Bu kentler kimin?

Bu kentler kimin?

ABONE OL
16 Ekim 2021 17:31
Bu kentler kimin?
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Kentler; küçük kent soyluların yaşam alanları… Kente özgü ve uzmanlık gerektiren işlerle uğraşanların çalışma ve pazarda buluşma alanları…

Kentler; aldığı iç ve dış göçlerle kente eklemlenenlerin, yerleşik kentlilerin gönencinden çalmaları sonucunda giderek yaşanılabilirlik özelliklerini yitiren yerleşmeler…

Cumhuriyet döneminde; 1950’lerden beri köyden kente göç olgusu sürmekte… Bununla birlikte Osmanlı’da da göçler nedeniyle, nüfusun sürekli devinim durumunda olduğu bilinen bir gerçek…Özellikle savaşlarda yitirilen topraklardan gelenler, yoksulluk nedeniyle köylerden taşı toprağı altın İstanbul’a ve diğer büyük kentlere gelenler; Osmanlı döneminde yaşanan göç sorunsalına ilişkin bilinen gerçeklerdir. Cumhuriyet döneminde de yaşanan iç ve dış göçler; daha da artarak, kentlerimizin sorunlarının içinden çıkılmaz durumlara gelmesine neden olmuştur, olmaktadır, olacağı da beklenmektedir.

Göç sonrası ortaya çıkan gecekondu bölgeleri, varoşlar; kentin çöküntü bölgeleri… Ve genelde insan onuruna ve sağlığına aykırı yaşam alanları…

Bilindiği gibi en zor üretilen ya da üretilmesi olanaksız olan kaynak; TOPRAK ya da yapılaşma için gerekli olan ARSA… Ve bu bağlamda KENTSEL DÖNÜŞÜM kavramı üretildi ve de Batılı büyük ağabeylerce öğretildi iktidarlara; bir tür gasp olarak da tanımlayabileceğimiz bu uygulama biçimi… İyileştirme, dönüştürme kandırıkçılığı eşliğinde; kurulmakta her yere şantiye, köşeyi dönmekte rantiye… Kentsel dönüşüm, rantsal bölüşüm projesi eşliğinde; yoksulun konutu elinden alınmakta ya da yaşanabilir bir konuta dönüştürülme sözleri verilerek, çok yüksek bedellerle yeniden yoksul halkın kendisine pazarlanmakta… Sonuçta bu yaşananlar vahşi kapitalizmin dizginlenemez kan emici saldırılarının bir başka türü…

Ve böylece törenlerle kazmalar vuruldu büyük kentlere; sırasıyla İstanbul’a, Bursa’ya ve diğer büyük kentlerde de gerçekleşti kentsel dönüşüm uygulaması…

Ama her şey daha güzel olacağına, sonuçta karmakarışık oldu kentlerin düzeni…

İşte İstanbul…

Beyoğlu yasak bölge… Galata desen öyle… Fatih Çarşamba’yı sel değil ama yobaz aldı. Eyüp de sırada… Parayı veren düdüğü çalar, İstanbul’u parsel, parsel satın alan Arap; İstanbullunun başına daha çok çorap örer…

Tarihi eser, tarihi mahalle; ne anlar Arap? Der ki; buraları pek harap, harabat… İstanbul sokakları ayyaş masalarından dolayı berbat… Kılınmıyor Taksim’de namaz iki rekat… Burası nasıl İslam memleketi?

Ve Araplara göre dizayn ediyorlar ülkeyi…

HÜRRİYET gazetesinin kimliğiyle bütünleşmiş bir söylemdi “Türkiye Türklerindir” söylemi…

Kuşkusuz bir zamanlar öyleydi. Ama ya şimdilerde ya da gelecekte; bu ülke, bu kentler kimin?

Kimler Bursa’nın, İstanbul’un gerçek sahipleri?

Lahmacun kokularıyla, otopark mafyalarıyla, kapkaççılarıyla, marjinal yaşamlarıyla; 70’lerden beri kentleri işgal edenlerin mi bu kentler?

Örneğin; Beyoğlu’nda konuşlanan ırkçı, kan dökücü PKK yandaşı, ulusal birlik karşıtı bölücü derneklerin mi?

Yoksa uyuşturucu bağımlısı, ayyaşı, kadın satıcısı, bedenini pazarlayan dönmesi, kaldırım yosması diye tanımlanan alt kültür türevlerinin mi?

Sıradan halk neredeyse polis kordonu, koruması altında ancak ayak basabiliyor Beyoğlu’na ve ezgiler söyleyemiyor yıllardır; “Beyoğlu’nda gezersin, gözlerini süzersin” diye…

Ya Bursa; çok mu başka İstanbul’dan?

90’lı yıllara değin, Bursa’nın İstiklal Caddesi sayılan ALTIPARMAK Caddesi, manolya ağaçlarını yitirdiği gibi, çoktan güvenilirliğini de yitirdi. Bu caddede sıradan yurttaşların akşamın belirli saatlerinden sonra gezebilmesi olanaksız yıllardır; burası da Beyoğlu gibi çoğunlukla dönmelerin işgali altındaydı. Ve artık buradan dönmeleri kovalayan Suriyeliler’in işgali altında bilindiği gibi…

Ve İstanbul’daki Fatih, Eyüp semtlerinde olduğu gibi, Bursa’da da dincilerin kurtarılmış bölgeleri var; Emirsultan, Davutkadı, Soğanlı tarikatlarıyla işte orada…

Nedir bu kurtarılmış bölgeler?

İster ileri, ister geri viteste olsa da demokrasi; şimdilik tedavülde olan ANAYASA’ya göre, insan yerleşmeleri üzerine böyle bir ayrımcılık yasası yok. Herkes, her yerde yaşayabilir; elbette bir diğerini tedirgin etmedikçe, rahatını bozmadıkça… Oysa ayak basmak olanaklı mı oralara 80’li yıllardan beri?

Bir kaç yıl öncesinde Hürriyet gazetesinden Ayşe ARMAN denen hatunun Fatih Çarşamba’da mini eteğiyle yaptığı gösteriye aldanmayınız. Dünün anlı, şanlı ülkücüleri, Atatürkçüleri bile işyerlerine ATATÜRK’ün fotoğrafını asmaktan korkar oldular. Değil ki kadınlar saldırıya uğramadan dolaşabilsinler bu kurtarılmış bölgelerde…

Biz gibilerin o semtlerde, o kurtarılmış bölgelerde yaşayabilmesi kesinlikle olanaksız ya da bir mucize… Kimseler açıkça dile getirmese de… Biraz da bu nedenlerle İstanbul’dan, Bursa’dan kaçış var Bodrum’a, Kuşadası’na ve Didim’e…

Dolayısıyla “bu kentler kimin sorusuna?” karşılık vereceğimiz yanıtlardan birisi de; kentsel dönüşümün yanı sıra, toplumsal dönüşümü de tersine çeviren Takunyalı Vandalların ve Suriyeli Arapların olsa gerek diyerek bir de bakalım yaşadığımız kente; Didim’e…

Kuşkusuz Didim; 81 ilden göçen yurttaşlardan oluşan kozmopolit kimliğiyle, insan ilişkilerinde, herkesin özgürce, dilediğince yaşadığı bir yörede; elbette ki hoşgörünün egemenliğinde…

Tamam, eyvallah sorun yok toplumsal yaşamda, toplumsal ilişkilerde ama ya yapılaşma, hızla artan çevresel bozulma, yeşile saldırı… Zeytinliklerde, makiliklerde yükselen konutlar…

Bu yapılaşmaya dur, durak verecek kim kaldı?

Tarımsal alanlara imara açılmış; tarım toprakları yap-satçıların eline geçsin diye paralar saçılmış. Durmaksızın yok edilen doğa, yeşil, zeytinlikler, makilikler…

Bunca yapılaşma sonrasında; Poyraz yeli nasıl eser? Hiç düşünen var mı?

Bursa’nın Lodos yeli ünlüdür; Lodos estiğinde kar da erir, hava da temizlenir… di… geçmişte… Gökdelenler yükseldikçe anılarda kalan bu yeşil kentte; artık ne Lodos esiyor, ne de temiz hava solunuyor. Yeşil kent artık gri renkle anılıyor; beton grisiyle…

İşte Didim de, doludizgin, sanki Bursa’nın izinde… Zeytin bağlarında, konutlar yükseliyor. Konutlardan boş alan kalmıyor Poyraz yeli dolaşsın diye… Neden hiç kimse dur demiyor bu gidişe?

En çok sayıda emlakçının, en çok sayıda yap-satçının bulunduğu bu kentte; yapılaşmanın dışında hiç bir etkinlik gözlenmiyor.

Bu kentte konuttan başka bir şey üretilmiyor…

Kentleşme ve çevre sorunları bağlamında bu yaşananlar olumsuz bir gelişme; eleştirilmesi, önlenmesi, durdurulması gereken bir gelişme… Ama nedense kimseden bir ses çıkmıyor… Neden?

Didim bütünüyle elden giderken; bu kentin gerçek sahipleri, yerlileri neden susuyor?

Yoksa kentlerine acımasızca saldıranlardan mı korkuyor, onları kentin yeni efendileri mi sanıyor Didim’in yerli halkı?

Büyük kentler için sorduğumuz “bu kentler kimin?” sorusunun yanıtını, Didim için de sormak ve yanıtını bulmak gerekir diyorum.

Ve ürkerek bir yanıt buluyorum; anlaşılan Didim, yap-satçıların, yeşil talancılarının kenti… Çünkü dilediklerince kentin yeşilini, gri ile değiştirdiklerine göre, kenti çimento beton grisine boyadıklarına göre… Ve hiç kimsecikler de onlara dur demediklerine göre…

Belli ki Didim; kenti talan edenlerin! Ve bir gün talan bitince; onlar başka yerleri talan etmeğe gidince… Didimli acı gerçekle yüzleşince… Ne yazık ki iş, işten geçmiş olacak. Didimli’ye yalnızca gri betonlar kalacak.

Didim

En az 10 karakter gerekli


HIZLI YORUM YAP