLI YORUM YAP